19 Şubat 2013 Salı

Linç kültürü varlığını güçlendirerek sürdürüyor!


Linç kültürü varlığını güçlendirerek sürdürüyor!

Günlük siyasi olaylar hakkında pek yazı yazmam ama son yaşanan linç girişimleri üzerine bir yazı yazmayı kaçınılmaz buldum, çünkü linç girişiminin benim kafamda oluşturduğu soruları açıkça sorma ihtiyacı duydum. Elbette sorular sorulur ama cevaplar tarihin ilerleyen zaman diliminde karşılığını alacağımı biliyorum. Çünkü her sorunun karşılığı bugünlerde yaşananlar ile gizli olsa da zaman içinde bu karanlık noktaları ışık süzmesi altında görme olanağını yakalayacağız. Her zaman diliminin karanlık noktası vardır ve o karanlık noktaları aslında aydınlık içinde gözlerimizin önünde olsa da farkına varamıyoruz. Tıpkı çevre kirliliğini ve sonuçlarını 1970’li yıllarda tam kavrayamadığımız gibi. O gün önemsemediğimiz sorun bugün hayati oluyor, yaşam kalitesini yok edecek boyutta virüslerin hakimiyeti altında kalabiliyoruz. Bir anlamda biyolojik savaşın sonuçlarını hep birlikte kendi ellerimiz ile yarattık…
Gelelim günlük yaşadığımız ve gözlerimizin önünde cereyan eden olaylara: Medyaya düşen son haber ile başlayalım; HDK ve BDP milletvekilleri ve yanındakiler Sinop, Samsun gezilerinin sonunda planlanan turlarını iptal etmişler. Şimdi bu geziden nasıl bir sonuç çıkaracağız, hedef neydi, neden üçüncü şehirden sonra tamam bizim sınırımız bu kadar dendi. İktidar partisinin başkanı Erdoğan onlara demez mi, ben ülkenin her tarafına gidiyorum, sizin çapınız Karadeniz sınırları içinde bile değil... Aynı ekip Akdeniz ve Ege gezisi yapsa ya da İç Anadolu gezisi yapsa acaba nasıl bir sonuç ile karşılaşırız?  İkinci merakım; gezi planlayanlar orada örgütlü olan sol partiler ile daha önce görüşmüşler midir? Görüşmüş iseler onlardan dayanışma için her hangi bir destek ve program istediler mi? biz gidiyoruz, nasıl olsa bize sahip çıkarlar mı diye yola çıkıldı? Üçüncü merakım; neden güvenlik sorunlarını Sivas tecrübesine rağmen polis ve jandarma ile sınırlı tutmuşlardır? Kitlesel ve bayram havası şeklinde karşılanmak için daha önceden çalışma yapıldı mı, yoksa biz düşündük, ertesi gün yola çıkıyoruz mu? Nedir bu acelecilik?  Dördüncü merakım; olayların içinde CHP vardı derken diğer partili insanların olmadığını mı ilan ediyorlar? Örneğin AKP yöneticileri Sinop’ta karşılama ekibi içinde yer aldılar mı? Yoksa valiler AKP'yi mi temsil ediyorlar? Artık bu son olsun diyorum, çünkü birlerinin tepkisini ölçeceğiz diye gereksiz maceralara atılmaya gerek yok, biraz sosyoloji, biraz sosyal - psikoloji kavramlarını bilenler pratikte bazı şeyleri test etmezler... Daha önceden inceden inceye çalışma yapılır ve gezi için ortam hazırlanır... Hazırlanmayan ortamda her türden tepki görünce birilerini suçlamak kolaydır. İşin kolayına gidip suçlayıcı açıklama yapanlar bu siyaset işini bilmediklerini ilan etmiş oluyorlar...  Her şeyi Gladio ile açıklamaya çalışmak, 30 yıllık birikimi ve her köyde oluşturulan PKK imzalarını görmemezlikten gelmek demektir. 30 yıl boyunca devlet sistemli ve planlı olarak bu savaşı tüm ülke saffına yaymıştır. Her köyden bir zengin çıkaramadık ama ölmüş bir asker çıkardık... Bunun tersi de doğrudur, her Kürt köyünden, kasabasından, şehrinden her aileden PKK gerillası acısı vardır... Acının tarifinde asker ve gerilla ayrımı olmaz... Aileler aynı şekilde tepki verir, birisinin arkasında devlet vardır, ötekinin arkasında kendi halkı...  Sonuç olarak bu gezi tarihimiz içinde birilerinin ders çıkaracağı sonuçlar ile yerini almıştır. Umarım ders alınmıştır, yoksa toprak kan ile sulanmaya devam edilir...  Savaş ekonomisinden ve siyasetinden ekmek yiyen daha çook kesim var ve onlar bu durumdan şikayetçi değildir... Bu geziden bir sonuç çıkarmak için konuşmayanlar başka bir anlamı içinde barındırıyor, savaş devam etsin!
Kürtler ve Türkler halklar olarak bir birine düşman değildir, fakat yan yana gelen aynı cemaat üyeleri birden linç yapan canavara rahatlıkla dönüşebilmekte ve bayraklar sallayarak, sloganlar eşliğinde belirli siyasi semboller ile mazlumun katili olabiliyorlar.
Saldıranda, saldırya uğrayanda aslında mazlum halkların temsilcileridir ve üyeleridir. Mazlumu yaratan ise var olan sistem ve devlet yapısıdır. O yapı yasalar ile biçimlendirilmiş, her adım hukukidir. Çünkü 12 Eylül rejimi kendisini yaşatabilmek için, mazlum yaratmak ve mazlumlara baskı kurmak üzerine kurgulamıştır. Mazlumların kanları olmazsa bu sistem yaşayamaz. Maraş, Çorum, Sivas, katliamları, bilim ve aydın insanlara karşı işlenmiş cinayetler,  sokak çatışmaları, kahve taramaları olmasaydı 12 Eylül olamazdı. 12 Eylül’ü yaratmak için bilinçli, planlı ve sistematik olarak ortam yaratılmış ve sonuç olarak 12 Eylül hayata geçmiştir. 12 Eylül’e karşı; Fatsa Nokta Operasyonu ve Kemal Türkler cinayeti ile direnebilecek güçlerin direniş güçleri ölçülmüş ve onların güçleri hesaplandıktan sonra güven ile darbe adımlarını 24 Ocak kararları ile hayata geçirmişlerdir. Sol, bu iki testten yenilmiş olarak çıkmıştır. 12 Eylül sol için yenilginin adının konulduğu gündür sadece.
AKP iktidarı muhaliflerin güçlerini referandum ile ölçmüş, gerekli gördüklerini gönüllü olanları saflarına katmış ve güçlenerek çıkmıştır. AKP aldığı güven duygusu ile her şeyi ben yaparım havasında, gerek görülürse muhalefeti de ben yaratırım özgüveni içindedir. Bugün muhalefet yok söyleminin arkasında bu özgüven yatmaktadır. AKP gibi davranmaya çalışanlar, dini söylemler ile dini söylemler ile mücadele etmeye kalkanlar, toplum içinde yaşanan gerçek çelişkileri gölgelemiş, her seçimden güçlenerek çıkan bir iktidarı yaratmıştır. Emek sermaye çelişkisi yerine cemaat AKP çelişkisini gündemine koyanlar, kitap yazanlar, gündemin rüzgarı ile savrulmakta ve yandaş toplamaya devam etmektedir. Halkların yeniden biçimlendirildiği, devleti oluşturan yasalar, hukuk, eğitim, askeri, sağlık alanında emperyalist devletlerin istekleri doğrultusunda yapılandırıldığı dönemde gerçek anlamda muhalefet ne yazık ki yoktur. Günlük politikaların gündemi içinde muhalefetlik yapanlar ise ancak çıkarları izin verdiği ölçüde ses çıkarmakta ya da sessiz kalarak onaylamaktalar.
Yeniden yapılandırılan devlet, yeni toplumsal sözleşmesi için çıkarlar ölçüsünde ittifaklar kurulmakta ve yeni ittifaklar için güç gösterileri yapılmaktadır. Dünyadan kopuk gibi yaşanan iç sürtüşmeler aslında devletin geleceği için genel anlamda fazla bir şey ifade etmemektedir. Osmanlı’nın yıkılış sürecinde olduğu gibi iç dinamikler ülkenin değişimi için yeterli birikime ve güce sahip değillerdir, dışarıdan dikte edilen değişimlere uyum sağlamak için çaba sarf ettiğimizi düşünüyorum. Dışarıdan gelen etkiler ile değişmeye ve daha da Ortadoğu ülkesi olma yolunda çöl topraklarına doğru itekleniyoruz.
İsmail Cem Özkan

18 Şubat 2013 Pazartesi

Grevler reklamın bir aracı oldu!


Grevler reklamın bir aracı oldu!

Reklamın iyisi kötüsü olur mu? Elbette reklam reklamdır diye bakanlar reklam yapmak için ellerindeki tüm olanakları kullanırlar. O kadar ilginç yöntem bulurlar k, eğer varsa şeytanın aklına bile gelmeyecek her yöntem reklam için malzeme olabilir.
Reklam para verilerek başkalarına yaptırılabilinir, çünkü reklam karşılığında verilen paranın kat be kat daha fazla paranın kasaya girmesi planlanır. O yüzden Türklerin atasözünde olduğu gibi hindi gelecek yerden tavuk esirgenmez! Elbette birkaçınız itiraz edecektir, hindi değil, kaz, kaz! O kadar da kaz olmayın kardeşim hindi dediysem hindidir! Turkey yani turkey! Yaşasın yeni yıl yemekleri! Yoksa batı dünyası bizim gibi ülkenin adını nasıl duyacaktı?!
İşveren bu her an para düşünür, para için anasını satar babasına satar. Ticarette her yol mubahtır, hem bu şekilde aile saadeti bozulmamış, babanın gözü dışarıdan alınıp evin içine yeniden konulmuş olur, hep Amerikalılar düşünüp uygulayıp, biz de sonra onu kopyalayacağız değiliz ya, bizim tarihi bilgimiz daha dünkü Amerikalıdan daha ileri… henüz Amerika’da beyazlar beşik filan sallamazken, bizler baharat ve ipek yolunun üzerinde ticaret yapıyorduk!
Ticaret dediğin nedir ki, al sat, sat yeni mallar al, aldığın malları da çok geniş kesime sat! O yüzden eşek sırtında çerçicilik ancak bizim ülkemizde olurdu, o da yakın zamana kadar köylerde vardı! Küçük Amerika olmak için yollar yapmasaydık, hala çerçici olarak dolaşan küçük esnafımız varlığını koruyacaktı, ne yazık ki geleneksel ticaretimizin izlerini bile silip bugün alışveriş merkezleri merakı içinde bakkalımızı bile yok ettik. Neymiş efendim, küçük olacağına kapitalist gelişmiş ülke ol! Teknoloji sahibi olmadan teknoloji satmaya çalıştık, o yüzden sanayi ülkesi olduğumuzu kanıtlamak için ülkede ele avuca gelen ve bir zamanlar her şeyi yetiştiriyoruz, biz, kendi kendimize yeteriz edebiyatları yaptığımız o çok övündüğümüz tarımı yok ettik. Neden efendim, çünkü biz tarım ülkesi olmayacağı, muasır medeniyetler gibi sanayi ülkesi olacağız. Olmak için sanayi kurmak yerine tarımı yok ederek montaj sanayimiz ile sanayileşiverdik! Sonradan sanayileşen, montaj sanayinin devlet sübvansesi ile sermaye birikimi yapan küüüçük burjuvazisi, burjuva olmak için gidip İrlanda’dan küçük toprak alarak dük olma peşinde olduk. Bazıları gibi dükler nasıl davranır diye kurs bilem almış, ama ee küçükten birden büyümek kolay değil, karışık bir burjuva kültürü içinde dünyayı keşfetmek için colombus’un gemisini tarih sayfalarından çıkarıp, Piri Reis’in haritası eşliğinde yola çıktık! Daha sonra birileri söyledi ki, piri resin uzuuun yolcukları sonunda kellesi vücudundan ayrılmış… kelle mi daha önemli, burjuvazi olmak mı? Yetenekli milletiz vesselam, henüz yapılmamış binaya kiracı alıp, ondan kira aldık… taksim meydanında dikili olan saatte bakma ücreti aldık! Uyanık olmak için uyuyan birilerin olması gerek. Uyanıklığımız ile övündük, aslında uyuyanlar ile dalga geçtik yıllar boyu… her şeyi bilen, her şeyin hilesini hurdasını yapan uyanıklar hep bu milletin çocuğu olarak kaldı… eller devesini Üsküdar’dan geçirmiş, biz hala devenin başını tutmadan Üsküdar’da “katibim setresi uzun eteği çamur” türküsünü söylerken, düşecek bir mendilin hülyası içinde karşı kıyılara bakar olmuşuz!
Reklamın iyisi kötüsü olmaz, çünkü reklam olması için sermaye birikimi yapmış ve ticaret ile uğraşan bir şeylerin olması gerek, o yüzden uzun uzun bizim sermaye birikimimiz üzerine bir iki laf lakırdı ettik! Bizde sermaye birikimini zorla ilk mecliste katip olana yaptırdılar. Katip olduğu efendi, ağa! Bu topraklardan göç edenlerin topraklarına el koydurularak pamuk ticaretinden pamuk banka dönüş yaptırıldı oldu mu yeni bir sermaye birikimi olan zenginimiz! Devlet destekli zenginler oluşturulurken, bu yeni zenginlerin ürettikleri çürük malları kaliteli mal diye yutturmanın yolu gümrük duvarlarına yüklenen vergilerdi. Görünmeyen demir duvarlar ile sermaye birikimimiz; işgal edilmiş, sonra kurtulmuş, sonra yangın ile yok edip yeniden inşaat ettiğimiz İzmir havası eşliğinde teorisi oluşturulmuş ve Amerikan Marshall yardımları ile süt içine topluma zor ile süt tozu içirilen bir eğitimden geçmiş kuşaklar yarattık! Yeni kuşaklar üretmek için değil, tüketmek için bu toplumun vazgeçilmezleri olarak şehirlere doğru göç etmişler. Şehri dediğin taşı toprağı altındır diye masal uydurulmuş, o masalın içinde yer alan altın bir elmadan pay almak için uzak doğunun çöllerinden kalkıp bu toprakları işgal eden atalarımızın ruhu ile batıda yer alan şehirlere doğru sırtımızda bohçalar ile gelmiş, bu yeni zenginlere gönüllü işçi köle olmuşuz. İşçi köle olmaktan bizi bir Karaoğlan kurtarmış, sonra ona demişiz Kıbrıs fatihi! Karaoğlan çalışma bakanlığı yaparken sendikal olmayı özendirmiş, hadi demiş kendi ayağınızdan asılın! İşçiler ilk sendikalarını Amerikan sermayesi ve desteği ile federasyon haline getirmişler. Al gülüm ver gülüm dönemleri taa bu kuruluş sürecinde başlamış. Toplu sözleşme, iş yerinde iş güvencesi, sendika ağalarının bilmem hangi ülkenin adasında iç eğitimden geçmesi filan ile yeni bir süreç başlamış. Sanayi ülkesinde sendika olmaz olur mu? Elbette sendika sanayileşmenin bir göstergesiydi, onu da devletin güzel elerli ile Amerikan bezleri eşliğinde hayata geçirildi. Amerikan bezi üreten Sümerbank’ımız sayesinde sanayileşmek için önemli adımlar attık! Bize biçilen don o günden belli olmuştu, o dona kıçımızı yerleştirmeye sermaye birikimiz ile çabalıyorduk!
Reklam, işte bu kıçımızı Amerika’da biçilen dona kıçımızı yerleştirirken tıpkı sendikalar gibi olmazsa olmaz olan reklamda günlük hayatımıza girdi! Naif, güzel desenler eşliğinde ilk reklamlarımız gazete sayfalarında görünmeye başlandı… Ya yürü kulum denmişti, reklam ile yürümeye başladık! Yeni bir dünya kurulacaktı, o yeni dünyada yerimizi alıyorduk!
Bu kadar laf, söz neden yaptık biliyor musunuz? İki unsuru bir biri ile kucaklaştırmak için!
Sendika ve sermaye sahibi olanların reklamda buluşması!
Günümüzde bir çok işyerinde arka arkaya grevler olmakta ve grevler ile dayanışma konserleri, toplantıları yapılmaktadır. O grev yapılan yerin ismi her gün medyanın güzide saatlerinde söylenmekte. Grev yapılan yerlerin fotoğrafları yayınlanmaktadır. Filmler, fotoğraflar, muhabirler, halaya duran işçiler, bir biri ile pazarlık yapan temsilciler. Reklamın iyisi kötüsü olmaz diyerek, işlerin durduğu veya kötüye gittiği zamanlarda grev haberleri bir anda ortaya serilir. İşçiler kendileri için mücadele ettiklerini bilirler, patronun çıkarı için çalışanlar çaktırmadan patronlarının işlerinin iyiye gitmesi için görünmeyen reklamın bir aracı oluverirler. Patron yani sermaye sahibi işçinin iliğinden dahi yararlanırken, görünümünden de yararlanmayı eksik etmez!
Sendikalar işte burada hizmete girerler, sorunsuz bu reklamın sonlanması için ellerinden geleni yaparlar. Ne şiş yansın ne kebap halleri ile sınıf bir çeki düzen içinde halaylar eşliğinde grev yaparken, birilerinin canı acır, birileri canı acıyanın üzerinde politika yaparak kendisini sendika koltuğuna daha sıkı sarar. Koltuklarından memnun olanlar, işyerleri kapanmasın diye her türlü özveriyi gösterip, işçi ile patron arasında orta yolu bulur. Ve bir grev daha sona ererken, işçi aldığı birkaç kuruş ile zaferini ilan eder, fakat sonuçta uzaktan bakarsan dünden fazla daha iyi bugünü yaşamıyordur, hatta göle görünmeyen bir yaşam kalitesinde düşüklük olmuştur ama ülkenin genel durumu içinde şükretmekten başka çareleri yoktur!
Bunca sene grevler olur, bunca sene mücadele yapılır, işçiler haklarını bir alırlar, bir kararname ile verirler. Alırlar, verirler ve hala yaşam kaliteleri Amerika’daki işçi kadar dahi değildir.
Grev, birileri için reklam aracına dönderildikten sonra, çeşitli işkollarında olduk olmadık zamanlarda grev kararları alınıp, sonra orta yol bulunup çözülmesi meydanında ilgisini hep sıcak tutmuştur. İşyeri cinayetlerinin olduğu alanlarda hiç grev duydunuz mu? O cinayetler bile işverenin; “bakın bizde o kadar çok iş var ki, işçim canını dine takıyor yetiştirmek için…” diye konuşabiliyor. Cinayetler bile reklam aracına dönderilebiliniyor…
Burjuva kendi sendikasını yaratmıştır, danışıklı dövüş içinde yandaş sendika işçilerin haklarını alabilmesi için erk gücünde korku ile işçileri kendi çatısı altında toplayarak bu yeni reklam dünyasında yıldız olmak için her türlü aracı kullanmaktadır. Arada bir gidip bordo yakan sendika efendilerin görmek reklamın bir başka boyutudur. Her şey para için, her şey sermaye birikimi için… her zaman burjuvazi sermaye biriktirmez ki, arada burjuvazinin güvenlik sibobu sendikada sermaye biriktirir! Çok fazla sermaye biriktirmelerine müsaade edilmez, hemen özelleştirilirler!
Çok uzun yazı yazdık, burada bitirelim isterseniz, böyle gelmedi, böyle gider konumundayız… Devran dönecek derler, her an zaten dönüyor ama reklam ile dönen devranda yeni konumlarımızı sürekli tespit etmek zorunda kalıyoruz. Saf ve temiz bir şey kalmadı, reklamın olduğu yerde her türlü gelenek, görenek, inanç, duruş sermayenin bir reklam aracı olabilmektedir. Her şey para için bakılan dünyada güzel olan bir şey kalmaz, evlerimizde plastik çiçeklerin sadece tozlarını alır konumunda oluruz.
Reklamların olmadığı bir dünya özlemi ile…
İsmail Cem Özkan