6 Mayıs 2013 Pazartesi

Anılarını pazarlayanlar, hala pazarlamaya devam ediyor!


Anılarını pazarlayanlar, hala pazarlamaya devam ediyor!

İnsan yaşarken bir zaman diliminde zamanın ruhuna uygun insanlar ile tanışır ve o an ortadan kalktıktan sonra, o anın anılarını ömür boyu anlatarak yaşayanlar bugün varlığını korumaya devam ediyor.
Yaşadıkları birkaç sene, belki birkaç ay bütün ömür anlatılacak anıların toplamı gibidir. Sanki o yaşanan anlar dışında hiç yaşamamış gibi davranır. Şimdi belki yirmili yaşlarda yaşadıklarını anlatan 60 yaş sınırında veya üzerinde olan insanlara rastlayabilirsiniz.  Anılarını fırsat bulduklarında anlatırlar. Onları dinlerken sanki devrim yapmış edası içinde, devrimcilerin emekleri üzerine kendilerine pay çıkarırlar. Devrimcilerin isimlerini anarken ağızlarını doldururlar, ses tonlarını değiştirirler ve öyle içten söylüyormuş gibi nefes alır ve öyle seslerini çıkarırlar. Onları dinleyenler, vay be ne büyük insan bunlar diyebilir. Fakat küçük bir soru bu büyük olan insanların aslında ne kadar boş ve kuru bir gürültü olduğunu ortaya çıkarır.
Soru basittir, o zaman dilimi dışında sen bugüne kadar ne yaptın, varsa çocukların bugün ne yapıyorlar?
68 kuşağı ve daha önceki / sonraki kuşakların (eski solcu (bazıları hala solcu olduğunu vurgular) olduğunu söyleyenler için geçerlidir) ortak bir özelliği var, çocukları genelde devrimci değil, hatta sol ile hiç ilişkileri yok. Başkalarının hayatları üzerine kelimeleri yan yana dizip cümle kurarken, kendi çocukları için piyano eğitimi, iyi eğitim alsın diye ayrıcalıklı okullara göndermek, hatta bir bölümü çocuğunu yurtdışına gönderip politikadan uzakta bilim insanı olması için elinden geleni yapmıştır. Bir bölümünün çocuğu bilim insanı belki olabilmiştir ama genelde vasıfsızlardır.
Korumalı, soldan uzakta yetiştirilen çocuklar bugün ‘genç siviller’ içinde olması ya da onlara yakın bir yerlerde politika yapması da doğal olarak görülebilir, elbette içlerinde politikaya ilgi duymuş olanlar var ise.
Bugün iktidarın yanında, iktidarın gölgesi altında sözlerini sakınmadan söyleyenler, fırsatını bulduklarında geçmişte yaşamış oldukları o anın anılarını birilerine anlatmaktan büyük keyif duymaya ve uygun bir ortam bulduğunda o günlerin ne şanlı ve haklı bir mücadele içinde olduklarını anlatırlar. Elbette iktidarın kulağına konuştukları sözlerin gideceğini bildikleri için bakış noktasına göre yorumlanacak yuvarlak cümleler kurarlar.
Eskinin solcusu, bugün ki liberal ekonominin nimetlerinden yararlananlar veya yararlanmak için iktidarın gölgesine sığınanların çocukları, genelde anne ve babalarının istemleri ve yönlendirmeleri ile apolitik konumundalar. Onlar, lüks lokantalarda ünlemli cümleler kuracak kadar gelirleri olan bireyler olmuştur. Çıkarlarına uygun geldiğinde babalarının eskiden nasıl dayak yedikleri, gerçek Marksist oldukları vurgusunu yaparlar, elbette sol kültürü olan tüketici kesime işadamı olarak sesleniyorlarsa.
Geçmişin solcuları, bugünün liberalleri geçmişin anılarını pazarlayarak ‘etnik pazar’ içinde kendilerine yer elde etmeye ve bir zamanlar var olan saygılarını yeniden kazanmak için her ortamda boy göstermeye çalışıyorlar. Kendilerini gösterebilmek için ölmüş bir solcunun cenazesi en uygun girişim noktasıdır. Oraya gelmiş, vicdanı rahatsız olmuş olan eski solcu - günümüzün liberalleri - ile ilişkiye geçip, kendilerinin islimlerinin de geçtiği anıların pazarlanması için anılarını yazılı veya belgesel görsel hale getirmek için yapımcılar ile ilişkiye geçmeye çalışırlar.
Liberal ekonomi içinde halk değimi ile “dikiş tutturamayanlar” (eski solcular, bugün sola karşı içten karşı olmalarına rağmen, solcuymuş gibi gösterenler) geçmişin anıları yanında bir şey yapıyormuş gibi göstermek adına seminer seminer dolaşıp, gençlere bakın biz bunları yaptık ve her yaptığımız geçmişin eleştirisiydi demekteler. Eğer bir gazetede veya dergide köşe yazısı alanı bulmuşlar ise, orada ünlemli cümleler kurmaya devam ederken, kendilerinin bu toplum için vazgeçilmez olduklarını düşünürler.
Sol kimliğini kaybedenler, anılar ile yaşamaya devam etmekteler.
Sol kimliğini kaybedenler, bir zaman kendilerini ve ailelerini güvence altına almak adına yurtdışına çıkmış bireyler yıllar sonra ülkeye geri döndüklerinde, dün nerede kalmıştık edası ile eski arkadaşlarını aramaktalar. Onlar ile rakı sofralarında anılarını pazarlarken, bugün ne yapabileceği konusunu hep gündemde tutarlar.
Eski solcular geçmişin devrimcilerin anılarını kullanmaktan çekinmezler, çünkü yenilgi ile birlikte onlar, duruş noktalarını; para kazanın, parası olanın adam olduğu yerde yaşamlarını biçimlendirmişlerdir. O yaşam alanında çocuklarına soldan izole eğitim vermişlerdir. Onlar ki, her şeyin pazarlanabileceği ve çıkar içi kullanılabileceği noktadan sinsi sinsi bize gülmeye devam ediyorlar.
Anılarını iyi pazarlayanlar, değişik vakıflar ve dernekler ile projeler yürütür ve o projelerde solun geçmiş birikimi kendi çıkarları için proje konusu yaparlar ve o projelerden sonuçlarını para aldıkları kesime uygun bir şekilde aktarırılar. Projelerde çalışanlar, aldıkları para ile medya önünde popüler işler yapamaya özen gösterirler, ne kadar popüler olursa başka proje alma veya projelerini uzatma için şansları olur.
Eski solcular ellerini kirletmişlerdir, o yüzden neye dokunurlarsa kirletmeye devam ederler.
Anılarını pazarlayarak gemilerini yürütmeye çalışanlar, aynı zamanda çevrelerini kirletmeye ve bugünkü duruşları ile devrimci adaylarını pasifsize etmeye devam ediyorlar.
Elbette solcu geçmişi içinde hala temiz olanlar kalmıştır, onlarda mücadele alanlarında sağlıkları el verdiğince omuz omuza mücadeleye devam ediyorlar. Onlar, çocukları ile birlikte kavgada ön safta olmaya devam etmekteler. Başkalarının çocukları için savaş stratejisi çizmeyenler, onurlu olarak aramazda durmaya devam ediyorlar. Mücadele alanında en önde yer almayanların devrimci bir politika üretemeyeceği Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin hayatına bakarak bilirler.
Eski solcu ile sol görüşü savunan devrimci insanlar arasında çizgi, söze ve anılara bakmaz, mücadele alanında yaptıkları ile birbiri arasında kalın bir çizgi çizer.
İsmail Cem Özkan

Güçlünün demokrasisi!


Güçlünün demokrasisi!

Gücü elinde bulunduran, her türlü zorbalığı yapabileceğine inanır. Yaptığı her şeyin hoş görüleceğine, çünkü güç ona karşısındakinin söz söyleme hakkını elinden aldığına inanır. O yüzden güçlü olanlar genelde çok konuşur ve konuştuklarının doğru olduğunu karşı taraftakilerin peşinen kabul ettiğine inanır.
Güç öyle bir şeydir ki, tek doğrunun kendi doğrusu olduğunu sürekli vurgular ve insanların doğruya zaman içinde ulaşacağına inanır. O yüzden, o zamanın ne kadar kısa olursa o kadar iyi olduğunu düşünür. Doğruya ulaşmayanları ise aptal olarak tanımlar.
Tek doğru vardır, akıl o tek doğruda birleşir!
İnsanlık tarihi içinde güç ve güçlünün yaratmış olduğu yıkımlar ile doludur. Güçlü olan, yıkımında gölgesi gibi kendisini izlediğini hiç önemsemez. Güçlü olan yıktıklarını ve yok ettiklerini görmez, söylenmesine de tahammülü yoktur. Kendisine karşı gelinen her türlü direnci; meydan okuma olarak görür ve o meydan okumaya güç gösterisi eşliğinde ezmeye çalışır.
Güçlülerin meydan okumaları ile doludur, tarih.
Güçlülerin yapmış olduğu zalimlikleri not düşer, tarih.
Güçlüleri adına savaşanların bir birini boğazlamaları sonucu kan gölüne dönmüş meydanları not eder.
Güçlüler savaşmazlar, çünkü kendi adlarına savaşan isimsiz binlerce kahramanı kendi çevrelerinde kapı kulu olarak beslerler.
Güçlü olan bilir ki, savaş meydanında bir ok, gücün sembolü olan kendisini attan aşağıya düşürebilir. Bir anda, sırça köşkte oturanın köşkünün yıkıldığına şahitlik edenler, anında o güçlüye sırtını dönebilir.
Güçlü, ne kadar güçlü olursa olsun, tek başına hiçtir. Tarihin karanlık çağı buna benzer olaylar ile doludur.
Tarihin karanlık çağları; güçlülerin, binlerce insanın ölümüne giden yolda aldıkları kararlar ile döşelidir.
Güçlülere karşı güçsüzlerin savaşı tarih boyu hep vardır.
Güçsüzler, kendilerini güvence, güçlüleri denetim altına almak için, sistemler geliştirmiştir. Sistemleri güvence altına almak için çareler düşünmüştür. Fakat yaşadığımız bugün dahi o mekanizmaları gerçek anlamda kuramadıkları ortadadır.
Güçlüler fırsatlarını bulduklarında kendi güçlerini artırmak için her türlü mekanizmayı kullanmaktan çekinmemişlerdir, çünkü onlara göre tek doğru vardır ve kendi ideal hedefi için zor kaçınılmazdır.
Güçlü olanlar zor kullanarak tarihi ileriye götüreceğine inanırlar.
Demokrasi denilen mekanizma; güçlüler karşısında güçsüzlerin haklarının korunması üzerine oturtulmuştur, fakat bu niyet bugün tam zıddı yönde işlev görmektedir. Güçlülerin ve çoğunluğun haklarını güvence altına alan ve gerek görüldüğünde rafa kaldırılan ve gerek görüldüğünde raftan indirilip uygulanan bir kelimeye indirgenmiştir.
Devlet isterse görevimi yaparım, devlet isterse şapkamı alır giderim anlayışı uygulanan demokraside doğal karşılanır olmuş.
Devlet mekanizması güçler arasında denge kurmak için uydurulmuş soyut bir kavram iken, bugün devlet, güçlünün gücünü sürekli olarak koruyabileceği, savunabileceği bir somut mekanizma haline getirtilmiştir.
Güçlü isterse kendisini protesto eden güçlere izin verebilir, istemediği an toplumda bir protesto fikri bile oluşturmayacak şekilde baskı mekanizmasını kurabilir. Demokrasilerde göstermelik olsa da muhalefet olacağını kabul edildiğinden, gerek gördüğünde güçlü; muhalefete söz söyleme hakkını verir ve sınırını belirleyebilir.
Bugün yaşadığımız zamanın ruhu içinde muhalefet güçlünün gölgesinde sesini çıkarabilendir. Sesini gölgenin dışında çıkarana ise devlet; marjinal ve terörist damgasını hemen vurur.
Gelişmiş ve geri bıraktırılmış ülkelerde demokrasi oyunu birbirine benzer, her ne kadar değişik sistemler uygulanıyor olmuş olsa da. Gerek görülürse özgürlükler nispi olarak verilebilinir, fırsatı olduğunda ve çıkarlar ile çatıştığında geri alınır.
Yaşadığımız zamanın ruhunda; azınlıklar ve kapitalizmin sonunu getirecek olan işçi sınıfına karşı çoğunluk haklarını savunan ve güçlendiren (çoğunluğu bordolar ve din ile kontrol altında tutan) sınıfın demokrasisidir.
Zamanın ruhunda ikinci dünya savaşı sonrası çıkan ve güçlenen azınlık hakları kavramı çöpteki yerini almak üzerinedir. Avrupa ve Amerika’da yükselen ırkçılık rüzgarı fırtınaya henüz ulaşmış değildir, fakat bu fırtına zamanında kapitalizmin uzun süredir devam eden kriz için bir çıkış kapısı olduğu düşüncesi bilinç altında ki yerlerini almıştır.
Savaş, krizin çıkış kapısı olarak kullanılması tarih boyunca sürmüştür ve uygulanmıştır. Her savaş krizi ya ortadan kaldırmış ya da daha da derinleştirmiştir.
Azınlıkların hakları güvence altına almayan her demokrasi rafa kaldırılabilir ve gerek görüldüğünde yeniden uygulanabilir özelliğini korumaya devam etmektedir.
Azınlık haklarını güvence altına alan demokrasilerde ise, çıkarlar azınlıkların yok olmasını istiyorsa, azınlıklar sadece güçlünün önünde engel olarak görülür ve gerek görüldüğünde yok edilir. Şimdilik geri kalmış ülkelerde bu sistem uygulanmaya devam ediyor. Son on yıllar içinde yaşanan soykırım, bu bakış açısının bir ürünü olarak tarihin kanlı sayfalarındaki yerini almıştır.
Güçlünün demokrasisini yıkacak güçte bu sistemin içinde varlığını bloklar arası savaşta zayıf düşmüş olsa da varlığını korumaktadır.
Güçlünün gücünü elde ettiği mekanizma elinden alınıp, kontrol edilebilir hale getirildiğinde gerçek anlamda demokrasi için adım atılmış olabilinir.
Güçlü, gücünü uygulanan demokrasi kuralları içinde alınamayacaktır, çünkü hiçbir güçlü gücünü seçim denen ve hilelerle açık bir sistem ile kaybetmek istemez. Seçimi kontrol eden ve kamuoyu araştırmaları ile kamuyu yanıltan bilgiler ile medya gücünü kullanan bir güç, var olan yasal ve hukuk düzenlemeler ile özneler değişmiş olsa da varlığını korumaya devam eder.
Tarih çözümsüzlüğün hüküm sürdüğü zamanın ruhunda 1917 yılını not eder ve umut, her zaman güçsüzler tarafında vardır.
İsmail Cem Özkan