Geziden geçtik, özgürlük yolundayız!
Gezi parkı olayları yeni başlayan bir süreç değildir, uzun
süreli ve devamlılığı olan bir çalışmanın ürünüdür. Gezi ve Taksim için sürekli
nöbet tutanlar bugünkü yaşanan olayların olacağını hayal bile edemiyorlardı ama
bunu onlara ve bizlere yaşatan ülkenin başbakanın anlam verilemeyen(!) inadıdır.
Bugüne kadar gündem değiştirme ustası olan Erdoğan, bu son çıkışı ile gündem
değiştirdi ama kendi sonunu hazırlayan bir gündem oldu.
Erdoğan neden bugünlerde gündem değiştirme ya da gündem
belirleme telaşına düştü?
Bu sorunun yanıtı aslında görüldüğü kadar basit değil, çok
karmaşık ilişkilerin düzenli, planlı ve sürekliliği olan bir şekilde kontrol edilememesinin
sonucudur. Son günlerde yaşadıklarımız son on yılın birikmiş sorunlarının
patlamasıdır.
Erdoğan ve toplum mühendislerinin bugüne kadar bir anlamda
başarılı çalışmaları sonucu üçüncü defa başbakan seçilmiş, Ortadoğu ve dünya
liderleri arasında kendisini görür bir ilizyonun içinde buldu. Erdoğan’a aslında
arkasından bir ışık tutulmuş, Erdoğan’da gölgesinin büyümesine bakarken bir
anda gördüklerinin gerçek olduğuna inandı ve o inanç ile var olan baskıcı yönü
dışa vurdu. Tek başına karar veren, tek başına uygulayan ve etrafında sürekli
biat eden bir çevre içinde tüm toplumu çevresinden algılar oldu. Bu diktatörlük
yolunda giden bir yolda çevrenin ne kadar etkili ve biçimlendirici olduğunu
kanıtladı. Zayıf kişiliği ve gerekli siyasi birikiminden yoksun olması, dil
bilmemesi yüzünden dünyadaki gelişmelere hakim olamaması, kendisine anlatılan
kadar dünyayı izlediği bir liderin başına gelebilecek en kötü şey geldi,
kendisini vazgeçilmez, tek bilen ve tek karar alan olarak gördü. Tarihin saklı
yerlerinde duran liderlik profilinin söylemini de eline alan Erdoğan, bir anda
efendi olarak çağrılan biri oldu. (o güne kadar hocalarının dizinin dibine
çömelip onların söylevlerini dinleyen biri, eline gücü aldığında iyi bir karar
verici (efendi) olduğuna inandı)
Her sözü, her davranışı efendinin niyeti okuyanlar
tarafından yorumlandı ve çevreye o şekilde bilgi akışı sağlandı. Efendi rahatsız
olduğu için medyada olaylar göstermeyin dendi, tüm ana akım medya sahipleri
efendinin sözünü geri çevirmedi, çünkü efendinin şimşeklerini çekenler soluğunu
sürgünde ya da iflas etmiş halde alma tehlikesi büyüktür, sermaye elinde
bulunan medya patronlarının kaybedeceği çoktur, kimse riske girmek istemez!
O, artık geri dönüşü olmayan bir diktatördü ama kendisi dahi
diktatör olduğunu görebilecek kadar aynaya bakmıyordu. O aslında toplumu için
iyi şeyler istiyordu, o memuru, askeri, polisi, valisi… için hep güzel şeyler
istedi ama onların istemi ile kendisinin istemi paralellik göstermedi. Tarih ve
toplum tek doğrunun etrafında dönmüyor…
Erdoğan, siyaset denge oyunu olduğunu ve dengeler içinde
kararlar alınabileceğini gözden kaçırdı. Tek hakim olduğu iddiası ile dengeler
ile rahat oynayabileceğini düşündü. Bir ara MHP yan cebinde taşırken, ertesi
gün sol liberalleri yan cebine aldı, daha ertesi gün Kürt ulusal mücadelesinin
lideri ile masaya oturup yan cebine koymaya çalıştı... yan cebinde o kadar
değişik kesimleri alıp attı ki, sonuçta kimler paradigmaları ve kişilikleri
gereği o cepte olmak için gönüllü bile oldular. Cepten düşenler, düştükleri
günlerde en keskin Erdoğan karşıtı sözü söylerken, çıkarına uygun bir adım
atılma ihtimali dahi olduğunda yeniden Erdoğan ile görüşme kuyruğuna girdiler. Paradigmasına
sadık kalanlar bilir ki, iktidarın elini öpen bal yalar! Her iktidar döneminde iktidarına
göre söylem geliştirenler, yuvarlak cümle kurmaktan kendileri yuvarlanmaya
devam ediyorlar. Her ortamda, farklı anlaşılacak cümleler ile günleri
kurtaranlar, ceplerini doldurmaya devam etmekteler. İktidara övgüde ve
düştüğünde sövgüde sınır tanımayan bir kültür ve ürünleri bu ülkenin toprağı içinde
boy atmış durumdalar.
Erdoğan aşırı özgüven içinde olaylara yaklaştı ve aklına
gelen ilk şeyi sesli olarak seslendirdi, nasıl olsa hep bastırmıştı, hep
kazanmıştı. Yenilgiyi görmeyenler, başarının yaratmış olduğu kendi evreninde
yolunu çabuk kaybederler ve Erdoğan yolunu kaybetti, 1 Mayıs’ta olduğu gibi
işçi sınıfına ve onun dostlarına sıktığı gazın altında bırakacağına inandı.
Erdoğan bugün yaşanan sürecin başkahramanıdır, o olmasaydı
bugün özgürlük direnişi tüm ülkeye bu şekilde dağılma imkanı olmayacaktı. Onun sert
ve anlamsız çıkışları, herkesi küçük görmesi, kendi arzularının tüm toplumun
arzusu olarak görmesi bugün toplumda ülke çapında gelişen özgürlük meşalesinin
ateşini yaktı ve büyütmeye devam ediyor. Bu ateşi iyi değerlendirenler
barikatlar arkasında bir Fransız deneyimini yaşayabilirler.
Yaşanan süreç ile ilgili kesin tahminler bulunmak zordur. Yaşanan
sürecin romanın ve öykülerin satırları yaşanırken oluşur, olay bittikten sonra
kağıda dökülür.
Bugün her yaşadığımız an tarihin geçiş ve kırılma sürecidir.
Bu sürecin sonunda hiçbir şey eskisi olamayacak. Bu sadece ülkemiz içinde
geçerli değildir, bu yayılan özgürlük ateşi bütün dünyayı kuşatmaya devam
ediyor. Her toplumsal olayın etkileri; iletişim ve lojistiğin olanakları içinde
daha hızlı ve daha geniş alana yayılıyor…
Erdoğan ününü bugün Hitler ve Mussolini ile karşılaştırır
oldu, elbette tesadüf değildir. Bu yaşanan sürecin bir izdüşümüdür. Eğer ülke topraklarını
bombalamaya başlar ise İspanya kralı Franko ile özdeşleşebilir.
Karmaşık ilişkileri düşman - dost gibi kesin çizgiler ile
ayıran ve tavrını o şekilde koyan birinin, bu siyasi koşullar içinde yerinin
olmadığı; dinler, kültürler arası diyalog kurmaya çalışan çağdaş topluluklar
içinde yerini alamayacağını yaşayarak öğreniyor.
Erdoğan, tercihini kendisi yaptı ya da yaptırıldı hiç önemli
değil, bugün artık eski danışmanın dediği gibi çöp kutusuna gidecek olan
deliğin kenarında duruyor ve üzerine bir su dökülerek tarihin çöplüğünde olması
gereken yerde yerini en kısa zamanda alabilir.
Erdoğan ve arkadaşları sonuç olarak iktidardan uzaklaşacaktır,
bu yaşanan süreç onu fısıldıyor, yakında bağırıp bağırmayacağına sokaklardaki
seslere bakarak söyleyeceğiz.
Onu iktidarda tutan sermaye ve global dünyanın efendileri
tercihleri yaşanan sürecin ne kadar uzun olup olmayacağına karar verecektir. Bu
süreyi belirleyecek olan da ülke içinde gelişen direniş çizgisinin etkisi ve
kitleselliği önemlidir. Elbette bu direnişi örgütleyenler global dünyanın ve
sermaye guruplarının beklentilerini de yok ederek, tam bağımsız bir ülkede
yaratması için her koşulun var olduğu gerçeğin altını çizmeden geçemeyeceğim. Süreci
iyi örgütleyenler; istediklerini elde edebilecek bir sürecin içindeyiz.
Kısaca, Gezi’den çıktık yola, özgürlük türküleri ile tüm
ülkenin meydanları, sokakları şenlik havası içinde direniyor, direndikçe yeni
çözüm yolları, yeni ilişkiler yaratmaya devam ediyor.
Özgürlük türküsü söyleyen ve toprağa düşen her vatandaşımız
bizim onurumuzdur, direnenler sözlerini söylemeye, türkülerini söylemeye devam
ediyor. Onurlu insanlar özgür oldukça daha çok üretmeye, daha çok bir biri kucaklaşmaya
ve bir arada yaşama kültürünü geliştiriyorlar.
Ne mutlu, bu tarihin kırılma noktasında meydanlarda
seslerini yükseltenler.
Ne mutlu, bir birini hiç tanımadan, gazın altında
yanındakinin omzundan tutup, gaz ve tazyikli suya direnenler!
Ne mutlu, bugün özgürlük türküsü söyleyenler, özgürlük için
halaya duranlar!
İsmail Cem Özkan