15 Haziran 2013 Cumartesi

Özgürlük mücadelesi, devleti yok ederek başarıya ulaşır!

Özgürlük mücadelesi, devleti yok ederek başarıya ulaşır!

Özgürlük mücadelesi bir park ile başlamadı elbette, fakat ülkemizde bir park özgürlük çığlığı ile kitleselleşti, parkın sınırlarını aştı ve evrensel bir hareketin ivmesi oldu.
Gezi Park’a iki gün arka arkaya sabah ezanı ile başlayan saldırlar, gezi parkının sınırını Antakya, Ankara, İzmir, Antalya, Samsun, Artvin sınırlarına kadar bir anda ulaşması ile sonuçlanmıştır. Peki, bu dalganın yayılmasının arkasında sadece Gazi Parkı’na dokunmak mı var, elbette hayır. Sorun park sorunundan çıkmış “özgürlük ve yaşam alanını” savunmaya dönüşmüştür. 
AKP ve iktidar ise özgürlük mücadelesini park ile sınırlamak ve parkın yıkılıp yıkılmaması üzerine kurduğu bir savunma mekanizması bugünlerde kurmaya çalışmaktadır. İlk günlerde ki iktidarın lideri Erdoğan’ın dillendirdiği algılama sorununu yokmuş gibi gözükmekteler. Onun yerine kamuoyu oluşturmak ve kamuoyunun görüşlerini kendi ve denetimindeki medya aracılığı ile liberal ve kendi yorumcuları ile yeni bir propaganda dönemine girmiş bulunmaktalar. Bu liberal ve yandaş yorumcuların yanında, muhalefette olan ve mecliste kendisini ifade etme şansını yakalamış partiler de, AKP ile aynı yeden bakarak olaya yaklaşmakta ve sadece park ile sınırlı bir sivil mücadele olarak yorumlamaya çalışmaktalar.
Meydanlarda dillendirilen özgürlük istemi, var olan tüm statükoyu ve o statükodan beslenenlerin bir anlamda sonu anlamındadır.
İlk günlerde Erdoğan ağzı ile saldırgan ve bastırarak hemen yok edeceği düşüncesi yerine, şimdiler de uzlaşma ve diyalog ile bu sesi yok etmeye çalışmaktalar.
İktidar ve muhalefet el birliği içinde, söylemde küçük farklar olsa da sandığı işaret etmekteler. Hep bir ağızdan “bizler iktidara geldiğimizde o park sorunu çözeceğiz” diye fısıldamaktalar. AKP ise onların bu fısıltısını kendisi ele almış, bu sorunu ortaya çıkaran yok eder anlamında; “sorun bize iletilmiştir, hukuk içinde çözeceğiz” demektedir. AKP paket anayasa maddeleri ile ilgili geçmiş referandumla hukukun tüm denetim ve yönlendirme mekanizmasını tekeline almış, Adalet Bakanlığı gözetimi ile hukukun işlerliğini düzenlemektedir.
Referandum ile ‘yeni yaratılmış’ devlet işleyişi, bugün sorunların ‘temelinde’ olduğu gözden uzak tutulmaya çalışılmaktadır, çünkü referandum sonucunda iktidarın başbakanı, elde ettiği güç ile; “ne dersem o olur, benim dediğim olur, başka şeyi kulağım duymaz” anlayışını en üst noktasına çıkarmıştır.
“Ben değişmem, ne demişsem o olacaktır” anlayışı ile Gezi Parkı’na yönelik acımasız saldırlar ve sonucunda ölen, yaralanan gençlerimizin acısı üzerine bir sünger çekilmek istenmektedir. Ve denilmektedir ki, özgürlük mücadelesi başka bahara kalmıştır, onunda gerekirse biz getireceğiz anlamına gelen devletin (Erdoğan’ın)  bürokratları eli ile gençler ile göstermelik gece yarısı toplantılar ve randevular yapılmaktadır.
Gezi parkı özgürlük mücadelesi olduğu ve bu mücadelenin meşru olan zemini yok etmek için devlet kendini savunmaya var olan yasal partiler eli ile gençler üzerine baskı kurmaya devam etmektedir. Bunun en çıplak göstergesi CHP milletvekili provokasyon ediyor diye bir gencin üzerine uçarak ayağı ile müdahale eden fotoğrafıdır. Öz savunma içinde olan bir gencin mücadelesini otel odasından gören ve o gence müdahale için odasından çıkan bu vekilin davranışı devleti korumak ve onun parçalanmaması için her türlü özveriyi göstereceği anlamını taşımaktadır.
Provokasyon kelimesini en çok kullananlar tarih bize göstermiştir ki, en çok provokasyonu yapanlardır. O yüzden devlet her türlü savunma içine girdiğinde bu kelime gündeme gelir ve toplum üzerinde ve özellikle özgürlük mücadelesi verenler üzerine sansür, baskı ve bastırma aracına dönebilir.
Gezi Parkı mücadelesi özgürlük mücadelesidir, bu mücadeleyi görmüş, anlamış ve sahiplenmiş olanlar meydanlarda, akşam 21’de penceresinin önünden tava, ıslık, düdük çalanlar ile daha da genişlemiş ve yayılmıştır. Brezilya’da, İngiltere’de, uzak/orta/yakın Asya’da da karşılığını bulan bir özgürlük dalgasına dönmüştür. Bu dalga hedefine varana kadar varlığını koruyacaktır. Her ne kadar askeri, polis veya başka şekilde bastırılmaya çalışılırsa çalışılsın amacına şimdiden ulaşmış ve var olan tüm algıları, önyargıları yıkmıştır.
Bugüne kadar kendilerine devrimci, yurtsever, demokrat, ilerici gibi sıfat takanların sıfatlarını ortadan kaldırmış, gerçek yüzlerini ortaya sermiştir. Devletin güçlenmesinden ve varlığından nemalananlar ile özgürlük isteyenler ve özgürce bir arada yaşamayı savunanlar arasında kalın barikatlar kurulmuştur.
Namaz kılanlara, parka, çocuklarına saldırı olmasın diye anaların el ele tutuşarak gerçekleştirdiği insan zinciri özgürlük mücadelesinin simgeleridir. Bir arada, özgürce yaşayabilmek için sadece bu iktidarın gitmesi değil, var olan tüm devleti güçlendiren yapının yok olması için mücadeleye devam…
Devletin varlığı ve güçlü olması yaşadığımız son yüzyıl içinde bize göstermiştir ki, işgal, katliam, savaş olarak bize dönmüş, gözyaşı ve kan ile topraklar sulanmıştır.
Geleceğimiz ve çocuklarımızın özgür bir ortamda yaşamasını istiyorsak, onların kanları ile toprakların sulansın istemiyorsak devleti koruyan ve bizim biçimlendiren her türlü baskı aracını ortadan kaldıran özgürlük mücadelesi meşrudur ve savunulmayı hak ediyor.
“Susurluk Kazası” ile başlayan halk muhalefeti yeni bir aşamaya girmiştir. Halk var olan tüm siyasi partilere yüz vermemiş, yeni rotasında özgürlük istemini meydanlarda biber ve gaz bombaları altında özgürce ifade etmeye devam etmektedir.
“Bir Dakika Karanlık” eylemi bugün yine aynı saatlerde tencere, tava, düdük sesleri ile yeni biçimi ile özgürlük çığlığını ülkenin tüm evlerine yaymıştır. Var olan yandaş medyanın hiç görmediği bu eylem biçimi komşudan komşuya iletilmeye ve büyümeye devam etmektedir. 
Sonuçta “devlet için halk” yerine” halk için devlet” anlayışının dönüştüğü günleri yaşıyoruz, bugün saldıranlar, gaz bombası atanlar devletin gücü ve yaşaması için halkı karşısına almaktadır.
Özgürlük mücadelesi, devleti yok ederek başarıya ulaşır!
İsmail Cem Özkan

10 Haziran 2013 Pazartesi

İsyan umudu besler!

İsyan umudu besler!

Tarihin kırılma noktaları genelde yaşandıktan sonra anlaşılır, fakat bizler tarih yaşarken o kırılmanın sesini duyabilen şanslı kuşaklardanız. Bizim kuşağımız; dünyanın siyasi haritasının, ideolojilerin, yaşam duruşların, beklentilerin sürekli değiştiği bir dönemin zaman ruhunun içindeyiz. Savaşların, işgallerin toplum üzerine etkilerini, medya ile toplumun yeniden biçimlendirildiği, eğitim ve sağlık politikalarının tamamı ile rant üzerine oturtulduğu bir dönemde yaşıyoruz. Devlet kavramının ulus devleti anlayışından çıkıp, global ekonominin birer parçası haline getirtildiği, yer altı ve üstü zenginliklerinin büyük firmalara peşkeş çekildiği, yerli işbirlikçi hükümetlerin işlevlerinin tamamı ile büyük firmaların çıkarları yönünde düzenleme yapmak ve işbirlikçilerin kasalarının rüşvet paraları ile dolduğu dönemi yaşamaktayız.
Bireyin rakama indirgendiği, banka ve sigorta numaralarının büyük birader tarafından rahat izlenmesi için evrensel kodların verildiği bir zamanın içinde, birey olmayı önemsetiliyormuş gibi gösterilip, birer tüketici konuma indirgendiğimiz zamanın içinde isyanın değişik şekillerde dillendirildiği bir zaman çizgisi üzerindeyiz.
İsyan her zaman diliminde varlığını korumuştur, her zaman dilimi isyanı kontrol altına almak ve onu yönlendirebilmek için değişik araçlar geliştirmiştir. Yaşadığımız zaman diliminin isyan ruhu Paris barikatlarında komin kurularak başlamış ve bugünde varlığını korumaktadır. Paris ruhu bugün Türkiye toprakları içinde değişik şehirlerde yaşamaya devam ediyor.
İsyan insanlık için bir umut olmayı sürdürüyor.
İsyan bir umuttur, her ne kadar bastırılırsa bastırılsın süreklidir ve düzenli bir şekilde sisteme karşı sesini değişik zamanlarda değişik topluluklar içinde ayağa kalkar!
Ülkemizde isyan bir sabah polis baskını ile başladı.
Polis, baskısını ve orantısız güç gösterisini ertesi gün de devam ettirince isyan bir anda Gezi Parkı direnişi olmaktan çıktı ve “özgürlük” direnişi oldu. Türkiye’ye hemen yayılmadı ama ağır ağır yayılmaya devam ediyor.
Ülkenin başbakanı Erdoğan bir şey yaptı, her toplum katmanını ayrım yapmadan karşısına aldı ve sürekli saldırdı. Her konuşması yeni olayların ateşlenmesi için kıvılcım yarattı. Orantısız güç gösterisi onun karşısında kendiliğinden bir direnişi örgütledi. Yani, olayları Erdoğan yönetti, geliştirdi ama kontrol edemedi. O korku ile topluma biçim vermeye kalktı, uzun süredir başarılı bir şekilde yaptığı yöntem bu sefer tutmadı, ters tepti.
Bugün isyanın ikinci haftasını yaşıyoruz, İstanbul bir haftadadır çok sakin, karnaval havası içinde... Ankara direniyor, neden orada randevu vermiş gibi her gün aynı saatte ve aynı yerde saldırıyor anlamış değilim. Adana direnç içinde, diğer illerde protestolar devam ediyor...  
AKP tarafından organize edilen mitingler ve açılış toplantıları ile Erdoğan halka seslenmeye devam ediyor. Her seslenişi ile yeni bir cephe yaratmak için ortam hazırlıyor. Çevrede yaşanan savaşın ateşini ülke içinde çekerek, bugüne kadar eleştirdiği liderler gibi kan ile beslenmek için ortam hazırlıyor. (Roboski ve Reyhanlı katliamları konusunda parmak izini unutmuyorum) Savaş koşulları ile iktidarını uzatmaya çalışan Erdoğan, yeni isyanların da oluşumu içinde her türlü ekonomik, siyasi, toplumsal ortamı konuşmaları, polise (direkt ya da onun niyetini okuyan siyasiler) verdiği direktifler ile hazırlamaktadır. Her saldırı, her çatışma, her yaralanma ve can kayıbı korkuyu beslemek yerine direnci besliyor ve büyütüyor. Erdoğan bu süreç içindeki en büyük şansı, karşı taraftan örgütleyebilecek bütünlüklü bir siyasi yapının olmamasıdır. Ülke çapında yayılmış bir muhalif hareketin henüz kendisini toplayamamış ve tek bir çatı altında buluşmaması ülkede yakılan isyan ateşinin sadece belirli metropol şehirler ile sınırlı kalmasını ortaya çıkarıyor. (Elbette bu uzun süre devam edecek değildir, isyan kendi içinde örgütlenir ve isyanı yayabilecek bir birikime sahip olacaktır. )
Elbette zaman örgütlenmeyi beklemeyecektir, bunu tarih dip notları ile yazmaya devam ediyor.
İsyanın en zayıf karnını Kürt sorunu teşkil etmektedir. 1980 faşist darbesinden bu yana devam eden bir isyanın (bölgesel iç savaşın) yaratmış olduğu travmalar örgütlenmeler önünde engel ve olanak olarak durmaktadır. Bunu isyanı örgütleyecek yapıların yeteneğine bağlı olarak kullanılabilecek büyük tecrübeyi içinde barındırıyor. İyi organize olan bir isyanda; Kürt sorunu engel değil, olanağa dönüşür, fakat kötü örgütlenmiş ve dar bakış açısı içinde yapılan bir isyan için ise engel olmaya devam eder. Kürt sorunu çözümü bir masa başında Abdullah Öcalan ve MİT (hükümet adına) arasında başlamış ve devam eden bir süreçtir. Bu sürecin sonlanmaması için Kürt tarafı her türlü özveriyi göstermektedir. O kadar çok dikkat ediyorlar ki, herhangi bir AKP muhalefeti olabilecek toplumsal olaylara gözlemci olarak göstermelik rakamlar ile katılmaktadır. Bu geçtiğimiz 1 Mayıs İstanbul eylemlilikleri ve son yaşanan Gezi Parkı isyanı ile daha çıplak olarak ortaya koymuştur. Kürtler verdikleri sözlerinde dururken, hükümet (sorunun tarafı), toplumu daha da germekte ve polis baskısı ile bu yaşanan süreci (isyan) ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Hatta kendi seçmeni ve taraftarı zaman zaman eylemlerin olduğu noktada polise embeddet olarak kullanabilmektedir. Kendi denetiminde olan ve ekonomik olarak sıkıştırabileceği medyayı kendi amacına uygun dil kullanmaya zorlamaktadır. Irak işgalinde Amerikan askerlerinin kullandığı yöntemleri ülkemize uyarlanmış halini yaşayarak görmekteyiz.
Bütün yaşananlar Türkiye tarihinde ilk defa oluyor. Ortada devrimci gibi gözüken örgütler var ama olaylara sadece katılma dışında yapabildikleri ne güçleri ne de bilgi birikimleri var. Kısaca bu işi adlarında yer alan devrimci bir anlayış ile yönlendiremediler, çünkü o şekilde örgütlenmiş bir yapılarının olmadığı bu süreç ile daha çıplak ortaya çıkmıştır.
Şimdilik ortada giden bir süreç, Erdoğan konuştukça hareketlenen ama o susunca festival havasına bürünen bir süreçten bahsediyorum...
Bu süreçten kişisel olarak fazla beklentim yok, ilerisi için büyük derslerin olduğu tecrübeleri bırakacak, bundan kuşkum yok. İnternet ortamında izlediğim kadarı ile; İtalya örneğinde olduğu gibi yeni parti kurma arayışları var. İtalya’da bu işi hiciv ustası -dahi bir beyin- dik çıkışlar yapabiliyordu, kısa sürede örgütlendi ve başardılar. Yine tecrübe olarak, bir çok ülkede gerçekleşen Korsan Parti girişimleri var ama her iki tecrübe ne kadar ülkemiz gerçekliği ile örtüşür yaşamadığımız için bilemiyorum.
Buraya yaz geldi ama bahar havası hala var...
İsyan kendi dilini yaratıyor, yarattıkça tecrübelerini ileriye taşıyacaktır. Eğer isyan Erdoğan’ın belirlediği saldırgan dili kullanarak kendisini geliştirmeye çalışırsa ileriye taşıyabileceği fazla bir birikimin olacağını düşünmüyorum.
Bu süreç henüz dönüşü olmayan sınıra ulaşmış değildir, her an her şey olmaya açık bir tarih çizgisi içindeyiz. Olasılıkları çok fazla olan ve bu olasılıkların birini yaşayacağımız bir zaman dilimini geçmekteyiz. Elbette her birey bulunduğu noktadan bu yaşananı görecek ve yorumlayacaktır, tek doğrun, tek bakış açsının olmadığı bir sürecin tarihe nasıl yazılacağını açıkça bugünden merak ediyorum.
Erdoğan geçmişin birikimini bugüne taşıyan devletçi bir liderdir. Devlet önceliklidir ve her alınan karar devleti ve iktidarı güçlendirmiştir. Her ne kadar göstermelik olarak geçmişin tortularını temizlemiş olsa da aslında devleti güçlendirmiş ve tarihin çöplüğünde yer alan kanları olduğu yerde, sorumlularına yeni payeler vererek yeni devlet yarattığını iddia etmiştir. Yaşanan isyan süreci bunu yıkmıştır. Devlet güçlendiği için, baskı aracına dönüşmüş, her türlü özgürlük; gerek kanun, gerek (sonradan uydurulan) töre / gelenek / adet ve yasaklar ile ortadan kaldırılmıştır.
Yaşadığımız kırılma süreci bizi yeni özgürlüklere mi, yoksa yeni yasaklara mı taşıyacağını zaman içinde göreceğiz. Benim umudum özgürlük ve demokrasi ama şimdiden kehanette bulunamam…

İsmail Cem Özkan