18 Temmuz 2013 Perşembe

Karşıda neler oluyor?

Karşıda neler oluyor?

Her toplumsal olayın tarafları vardır, her tarafın kendisine göre kahramanları. Bu zaman diliminde yaşayan olayların tarafları ve her tarafın kendisine göre olaylara bakışı var. Çatışan taraflar kadar çatışma içinde olmadan izleyen ve umursamaz kalan bir kesim olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Her koşulda ve her zaman diliminde yaşayan tepkisiz bir çoğunluk…
Olaylara tek pencereden bakarsak elbette yaşanan gerçekliğin sadece bir tarafını görebiliriz, penceremizin genişliği ne kadar büyükse dışarıda yaşanan olayları o kadar açıdan görme ihtimalimiz artar. Yenilgiler genelde görüş alanımızın dışında yaşanan olayların sonucunda olmaktadır, çünkü görmediğimiz ve göremediğimiz alanda gerçekleşen birliktelikler, ayrılıklar ve çatışmalar bizim hem zayıf karnımızı hem de güçlü tarafımızı büyütebilir…
Gezi Parkı olayları ve direnişi bugünlerde değişik kitaplara konu olmaya başladı. Albümler çıkartılıyor, anılar toplanıyor ve yeni bir piyasa açısından önemli verileri içinde barındırıyor. Yakın bir zaman içinde “Gezi aşkları”nı anlatan öyküler, onları dizi haline getirecek senaristler, çizgi film ustaları …vb piyasa için ürün verenler için alan olmaya şimdilik aday ama yakında aday olmaktan çıkacağına dair ilk piyasa için üretilen kitaplardan görmekteyiz.
Sermayenin koşullarının girdiği yerde; doğru ve gerçek anlamda bilginin akışı olacağına karşı inancım yoktur, çünkü müşteri istemleri yönünde gerçeklikler çarpıtılacak ve müşteri (parayı veren) istemleri gerçeklikleri yeniden yazdıracaktır.
Piyasa için ürün verilir, o yüzden bugünlerde piyasaya çıkan her ürünün bir alıcı kitlesi vardır ve o kitleye yönelik ürün çıkarılır. Kısacası piyasa için çıkan ürünlerde gerçekliğin sadece bir bölümünü göreceğiz ve yaşananları bir bütün olarak görme şansına sahip ne yazık ki olamayacağız.
Gezi Parkı olayları ve direnişinin tek muhatabı yoktur, sürekli değişen ittifakların içinde olaylar devam etmektedir.
Olaylar bir sabah vakti, ezan sesinden hemen sonra Gezi Parkı’na gaz bombaları eşliği ile bir baskın ile başlar. Henüz uyku sersemliği içinde olan direnişçilerin parktan kovulması ile olay iki gün içinde ülkenin her karış toprağına kadar ulaşacak bir dalga yarattı. Bu dalga içinde çok muhataplı bir algılayışı ortaya çıkardı.
Başlangıçta saldıran (saldırı emrini veren ve uygulayan) ve direnenler vardı, zaman içinde bu algıda çıkarların ittifak arayışı içinde değişime uğradı. Saldıran ve emri uygulayan AKP ve devlet güçleri bugünde sıkı bir işbirliği içinde bildiklerini uygulamaya devam etmektedir. AKP ve yan cebinde yer alan cemaatler, partiler, kitle örgütleri direniş karşısında bir dil yarattılar. Başlangıçta direnişçilerin kullandığı dile karşı saldırı ve “liderimizi yedirtmeyiz” anlamında bir savunma araçları geliştirmişlerdir.  Fakat bugün onların sosyal medyadaki sayfalarına girdiğimizde bu dilin yerini direnişçilerin kullandığı dilin taklidi aldığı ile karşılaşıyoruz. Direnişçilerin Erdoğan dedikleri yere onlar CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu’nu koymuşlar. Sanatçılar içinde ağırlıkla Levent Kırca hedeflerinde olduğunu görüyoruz. Direnişi bastırmaya çalışan güçler; direnişin dilinden etkilenmiş ve yandaşlarına sosyal medya aracılığı ile mesaj göndermeye ve direnişin etkisini kendi kitleleri içinde birliği yok edebilecek bakış açısını nötralize etmek için çaba içinde olduklarını görüyoruz. Erdoğan bir kahraman olarak sunulan çalışmalarda, her saldırgan bir anlamda Erdoğan konuma konulmuş… Direnişçilere karşı saldıran polislerin ibadet etmeleri ve ekmekleri için çalışan baba görüntüleri öne çıkarılırken, bayrak ve ülke birliği ve ülkeyi zayıflatmak isteyen güçler olduğu vurgusu yapılmaktadır. Direnişçileri dış güçler kullanmaktadır, onlar gerçekleri saptıran haber kaynakları olarak gösterilmektedir.
Erdoğan’ın her konuşması ve mesajları öne çıkarılırken, direnişçiler ile yapılabilecek her türlü empatiyi yok etmek için cephenin öteki tarafı olarak kendi okuyucu kitlesine sunulmaktadır. Ülkemizdeki olayları yapanlar Mısır’da darbe yapanlar ile aynı olduğu ve Erdoğan büyük başarısı ile darbenin önün kapatıldığı ve olaylara izin verilseydi bir askeri darbenin yapılmış olabileceği imgesi kelimeler arasında mesaj olarak verilmektedir. Mısır’daki seçilmiş cumhurbaşkanı vurgusu yapılarak seçilmişler ancak seçim ile gider mesajı verilerek ülke içindeki erken seçimi yok edecek bir istifanın önü kapatılmaktadır.
Erdoğan kaybettiği liberal desteği Kürt sorunun açımlı olan “çözüm süreci” ile yeniden kazanmaya çalışmaktadır. Liberalleri zaman zaman ödüllendirmekte ve onların küçük bir bölümüne ‘akil’ lakabını bile kayık görmüştür. Gezi Direnişi ile bu liberal desteğini kısmi olarak kaybeden Erdoğan ve ekibi her çıkışı ile onlara göz kırpmayı ihmal etmemekte ve onların kendi lehine laf söyleyebilecekleri yandaş ekranlarda konuk etmeye özen göstermektedir. AKP bilmektedir ki, çıkarları için fır fır dönebilecek bir liberal kesim ve sol içinden “kapı kulu” yapabileceği kesim her dönem vardır. Ekonomik zorluklar içinde olan, ekonomik sorunu olmayıp da kariyer ve kendisini göstermek peşinde olanlar her dönem var olmaya devam etmektedir. O kişiler dikkatli bir göz ile bakıldığında aslında gözlerimizin önünde olduğunu görebiliriz. Kişilerin kullandığı dil, içinde bulunduğu çevrede bir değişim yaşayanların son noktası direniş karşısında olanın politikasını ve yaptıklarını savunur konuma gelmesidir. (üniversitelerde kürsü, maaş peşinde koşan bir çok sol görüşü savunan insanın yaşanan süreçte sessiz kalması ve tepkisiz bir şekilde tatil fotoğraflarını sosyal medyada paylaşımlarını izleme şansına her zaman sahipsiniz.)
Direniş sürecinin bir de saldıran ve direnişi yok etmek isteyen tarafından baktığımızda; onların kelimelere başka anlamlar yüklediği gerçekliği ile karşılaşıyoruz. Liberallerin ve AKP yandaşlarının dilinden düşürmedikleri, özgürlük, seçim, demokrasi, yaşam biçimi, mahalle baskısı gibi kelimeler direnişçilerin yüklediği anlamların çok dışındadır. Anayasa ve yasalarda yapılan değişimler onlar için demokrasi ve özgürlük için büyük adımlar olarak görülürken, Gezi Parkı olayları sonucunda bu büyük adımların aslında içinin başka şeyler olduğu gerçeği ile karşı karşıya geldik.  Asker vesayeti ortadan kalmış gibi gözükürken, başka bir vesayet içinde birer kapıkulu yaratıldığı gerçekliği ile karşılaştık. AKP iktidarını savunan ve onların yan cebinde bulunanlar bu kapı kulluğu özeliklerini büyük bir inanç ile hayata geçirmeye devam ediyorlar.
Sosyal medya karşı görüşlerin karşılıklı ama birbirinden habersiz olarak (sosyal medyaya görsel ve yazılı mesaj yazanlar hariç) yaşam alanı içinde ortak bir zeminde bulundukları gerçeği ile karşı karşıyayız. Her kesim bu medya içinde birbirinden habersiz, bağımsız kendi yandaşına ve okuyucusuna kendi penceresinden ne görüyorlarsa yansıtmaya devam ediyorlar. Sosyal medya bir anlamda tereciye tere satanların ve propaganda haberlerin yaygınlaştığı, gerçekliğin bir yüzünün görüldüğü alanlar olarak ekranlarımızda gözükmeye devam ediyor…
Yeni piyasa koşullarının hakim olduğu bu alanda yeni pazarlama yöntemleri uygulanmakta ve geliştirilmektedir. Sosyal medya hızlı tüketimin olduğu bir alan olarak gün be gün bir anlamda yeni çöplük dağları yaratmakta ve her olay ile yaratılan çöplükler unutulmaya yüz tutuluyor…

İsmail Cem Özkan

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Sembollerin anlamları değişirken…

Sembollerin anlamları değişirken…

Hiç zamanı değil biliyorum ama beni rahatsız eden semboller o kadar çok yaygınlaştı ki, o sembollerin ne anlama geldiğini bir kere daha anımsatayım dedim.
Biliyorsunuz 12 Eylül ülke tarihimiz için kırılma noktasıdır, ikinci kırılma noktasını Gezi Parkı direnişleri ile yaşadık. İki kırılmanın da kendisine ait sembolleri ve söylem biçimleri oldu. Elbette her iki kırılmadan birileri ticari zekaları sayesinde ekonomik gelir kapısı bile açtılar. Bizler sembollerin ekonomik değerlerinden daha çok, o semboller ile neler anlatıldığını kısaca anımsatalım dedik.
12 Eylül faşist bir darbedir, bugün bu darbenin yani kırılma noktasının faşist olup olmadığını artık tartışmıyor. Yıllar içinde ortak zeka dedi ki, bu faşist bir darbedir, darbenin olduğu gün ve ilerleyen günlerde adları komünist olan örgütler kabul etmemiş ama yıllar sonra onlarda kabul etmiştir. Geç oldu ama sol tarih içinde dip not olarak o günkü tepkiler tarihin zaman çizgisi içinde yerli yerinde durmaktadır.
12 Eylül faşist darbesi toplumu sindirmek için cadı avı başlatmış, soldan olan, sol gibi gözükenler üzerine acımasız olarak gitmiş, yan güç olarak kullandığı sivil faşist hareket üzerine ise karşısında direnecek devrimci direnç bulamayınca sivil faşistleri de içeriye almış aynı şiddet ile üzerine gitmiştir. Sol – sağ (!) görüşteki kişiler kafesler ve hücreler içine atılmış, bir birine kaynaştırma programını zor ile uygulatılmıştır. Faşist rejim işkence haneleri gizleme ihtiyacı duymadan toplumun gözü önünde ölümleri sıradanlaştırmış, işkence altında ölenleri faili meçhul olarak kabul ederek yok saymıştır. Kilim, halı içine sarılı işkence görmüş insanların cesetleri o dönemde caddeler üzerinde bulunması normal sayılmıştır. Terör adı verilmiş ve anarşi yuvalarını gösteren özel programlar yaptırılmıştır. Kendi yaptıkları işkenceleri haklı göstermek amacı ile solcu olan örgütlerin güya hücre evlerinde bulunan işkence tezgahları halka sunulmuş, her yakalananın önünde kitaplar sergilenerek suç okuyan insanlar yapıyor imgesi topluma gösterilmiştir. Okumak yerine kısa yönden zengin olma hayallerini besleyen özel programlar yaptırılmıştır.
12 Eylül cezaevi ile anılması ve sembolize edilmesi doğaldır, çünkü baskı, işkence, zulüm o dönem ile özdeşlemiştir. Şimdi o dönem işkence merkezi olan cezaevlerinde ve cezaevleri dışında toplumu yeniden yönlendirme merkezleri olan okullarda kullanılan sembollere bir bakmamız gereklidir.
12 Eylül generalleri Kemalizm ya da Atatürkçülük denen kavramları öldürmek ile işe başlamıştır. Kurucu olanların ideolojileri, doktrinleri 12 Eylül ile birlikte tarihin tozlu raflarında yerine bırakılırken, yeni bir tarif ile kamuoyunun karşısında olmuşlardır. 12 Eylül darbeci başı kendisini kurucunun yerine koymuş, onun gibi giyinip kameraların karşısında poz verme ile artık yeni ideolojinin ve ülkenin yeni rotasının hangi yolda olacağı konusunda ipuçları miting alanlarında halka açıklamıştır. Ülke yeni rotası Ortadoğu’dur ve yeni rotasına uygun olarak ılımlı İslam iktidarı için ortam ve zemin hazırlanmıştır. Askerler siyasi sahnesinden uzakmış gibi gösterilip, siyaseti belirleyen ve birilerin çocukları olmaktan gurur duymaktadır. Askerler emir komuta zinciri içinde firesiz olarak bu yeni ülkenin yolu için elbirliği içinde çalışmış, toplum mühendisleri için büyük bir laboratuar alanı yaratmışlardır. Tv dizileri ile gençler spora yönlendirilmiş, liseli gençliği çay partileri ve davetler yapması için özendirilmiştir. Toplum ahlakı olarak parklar denetim içine alınmış, el ele tutuşan gençlere uyarı cezası dahi verilmiştir. Baskı, toplumun tüm hücrelerinden hissettirilmiştir.
Bu baskı araçlarının sembollerini artık açıklayabiliriz. En önemli sembol bayraktır. Bayrak her yere asılmış, pop müzik parçası haline getirilmiş, Türkiyem Türkiyem sözleri cıs taklar eşliğinde bayrağa sarılmış seksi bir kadın portresi her gün ekranlardan sesi duyulur olmuş. O parçayı duyan bayraklı kadını hemen anımsar olmuş. Bayrak yasası değiştirilmiş, bayrak yaşamın her alanında değişik biçimlerde karşımızda olması sağlanmış. Cezaevlerinde mahkumlar, okullarda öğrenciler bayrak karşısında durması bir rutin haline getirilmiş, istiklal marşı duyan biri nerede olursa olsun ayakta ve dik durması sağlanmış. Ana dili farklı olan analara, babalara çocukları ile görüşmeye gittiklerinde Türkçe konuşma zorunluluğu getirilmiş, mahkum çocuklar ile Türkçe bilmeyen analar ve babalar gözleri ile konuşması zorunlu kılınmıştır.
Atatürk’ün yüzüncü yıl doğum günü nedeni ile dağ, taş, devlet daireleri, her yer 100. yıl logoları ile doldurulmuş, nereye bakarsanız Atatürk suratlı arkası bayrak olan metal bir sembol ile karşılaşırsınız. Bu sembol aynı zamanda yeni oluşturulan liberal ekonominin sembolü olan Kemalizm ve Atatürkçülüğün sembollüdür. Okullarda inkılap tarihi adı altında verilen yeni Atatürkçülük ideolojisi, mahkumlara her sabah zorunlu, okullarda eğitim gören çocukların ezberlemek ve bilmek zorunda olduğu bir çok bilgi verilmiştir. Bu sembol 12 Eylül rejiminin sembolüdür. Ve ikinci sembol yaşamın her alanında kullanılmıştır.
12 Eylül aynı zamanda çok kültürlü, çok dinli, çok dilli olan ve yasalarda karşılığı bulunmadığı için yasak olmayan bir ulus devleti idi. 12 Eylül ile bu çok olan özelliklerimiz “klasik ulus” devleti kavramı anlayışı ile birlikte yasaklandı ve uygulamaya katı bir şekilde kondu. Ülkede yaşayan tüm etnik, farklı dilli, inançlı kişilerin topluma uyum sağlanması için katı asimilasyon programı yürürlüğe kondu. Alevi köylerine camiler yapıldı, Kürt köylerin adları değiştirildi. Bu ülke topraklarında yaşayan her birey, suni, Türk ve mezhebi Hanefi olarak kabul gördü. Lozan anlaşması ile kabul edilenlerin dışında olanlara katıksız bir şekilde uygulandı. Süryanilerin binlerce yıllık yaşam alanına müdahil olundu ve onların büyük çoğunluğu yurtdışına gitmek zorunda kaldı. Ezidi inançlı olanlarda Süryaniler gibi sürgüne gitmek zorunda kaldılar… 12 Eylül ülke tarihinde daha önce hiç görülmemiş kadar insanın yurtdışına sürgüne gittiği ve vatandaşlıktan çıkarıldığı yıllardır.
12 Eylül ötekileştirilenlerin bir cephe içinde olmasını sağladı ve ötekiler, öteki olmadıklarını kanıtlamak için Türk’ten daha çok Türk, yeni Kemalizm’den daha çok Kemalist, Atatürkçülüğün yeni biçimini hemen kabul etti ve yeni liberal yaşam biçimine uyum sağladı. Muhalefet hareketi de rejimi ve generalleri rahatsız etmeyecek şekilde ılıman, satılacak köprüyü “sattırmam”, yağmalanacak her hangi bir şeyi “yağmalatmam” diye bağıran ama sokakta eylem yapamayan bir muhalefet yaratıldı. İktidarın elinde oyuncak olan bu muhalif anlayışı sayesinde iktidarda kim olursa olsun, tüm isteklerini liberal ekonomi anlayışına uygun olarak hayata geçirilmiştir. Albaraka Türk 12 Eylül rejiminin faizsiz bankacılığın sembolü olarak hayatımıza girmiş, rabıta ile halkın her katmanına yayılmıştır.
Yastık altında yer alan paraların kullanıma girmesi için banker ve bankalar o dönemin sembolüdür. Paralar toplanmış ve sermayenin hizmetine sunularak yeni bir sınıf yaratılmasına olanak sağlanmıştır. O sayede okullu olmayan ama gözü açık bireylerin yeni yağmada rollerini iyi oynamışlar ve yanlarında okumuşları çalıştırarak bir anlamda okumamışların ekonomik iktidarı kurulmuş oldu.  Bu yeni sermaye sahipleri bugün ki iktidarın yolarını hazırlamıştır. 28 Şubat post modern darbe ile bir mağdur kesim toplum önünde yaratılmış ve o mağdur kesimin iktidar süreci hızlandırılmıştır. Bütün bunları 12 Eylül darbesi yapanlar ve o darbenin ürünü olan bir iktidarlar, yine darbenin ürünü olan anayasa ile bu olanaklara kavuşmuş ve seçim ile gelen seçim ile gider söylemi bu dönemin en popüler söylemi olmuştur.
Bugün var olan tüm Kemalist ve Atatürkçü örgütler dikkatli incelenirse her biri 12 Eylül ile bir şekilde ilişkisi vardır. Onun üründür. Bugün çevremizde kullanılan bir çok sembolün aslında başka şeyleri sembolize ettiğini ve ama algılarımız ile oynanarak sanki başka anlamlar yüklediğimizi düşünüyorum…
12 Eylül Mustafa Kemal’i öldürdü, bugün kendisini kurucuların devamı olarak görenler öncelik ile onu öldürenler ile hesaplaşmak zorundadır. Eğer hesaplaşmıyorlarsa o dönemin kültürü ve sembolleri kendi anlamları ile yaşamaya devam ediyor demektir.

İsmail Cem Özkan