8 Mart 2014 Cumartesi

Kadın Olmadan Barış Asla!

Kadın Olmadan Barış Asla!

Gülderen Depas, İstanbul Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde Barış Derneği’nin desteği ile “Kadın Olmadan Barış Asla!” adlı sergiyi açtı. Bu sergiyi özgün kılan sadece kadın hakları ve insan hakları konusunda kendi alanında bir şey yapmış ve mücadele içinde kadının kimliği yanında bilgiyi öne çıkaran aydın kadınların portre çalışmasıdır. Barış Derneği Başkanı Zuhal Okuyan fikri destek verdiği, Gülderen Depas hayata geçirdiği bu sergide yer alan aydın kadınların özlü sözleri de her portrenin altında yazılıdır. Bir anlamda tarihe dip notunu görselleri ile bırakırken, yaşamış olan bu mücadele kadınlarını da yeniden aramıza getirmektedir.
Sergi 17 çalışmadan oluşurken, daha ileride olacak çalışmaların da ön izini taşımaktadır. Fırça darbelerini izlerseniz hangi çalışma hangi çalışmanın arkasından geldiğine şahitlik edebilirsiniz.. Politikadan, sanata, sanattan devrimci kadına geniş bir yelpazeden kadınları portreleri ile bize buluşturan bu Gülderen Depas ve Barış Derneği Başkanı Zuhal Okuyan, sergi açılışında ortak bir açıklama yaptılar. Zuhal Okuyan Reha İsvan ile olan anısını paylaştıktan sonra uzun süre aynı siyasi çizgi altında mücadele eden Behice Boran ile kurmuş olduğu bağlantıyı anlattı. Behice Boran’nın pek gülerken resmi yoktur ama bu tabloda Behice Boran gülmektedir ve gülmek direnmektir sözünü bugüne taşımaktadır. Kadınlar mücadeleleri ile bir çok şey kazanmışlardır ama yeterli mi, elbette değil. O mücadele çizgisi içinde resimlerini gördüğünüz kadınlar kendi alanlarında emeklerini koymuş ve her zorluğa karşı direnmişlerdir. Her direnişin kazanımları vardır, o kazanımlar bu resimleri gördüğünüz kadınların şahsında anlamlanmıştır.
Bu mücadele günü bu sergi ile daha da bir anlam kazanmıştır.

Kadın Olmadan Barış Asla!
Gülderen Depas
08.03 – 20.03 2014
Nazım Hikmet Kültür Merkezi

Bahariye - Kadıköy

Cimri

Cimri

Cimri

Moliére trajikomik olarak adlandırabileceğimiz bir oyunu yıllar sonra Devlet Tiyatroları salonlarında yeniden Kenan Işık yönetiminde hayat buluyor.
Paris’in zengin ve cimriliği ile ün salmış burjuvalarından Harpagon’un evlenme isteği ve altınlarının çalınması, evlilik kararından vazgeçmesini konu alan bir trajikomik bir eser ile karşımıza çıkar. Oyun aslında dönemini acımasızca eleştirmektedir. Çökmüş ahlak yapısı, çürüyen toplumsal ilişkiler ve o ilişkiler içinde para ile her şeyi yapabileceğini düşünen ama hiç para vermeden elde etmeye çalışan cimri bir burjuvanın yaşamına ve çevresine göz atarız.
Zeki ve ince espriler ile toplumun kokuşmuşluğunu gündeme getirirken, aynı zamanda yaşanan dramı da sahneye taşır. Parçalanmış aileler ve o parçalanmış ailenin bir sahnede buluşması. Bir birleri ile alakası olmayan ilişkilerin aslında nasıl iç içe geçtiği ve içinde ne kadar büyük trajediyi barındığına şahitlik ederiz.
Cimri bir babadır Harpagon, cimriliği kadar açgözlüdür. Etrafında gördüğü tüm güzelliklerin kendisini olmasını ister, üstelik karşılık olarak bir şey vermeden. Para ondadır ve para için aç kalan, sürünen ailelerin çocukları elbette bu zenginliğin çekim gücüne kapılacaktır. Annesi ile birlikte zor günler geçiren ve güzelliği ile dikkati çeken Mariane, elbette Harpagon’un da ilgisini çekmiştir. Onun ile evlenmek için çöpçatan Frosine'i devreye sokar. Frosine, kendi küçük çıkarını kollamaktadır. Biraz da olsa bu cimri adamdan para koparmak ve günlük geçimini sağlamayı düşünmektedir. Ama düşündüğü gibi değildir, çünkü Harpagon para dışında her konuda görüşe açıktır ama para istendi mi, olması gereken şeyleri bile ret eder konumdadır. Yeter ki cebinden bir para çıkmasın ama her şeyde olsun istemektedir. Frosine istediğini bulamamıştır ama yinede bu kızın hayatını kurtarması için zengin biri ile evlenmesini de istemektedir, çünkü yaşlı adam çok uzun yaşayacağını düşünülmez bile diye düşünür. En azından ayarladığı bir kıza miras karısa oda bu zenginlikten pay alabilecektir.
Harpagon, iki çocuk babasıdır. Erkek çocuğu Cléante ve kızı Elise. Cléante kumarbazdır, çalışmaz ama kumardan kazandıklarını üstüne başına alır. Bu arada hep kazanacak değildir ya, borçlanmıştır. Paraya ihtiyacı vardır ve bu arada güzel bir kıza vurgundur, annesi hastadır ve onları ziyaret eder birkaç defa. Evlenmesi için paraya ihtiyacı vardır. Para bulma umuduyla tefeciye (Simon Efendi) gider ve tefeciden para ister. Tefeci aslında aracıdır, parası olandan parayı alıp, ihtiyacı olana verir. Bu sefer parayı verecek kişi olarak Simon Efendi Harpagon’u seçmiştir.
Harpagon tefeciler ile işbirliği içindedir. Onlara faiz ile para verir ama para verenin kendisi olduğunu bilmelerini istemez. O her ne kadar dilden dile dolaşan zenginliği biliniyor olsa da o paraları bir kutunun içinde sürekli yerini değiştirdiği yerlerde saklamaktadır. Zengin olduğunu ve paranın yerini bilenler tarafından soyulacağını düşünmektedir, çünkü toplum genel olarak fakirdir ve ancak karınlarını doyuracak kadar günlük yaşamaktalar. Toplum içinde soygun, yağma sıradan bir şeydir. Hırsızlar ortalıktadır…
Harpagon, evleneceği kızı ve kızını evlendireceği zengin bir adamı aynı gün eve çağırır. O gün evlenmek istediği kızı oğlunun da sevdiğini öğrenir, buna şiddetli karşı çıkar ama bu arada parasının çalındığını fark eder. O telaş içinde evden çıkar ve altınların olduğu sandığı gömdüğü yere gider. Soyulmuştur. Polis müfettişini çağırır. Hırsızı aramaktalar, aslında parayı ararlar. Parayı bulduklarında hırsızı da bulmuş olacaklardır. Müfettiş çalışanlardan başlar sorgulamaya ve çalışanların aralarında yaşanan çelişkiler yanlış ifadelerinde ortaya çıkmasına sebep olur. Hem aşçı, hem de seyisi (arabacısı) Jacques Usta, eve sonradan gelen ve yalaka olduğunu düşündüğü, Harpagon kızının aşığı Valere’yi hırsız olarak ilan eder. Valere aslında zengin ve soylu bir ailenin çocuğudur ama aşk yüzünden bu eve uşak olarak girmiştir. Sevdiği kadın Elise ile daha yakın olmaktır tek amacı ve bu amacını bu soruşturmada açıklayacaktır. Yanlış anlamalar içinde sahneye kızına damat olarak düşündüğü Anselme gelmiştir. Yaşlıdır, varlıklıdır. Geçmişin izleri pek yansımamaktadır. Valere o geldiğinde kimlerden geldiğini açıklamaktadır. Bir deniz kazasında nasıl kurtulduğunu ve kimler tarafından büyütüldüğünü anlatırken, Anselme bu hikayenin içinde önemli bir rolde olduğunu anlarız. O aslında Valere’nin babasıdır. Bu arada Mariane bileziklerin benzerliğinden kardeş olduklarını öğrenir. Baba, oğul ve kız yıllar sonra deniz kazasından sonra birleşmiştir. Mariane artık gönlündeki erkek ile evlenme kararını verecek güce erişmiştir, babasından aldığı güç ile Harpagon ile değil, sevdiği ve onun oğlu olan Cléante ile evlenecektir. Bu arada para bulunmuş, Hapagon gerçek sevgilisine kavuşmuştur. Onu başka şey ilgilendirmemektedir. Mutlu sona doğru yol alırız ve sahne Ajda Pekkan sesi ile meşhur olmuş şarkıların para uyarlamaları ile sonlanır.
Bu iki perdelik oyunda, ikinci perde de oyuna interaktif bir bölüm konulmuştur. Oyunun başoyuncusu Harpagon parası çalındığında krize girer ve o kriz sırasında seyirci ile konuşur. Seyirciye sorar, hırsızları tanıyor musunuz?  Seyirci ortak bir ses ile yaşanan gündeme gönderme yapar. Arkasından
 Harpagon seyirciye  “Paraları nereye saklayayım?” diye sorduğunda “Ayakkabı kutusuna!” yanıtını alır. Harpagon, seyirciye “Siz, hırsız kim, iyi bilirsiniz… Bu işte hepinizin parmağı var” diyerek sitemde de bulunur. Yaşadığımız son siyasi kriz ile oyun bir şekilde bağ kurmuştur.
Oyun yönetmenin planında olmayan ama gündeme oturan bu sahne elbette son yaşanan Devlet Tiyatroların kapanması ve son oyunlardan biri olma olasılığı olduğu bir süreç içinde anlamlar yükleniyor. Her ne kadar yönetmen var olan iktidarın yanında yer almış olması ve halen yandaş medya içinde çalışıyor olması, onun hiç beklemediği bir tepki olduğunu düşünebiliriz.
Oyun içinde başarılı oyuncular sayesinde seyirci ile kucaklaşmıştır. Bu başarılı oyunculardan kısaca bahsetmek gereklidir. Öncelikle  Harpagon rolünü canlandıran Mehmet Ali kaptanlar’ın başarısını ortaya çıkaran Frosine  rolünü oynayan Zeynep Erkekli ile ortaya çıkmaktadır. Her ikisi oyunu izlenir hale getirirken, oyunun ruhunu da seyirciye taşımaktalar. Bu arada Jacques Usta rolü ile Ömer Hüsnü Turat, oyunda metin okur gibi konuşmaların dışına çıkarıp, doğal bir ortamda konuşur gibi sahnede yerini alması ile her iki oyuncunun oyununu daha da görünür kılmaktadır. Her ne kadar kısa rolü olsa da usta oyuncular da bu eserin seyirlik ve eğlence yönünü pekiştirmiş olmaları oyunun daha da başarılı olmasını kılmıştır.
Diğer oyuncular ilk perde de daha ağır olarak hissedilen metin okur gibi konuşmaları, burjuva kültürünü üstten dilini seyirciye verme konusunda başarılı olduklarını düşünemiyorum. Zaman zaman ritm düşüklüğü seyirciyi olmazsa dahi en azından beni oyundan bağımı koparmıştır.  Müzik yardımcı rolünü gerektiği kadar öne kendisini çıkarmamış, sahnenin arkasından derinliklerden gelmektedir. Işık sabittir sanki, fazla bir geçiş yoktur. Sahne arkasını daha çok düşünen ışık, oyuncuların kızgınlıkları, hareketli olmaları sırasında iyi bir sınav verdiğini düşünmüyorum. Işık en önemli yardımcı ve vazgeçilmezdir. Ama bu vazgeçilmez daha çok sahne arkası ve sahnenin sabit aydınlanması olarak düşünülmüş. Üzerine çok fazla düşünülmediğini hissettim. Sahne düzenlemesi sabittir, bütün oyun o antrede geçmektedir. Hareketli sahne yerine, sabit bir sahne düşünülmüş, o da oyunun para çalındıktan sonra olan bölümünün ihtiyacını tam karşılayamaz şekildedir. Daha farklı bir çözüm yolu düşünülüp, en azından Harpagon daha rahat hareket alanı sağlanabilinirdi. 
Keyifli, eğlenceli, trajikomik bir oyunu sahneye koyan ve emeği geçen her çalışana teşekkür ederim…
İyi ki Devlet Tiyatroları var ve o sayede klasik tiyatro eserlerin modern yorumlarını izleme olanağına sahibiz. Devlet Tiyatroları eğer ortadan kalkarsa tiyatro kültürümüzün yok olacağı ve yerini tamamı ile ticari amaçlı balon ve popüler oyunlara bırakarak tiyatro anlayışı ve tanımını değiştireceğimizi düşünüyorum.
İsmail Cem Özkan

CİMRİ
Yazar: Moliére
Yönetmen: Kenan Işık
Çevirmen: Sabahattin Eyüboğlu
Dekor Tasarımı: Suzan Erbilgin
Giysi Tasarımı: Gülhan Kırçova
Işık Tasarımı: Önder Arık
Yönetmen Yardımcısı: Ömer Hüsnü Turat
Yönetmen Asistanı: Eylem Server Ünüvar
Oyuncu: İsmail Kırca, Can Kurşunlu, Belma Şahin, Tarkan Koç, Yeliz Şatıroğlu, Gökay Müftüoğlu, Onur Ertaman, Simel Keçecioğlu, Eylem Server Ünüvar, Ferdi Atuner, Enver Necmettin Amaç, Ömer Hüsnü Turat, Zeynep Erkekli, Mehmet Ali Kaptanlar, Çağrı Kodamanoğlu
Piano: Çağrı Kodamanoğlu
Sahne Amiri: Mahsuni Yılmaz
Kondüvit: Ali Yavşan
Işık Kumanda: Kemal Başar


2 Mart 2014 Pazar

Portakal devrimi!

Portakal devrimi!

Reklam dünyası yaptıkları işlere isim vermede ustadırlar. Her çağın, dönemin bir rengi vardır ve o renkler moda olarak kullanılırken, insanların bilinçaltına bir şeyler fısıldar. Sovyet devriminin oluşturmuş olduğu birlik ortadan kalktıktan sonra göreceli bağımsızlaşan devletler, batı tarafına başlarını döndermişti ama batının bunları hemen kabul edebilecek ekonomik, siyasi gücü yoktu. Beklenmeyen bir zamanda dağılma gerçekleşmiş, milliyetçilik tavan yaptığı günlerde, AB’nin motor gücü olan Almanya doğusunu yutmak ve içine almak ile uğraşıyordu.
Polonya, Sovyet sisteminin sönmesinde önemli bir imajdı ve o imajı allayıp, pullayarak AB ve NATO içine alarak ortadan yeni kalkmış doğu blokuna karşı zafer ilan edilmişti, Rusya kendini toplama sürecini beklendiğinden hızlı yapmış / ya da hızlı olması için batı ve Amerika'nın iç güvenlik kaygılarından dolayı bu sürece destek verilmiş ve tek kutuplu ilan edilen dünyada kontrollü bir şekilde silah sanayisini elinde bulunduran Rusya’ya toparlanma imkanı sağlanmıştı. Bu süre içinde Rus halkı ve doğu blokunda yer alan halklar yeteri kadar aşağılanmış, bir anlamda burunları sürtülmüştü!
Rusya eski gücüne kavuşamadı, kavuşmasını da izin verilmeyecek ama göreceli olarak etki alanını geliştirmek zorundaydı, çünkü doğunun hiç batmayan güneşi olan imparatorluğu Rusya'ydı ve büyük bir geleneğin mirasçısıydı. Rusya yer altı zenginliğini bir silah olarak kullanarak çevresinde batıya komşu olan ülkeler üzerinde denetim altına almaya çalışıyordu. Ukrayna bu savaşta tam ortada kalan ve batı ile Rusya'nın çıkar kavgasının açık meydanı özelliğini taşıyor. Topraklarının verimli olması vb. bir ülke için o kadar önemli değildir, önemli olan silahların hareket kolaylığı sağlayan limanlardır. Kırım limanları Rusya için en önemli kapıdır ve o kapıların NATO denetiminde olmasını ülke çıkarlarına ters bir noktada durmaktadır.
Çıkar çatışmasının ortasında bulunan devlet içinde her türlü kargaşa, mücadele iç güçlerden daha çok dış güçlerin kontrolünde iç güçleri maddi desteği ile olmaktadır. Bunun en tipik örneği Ukrayna Merkez Bankası Başkanı Viktor Yuşçenk 2004 yılında başkanlık adayı ile bu çatışma daha görünür oldu.
Yuşçenko’nun ABD ile olan ilişkilerini sağlayan en önemli kişi, Chicago doğumlu bir ABD vatandaşı olan eşiydi. Katerina Yuşçenko, Reagan ve (baba) Bush hükumetlerinde çalışmış ve Ukrayna’ya “US-Ukraine Foundation” temsilcisi olarak gelmişti.
2. Dünya Savaşı sonrasında kurulan ve ABD ordusuna danışmanlık yapan “Research and Development Corporation” (RAND) adlı düşünce kuruluşu,  Washington’daki bir reklam şirketiyle birlikte Yuşçenko’nun seçim kampanyasını örgütlediler. RAND, renklerin kitle psikolojisi üzerindeki etkisini araştırmıştı. Böylece Yuşçenko’nun web sayfasından, flama ve posterlere kadar bütün propaganda malzemelerinde portakal rengi kullanılıyor ve Batı basını “Portakal Devrimini” icat ediyordu. Daha sonra aynı yöntem bir çok ülkede de denenecekti. (http://www.ozgur-gundem.com/?haberID=97644&haberBaslik=‘Portakal%20Devrimi’nden’%202013’e%20Ukrayna&action=haber_detay&module=nuce)
Ülkemiz bu portakal renklere yabancı değildi, 12 Eylül sonrası kurulan ANAP bu renkleri taşıyordu! Daha sonra aynı renkleri AKP üzerine alacaktı…
Portakal devrimin en önemli maddi destekçileri arasında borsa simsarı olarak ün yapmış ve kendi adını taşıyan vakıf ile tanınan George Soros’dur.
Soros, 2003 yılında ki Gürcistan’daki “Kadife Devrim” adını verdiği süreci maddi olarak desteklediğini açıklamıştır.
Soros vakıfın yardımın tutarı, çatışmaların olduğu ülkelere Birleşmiş Milletler tarafından yapılan yardım miktarını aşmıştır.
Soros, vakıfları kanalıyla Türkiye'de de 2006 yılı itibariyle son 5 yılda 8 milyon ABD doları harcadıklarını açıkladı. (http://tr.wikipedia.org/wiki/George_Soros) Enstitü Türkiye'de TESEV, Açık Radyo, Açık Site, Bianet, Umut Vakfı, AÇEV, Tarih Vakfı, Helsinki Yurttaşlar Derneği ve Avrupa Hareketi'ne maddi kaynak aktardığını açıklamıştır. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Açık_Toplum_Enstitüsü)
Bugünde bir çok isim altında projelere para yatırmakta ve toplumun yeniden tasarım eden kültürel çalışmalar içinde bu vakfın parası kullanıldığını düşünmekteyim…
Gelelim konumuza, portakal devrim Ukrayna için kullanılıyor olmuş olsa da Gürcistan gibi ülkede bu devrimin sonucu ülke iki gücün kontrolü altına girmesi ile sonlanmıştır. Ülkenin kuzey ve kuzey doğusu Rus askerleri denetimindeyken, batısı ve güneyi NATO askerlerinin denetimi altındadır.
Ukrayna bu süreçte bir Gürcistan olarak çıkma durumu ile karşı karşıyadır.
Türkiye’de Soros Vakfı adına kimler ne yapıyor dersiniz?
Ukrayna ve Gürcistan’da uygulanan politika neden bir NATO ülkesinde uygulanmasın ya da neden uygulanmaz?
Çünkü ülkemizde Rus tarafı olan halklar yok diyeceksiniz, en azından içimizde Rus yok diye de bilirsiniz... Demek ki bizim ülkemizde portakal devrimi olmaz!
Ukrayna gibi bir ülkede Rusya'nın tarihi çıkarları vardır ve o çıkarlarını kaybetmek istemeyecektir. Türkiye NATO ülkesi olarak Rus çıkarından daha çok Amerika dolaylı olarak NATO çıkarları doğrultusunda yapılandırmış, ona göre kontrgerilla örgütlenmesini kurmuştur. Düşük yoğunluklu uygulanan savaş ile bu örgüt yapısı daha aktif hale getirilmiş, değişen koşularla göre kadrosu yenilenmiştir. Ülkede zaten gözle görünen ama adı konmamış bir portakal devrim süreci yaşanmış, göreceli olarak ekonomik anlamda refah artmış olmasına rağmen, sosyal anlamda özgürlükle hala sorunlu olarak devam etmektedir. Son yaşanan rüşvet skandalları ile kazanılmış ekonomik başarıların da başarısızlığa doğru yöneldiğini görmekteyiz. Buradan şöyle bir çıkarım yapabiliriz; Portakal devrim ülkemizde adı konulmadan Amerikan çıkarları doğrultusunda başarılmış ama süreklilik sağlanamamıştır. İkinci portakal renkli siyasi parti bu yeni düzen altında halka gerekli refahı getirememiş, sadece firmaların ve ülkelerin çıkarları yönünde dünya borsası ile birleşme sağlanmış, ulusal firmalar özelleştirilerek çarkın bir parçası haline getirilmiştir. Kültürel ve siyasi açılım ise henüz başarıya ulaşmamış, proje olarak hala masanın üzerinde durmaktadır.
AKP eli ile getirilen açılımlar sözde kalmış, hukuki alt yapısı oluşturulmamıştır. Açık Toplum Vakfı Türkiye temsilcisinin iktidar partisini savunması ve onun yanında yer alması ve diğer destekçileri direkt ya da dolaylı olarak AKP iktidarının yanında yer alması bu projenin devam ettiğini göstermektedir. Ama bilinmelidir ki, Türkiye Ukrayna, Gürcistan olmayacaktır!
İsmail Cem Özkan