4 Nisan 2014 Cuma

Suni denge yeniden kurulurken…

Suni denge yeniden kurulurken…

Toplum ile devlet arasında bir denge her zaman söz konusundur. Devlet varlık sebebi iktidarda olanın çıkarını savunurken, halk kitlesi üzerinde bir öyle denge kurar ki, halkın devleti ve iktidarı ele geçirilmesini önler. Buna göre halk ve devlet arasında gönüllü itaat değil mecburi uzlaşı vardır ve "güç" bu dengeyi sağlayan temel unsurdur.
Devlet bir yandan militarist baskı aygıtlarını ön planda tutarken, diğer yandan ideolojik baskı aygıtlarıyla da saldırılarını kitleler nezdinde meşrulaştırmaya başarmıştır, böylece halkın devlete karşı yönelmesinin önüne geçilmiş ve bir suni denge oluşturulmuştur. Suni dengenin bir diğer ayağını da “nisbi refah” oluşturmaktadır. Bu göreceli olan refah bireylerin var olan haksızlıklar karşısında devlet mekanizmasına karşı itiraz etme hakkı elinden alınmıştır, çünkü bireyin kaybedeceği ve riske girmesini engelleyen göreceli kazanımları vardır. Bu kazanımlar ve çıkarsal ilişkileri var olan denge içinde bireyin hareket alanını belirlemekte ve kontrol altında tutmaya yaramaktadır. “Büyük biraderin” bir silahı konumundadır.
Denge öyle ince bir çizgi içindedir ki, her an ortam hazır olduğunda devletin aleyhine işleyebilecek konumdadır. Onun için bireyin eğitimi ve algılayışını düzenleyen eğitim kurumları ve medya bu algının oluşmaması için birey üzerine her türlü bilgi kirliliği yaratılması devlet için hayatidir.
Eğitim sistem için bireyi oluşturur ve sistem karşısında yer alamaz. Devlet için birey eğitimin temelidir. Eğitim de insanlara korku öğretilir, o yüzden tarih hep kazananları anlatırken, diğer yandan bireyin bilinçaltına korkuyu işler. Kazananlar hep iktidarda olanlardır!
Potansiyel sistem karşıtlarını sistem değişik projeler ile sistem içine bireyi dahil eder ve ondan kendisini, çevresini ve ilişiklerini proje adı altında kendisine bilgi vermesini “gönüllü” yaptırır. Proje amacı ve zamanı belli olan bir ilişki biçimidir ve bu işten en karlı çıkan elbette projeyi finans eden ve amacına uygun para verendir. Projeyi proje yapan belirlemez, var olan amaç için bireyler o projeye başvuru yapar ve nisbi olarak refah içinde yaşamasını bir süreliğine bireye kazandırır. Projeler var olan suni dengenin devamı için son otuz yıla bulunmuş en önemli silah olarak yaşantımızın içine girmiştir. Projeler ile bireyler var olan sosyal ilişkileri kendi çıkarları yönünde kullanmış, maddi kazanım sağlama yoluna giderek bireyler arasında “güven” ilişkisini ortadan kaldırmıştır. Bu da devrimci ve ilerici olması gereken ilişkilerin daha da bozulmasına ve hatta yok olmasına sebep vermiştir. Son yaşanan referandum ile bu ilişkilerin bozulması çıplak olarak ortaya çıkmıştır, iktidara ve sisteme muhalif olması gerekenler küçük çıkarları için iktidar yanında yer almış ve iktidarın bir anlamda daha da güçlenmesi için olanak sunmuşlardır. Suni dengeyi iktidar lehine güçlendirmişlerdir.  
Bugün yaşadığımız her türlü kirliliğin temelinde dengenin devamı için önemlidir.
Her türlü bilgi kirliliğine, kirli ilişkilere rağmen var olan suni denge bir anda var olan çizginin silinmesine yol açıp, kendiliğinden bir halk ayaklanmasına dönüşebilmektedir. Bunun en güzel örneğini Gezi Direnişi sırasında gördük. Her türlü bilgi kirliliğine, korkutmaya rağmen halk günlerce süren ve tüm aile bireylerinin katıldığı ve direnişe sahip çıkan bir hareket ile karşı karşıya kaldık. Gezi Direnişi geçmişin “devrimci” ama kirlenmiş ilişkilerine rağmen kendiliğinden ve yeni kuşağın isyanı olarak tarih sayfamıza yazılmıştır.
Gezi direnişi var olan “suni” dengeyi bozmuş olmasına rağmen, devamlılığını sağlayamadığı için bu denge var olan devletin lehine şimdilik sonlanmış gözükmektedir. Gezi Direnişi göstermiştir ki, var olan iktidar ve muhalefet partileri bir karşılıklı işbirliği içinde ve bu işbirliğini Taksim meydanında yaşanan direniş ile teşhir etmiştir. Direnişin hiçbir aşamasına düzen ile ilgili olan siyasi partilerin boy gösterememiş olması, bu dengenin tarafların kimler olduğunu ilanı olarak okunabilir.
Yaşadığımız zaman diliminde iktidar, iktidarda olduğu için iktidarda değildir, muhalefet partilerin çıkarlarına uygun olduğu için iktidardadır. İktidar partisinin başarısından daha çok, muhalefet partilerinin iktidarı desteklemesi iktidar partisinin iktidarda kalma sürecini uzatmış ve toplum içinde var olan çelişkinin derinleşmesine daha da büyük katkı sunmuşlardır. Bugün iktidar; muhalefet partileri ile bir denge içinde devlet yapısını işleyişini yönlendirirken, halk ile aralarında “zora” dayalı olan dengenin her an bozulabileceği riskini Gezi Direnişi sürecinde görüldüğü gibi olduğunu okuyabiliriz.
Bu denge suni bir dengedir ve bunu bozacak olan devrimci bakış açısı içinde kendiliğinden halk hareketleri olmaması gereklidir, eğer devrim için örgütlenmiş bir sınıf temelli parti veya partilerin varlığından bahsediyorsak, fakat ortada iktidarı zorlayacak ve halk iktidarını oluşturabilecek ortada ne siyasi partiden, ne de başka bir organizasyondan bahsedebiliriz. Zaman zaman bozulan dengenin iktidar lehine yeniden oluşturulmasının temelinde de işte karşı bir örgütlü gücün olmaması yatmaktadır.
Yaşadığımız son yerel seçim ile muhalefet ve iktidar partisi arasında göreceli bir cephe kurulmuş ve cephe ile suni denge korunmasına özen gösterilmiştir. Bu tartışmalar bir anlamda iktidar partisini desteklerken, muhalefete göreceli başarı sunulmuştur. Bu da toplum içinde var olan hoşnutsuzluk ve isyan duygusunun başka bahara bırakılması anlamına gelmektedir.
Ortada suni bir denge var, o suni dengeyi devrimciler bozar dedim, ama devrimciler bozuldu!
Yeni suni dengeler yaratılırken, bu dengelerin içinde muhalefet ve iktidar devlet çıkarı ve bekası için yeni arayışlarını bireyler üzerinden yapacaklardır. Sistem tartışılmadı ve var olan çelişkileri ile; katilini koruyan, cinayetlerin üstünü örten, hırsızlık, yalancılık itibar kazandığı bir yeni denge içinde yaşamaya devam edeceğiz gibi…
Böyle gelmiş, yalan ve açıktan hırsızlık ve eş dost kayırmacılığı… ile birlikte böyle gider manasında bir seçim yaşadık...

İsmail Cem Özkan

2 Nisan 2014 Çarşamba

Her seçim bir ders barındırır içinde…

Her seçim bir ders barındırır içinde…

Seçim dönemleri sonunda bir değerlendirme yapılması olağandır ama bizim gibi ülkelerde ise olağanüstüdür, çünkü her değerlendirme bir ayrılık demektir. Her ayrılık ise daha da yok olan sol demektir. Parçalana parçalana, dibe vura vura yukarıya sıçrayacağını sananlar, kendi küçük cemaati içinde Beyoğlu barlarında dünya devrimi yaparken bulur kendisini… 
Her seçim bir şeyleri anlatır, anlatır anlatmasına da her bir grup, birey kendi işine geleni duyar, yeni bir projektör arar önünde durmak için… Gölgesine bakarak büyük olduğunu sananlar, yine gölgelerinin büyüdüğünü söylerler. Doğru, gölgeler büyür, ışığı ayarlamaya bakar!
Ülkemiz sürekli kırılma yaşıyor, her kırılma dönemleri toplum içinde yaratılan ayrılık çatlağı daha da derinleşmede, cepheler soyut olmaktan çıkıp, somuta doğru biçimleniyor. Yeni bir dünya içinde, yeni bir toplum yaratılırken, zeminini kaybetmiş sol, yeni zemin yaratamadan, olayların peşi sırasında günlük çözümler ile koşar buldu kendisini. Sol planlı, teorisi olan ve pratiğini teorisine göre uygulayan, sınıfsal bakışı olan bir evreni temsil ederken, liberal politikanın rüzgarı içinde teoriyi bir yana atmış, çıkarlarına uygun günlük değişen müttefikler ile kendisini tanımlamaya girişmiştir. 
Bu seçim göstermiştir ki, (gerçi her seçim gösteriyor) devrimci gelenekten gelen tüm siyasi partiler, dernekler, dergi çevreleri... vb. Türkiye’yi kucaklayamadı. Bırakın Türkiye kucaklamayı temsil ettiği sınıfı bile kucaklayamadı. Hangi sınıfı temsil ettiği sorarsak, teoride işçi sınıfından bahsedenler, pratik içinde işçi sınıfından uzak, orta sınıfın oyunu kapma yarışı içindeler. Seçim dönemlerinde sloganlarda, afişlerde sınıf vurgusu yapılır ama sınıf içinde daha çok muhafazakar partinin varlığı hissedilir. Oyları onlar alır, ayak takımı olarak kabul edilenler; liderlerini yedirmemek için (para aldıkları sürece) mücadele ederler “Adam İzindeyiz!” dövizleri taşırlar. Hırsıza en büyük değeri verirler, belki o paradan Allah adına bir pay almayı beklerler, seçim mitinglerine gidenlere sokak dili ile söylersek bir sakal sıvama cep harçlığı verilir, ellerine bir dürüm ve ayran ile gün kurtarılır… sol ise neden oy alamadığını dahi hesaplamaz ama alınan küçük bir oyda kendi emeklerinin ne kadar fazla olduğunu ve iyi çalışma yapıldığına dair teori yazılar yazılır. 
Bazı konularda netleşmek gereklidir, ortada konuşmak, yuvarlak cümleler kurarak Türkiye sorunları tahlil edilemez. 12 Eylül yenilgisinden sonra bir araya gelemeyenlerin bundan sonra bir araya gelebileceğine inancım zayıf, çünkü bugün ki dağınıklıktan, politikasızlıktan bire bir sorumlu olanlar bu dağınıklığa yol açanlardır. Öncelikle dağınıklığa yol açan ve “her şeyi ben yaptım” diyenleri tarihin dehlizine atıp unutmaktan geçer. Ne olacaksa onlarsız olacaktır. Onlar yenilginin birinci derecede sorumlularıdır, yenilgi sonrası yaşanan dağınıklığın da sorumlularıdır! İddialı slogan bulmakta kabiliyetli olanlar, attığı sloganı hayata geçiremeyen zavallı konumunda ve inanılırlığını kaybetmiştir. Attığı sloganın altında ezilenler, gereklikleri yerine getirmeyenler her zaman olduğu gibi bahane bulma konusunda da uzmandırlar, çünkü kendilerini yalanlayabilecek gerçek ve ciddi bir rakipleri yok! 
12 Eylül’de bir defa yenildiler, anlarım; derim ki, panzer üstlerinden geçti. Cezaevinde genelde direniş hattı kuramadılar. İdam korkusu yüzünden hatta bir bölümü tek tip elbise giydi, örgüt dahi olamadılar... Hadi olağanüstü koşullardı... Ya o yılları takip eden yıllar? Bitirilmeyen süreçler... Proje ürünü olarak ortaya çıkan parti... Yayın organları... Bir zaman ittifak kuracak kadar oy almış bir yapı, sonra sürekli yenilgi dönemi... Bitmeyen ayrılmalar, ayrılıp ayrılıp yeni yayın organları çıkarmalar... Son seçim ve “game over” sözü iktidar için beklerken, “game over” bir bakmışsınız sol geleneğe deniyor... Diyecekler ki gazete satışı iyi, iyiye gidiyoruz! Dergi çevresinden gazete çevresine büyük gelişme! Bir bölümü de diyecek ki, bizim web sayfamıza tıklama oranı milyonları buluyor!  İyiye gidiyoruz! Elbette iyiye gidiyoruz, rahmet ve ışıklar içinde... Ölen arkadaşların arkasından dediğimiz sözler geliyor aklıma; “ışıklar içinde...” 
İyiye gittiğine inananlar yan yana gelemez, hep iyiye giderler...
Her seçim dönemi sonu içinde dersler barındırır, duyabilene… Bazıları sadece istediklerini duyar, diğerlerini yok sayar… Yok sayılanlar ise bizi büyütmez ve sürekli daha dar çevre içinde birbirimiz ile kavga edecek ortam hazırlar. Bazılar da piyasa koşullarına göre, gelenek ilişkilerini kullanarak projeler yapar, onun ile hayatını yönlendirmeye çalışır. 
Her seçim dönemi yeni müttefikler bulunur ve yeni müttefiklerin yaptığı hatalar ile seçimi kaybederiz! Oradan ders alırız, suçu hiç kendimizde aramayız!
İsmail Cem Özkan