12 Nisan 2014 Cumartesi

Kelimeler sizi etkilemeye devam ediyor…

Kelimeler sizi etkilemeye devam ediyor…

İkinci dünya savaşı sırasında yaşanmış ama her savaşta yaşanabilecek bir savaş görüntüsü. Bir manastırda Almanlar tarafından esir alınmış Sovyet askerleri. Sovyet ordularının geldiğini ve savaşı kaybedeceğini gören Alman askerleri manastırı terk etmesi ile başlar Yüzbaşı Vukhov’un gerçeği.
Manastırda bir oda hücreye dönderilmiş, sorgulanmayı bekleyen yedi kişi, çırılçıplak olarak sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar. Ortalık birden anlamsız şekilde sessizleşmesi… Hücrede kalanlar savaş esiridir ve sorgulanmak için sırayı beklerken, bir de alman askerlerinin onları terk ettiklerini hissederler, o hissin ne kadar doğru olduğunu anlayabilmek için hücrenin yukarıda kalan penceresine ulaşmak isterler. Rubin jimnastikçidir ve insan bedeninden bir kule yapmayı önerir ve yaparlar. Üst üste oluşturulan kulede pencereye yaklaşırken kule devrilir, Rubin anlık olarak gördüğü manzarayı arkadaşları ile paylaşır. Alman askerleri çekilmektedir ama onları hücrede unutmuşlardır ya da bilerek bırakmışlardır. Terk edilmiş bir manastır ve manastırın hücreye dönderilmiş odasında yedi mahkum!
Yedi çıplak mahkum, terk edilmiş manastırda bir hücrede kaderleri ile baş başadır. Onların sesini duyacak ve kapıyı açacak ne biri vardır, ne de ellerinde bir alet, çünkü sorgulanmak için çırılçıplak bırakılmış ve elleri dışında başka aletleri olmayan yedi insan. Dört duvar içinde sağlam bir kilitli kapının arkasındadır. Ne suları vardır ne de yemekleri. Yedi insan beklemekten başka olasılıkları yoktur, birisi görecek ve gelecek onların kapısını açmasının dışında olasılıkları yok!
Manastırlar şehirlerin dışındadır, dağların eteklerinde ve ulaşılması zor yerlerdedir. İnzivaya çekilen rahiplerin çilehaneleridir. Aynı zamanda eğitim yerleridir. O yüzden saldırıya ve rahatsız edilmeye karşı savunması ulaşımın en zor olduğu alan seçilir. Gözden uzakta ve sessizliğin içinde kale gibi korunaklı ama askeri olmayan, mahkumu olan bir yerdir. Yedi savaş tutsağı, bir hücrede, çırılçıplaktırlar. Ne suları vardır, ne da aşları. Yedi insan bir birine bakar, birbirinden güç alırlar ama onunda sınırı vardır. Çünkü susuzluk, açlık; dayanışma ve bir arada olmanın da sınırını çizer.
İçlerinden biri komutandır, o bu çaresiz duruma bir öneri sunar, çünkü toplu ölmek yerine içlerinden biri çekiliş ile hayatından vazgeçip arkadaşları için yemek ve su olursa daha uzun yaşama ve hayatta kalma ihtimali vardır. O ihtimal ortak akıl ile karar alınmış ve saç kıllarından oluşan bir çekiliş yaparlar. En son kalan kıl ilk kurbanın adını açıklayacaktır. Bu seçime katılanlar bunu bilerek ve eşit şartlar içinde seçimini yapacaktır. Kısaca hayatta kalmak için bir kumara evet demişler. İlk çekilişte öneriyi getiren çıkmıştır, o artık ölmek için hazırdır ve son isteği olarak uyumaktır. Köşeye çekilir ve bitkin bir şekilde uykuya dalar ve o uyuduktan sonra Rubin sallanarak ve trans olmuş şekilde ilk cinayetini (!) işler. Elbette savaşta cinayet işlenir ama kimse cinayet demez, çünkü vatanı için adam öldürür ve ölür. Doğaldır aslında. Binlerce yıldır böyle gelmiş ve kimse bunu sorgulamamıştır. Şimdi daha uç bir durum söz konusudur ve içlerinden biri kurtulsun diye biri gönüllü olarak kurban olacaktır, kanı ve eti ile arkadaşlarının yaşaması için yaşamını ve son nefesini verecektir. İçlerinden birinin kurtulması bile önemlidir, çünkü o biri onların yaşamı, kanı ve eti ile özgürlüğüne kavuşacaktır.
Özgürlük!
Özgürlük uğruna ve yaşam uğruna hayatından vazgeçmek!
Arkadaşının yaşaması için özveride bulunmak!
Arkadaşı / sevdiği yaşasın diye gelen kurşunun önüne atlayan bir erin duygusu gibi!
Arkadaşları yaşasın diye ilk kurban olan yine o birliğin komutanıdır. Savaşta cephe gerisinde kalan değil, cephede ön sırada olan kahraman komutanların ruhunun hayat bulması gibidir. Aldığı karara hiç itiraz etmeden boyun eğen ve uyumaya yatan komutanın öldürülmesi ve etinin parçalanması hiç kolay değildir. O en zor adım ilk adımdır ve o ilk adımı Rubin yapar. Göğsün üzerinde eti parçalar ve yer!
Diğerleri de teker teker gelir ve komutanların etini yer, kanını içer!
Bu olay hücrede unutulduklarının on birinci gününde gerçekleşmiştir. On birinci günün akşamında hücrede sağ kalan on kişidir. Etini yedikleri komutanın kafası onlara anlamsız bakmaktadır.
Ölüm, arkadaşlarının yaşaması anlamına gelmektedir. Doğal ve kura sonucunda ölümler birbirini izlerken, kan ve arkadaşının eti ile yaşam kurtulacakları güne kadar sürer. Kurtarıldıkları altmışıncı günde geriye sağ kalan yalnızca iki kişi...
Bilincini yitirmiş Binbaşı Rubin ve Yüzbaşı Vukhov...
Vukhov özgürlüğüne kavuştuğuna inandığı gün, iki Sovyet arkadaşının kollarında yaşama merhaba derken, aslında bu yaşadıklarından dolayı sorgulanacağını ve yargılanacağını anlamıştır. Çünkü aklı başında kalan sadece kendisidir ve yaşananlardan tek sağlıklı kalan kendisi olduğu için yargılanacak ve suçlu bulunacaktır. Çünkü normal şartlar içinde bu yaşananlar olmuş olsa yamyam diye suçlanır ve en ağır ceza alması için toplum onu mahkum eder. Ama şimdiki durum çok farklıdır ve savaş koşullarında gerçekleşmiştir.
Vukhov ;“Ben normal değil miyim? Normal bir yamyam.. Bütün klasikleri okumuş bir yamyam.. Mühendis olmak üzere yetiştirilmiş, atomu tanıyan, yediğim etin bir şey olmadığını, kardeşlerimin ruhlarının hiçbir şekilde tatlarının olmadığını bilen akıllı vahşi değil miyim?”  diye yargılandığı mahkemeye haykırır! “ya ceza verin, ya tedavi edin… Ama benim suçumun niteliğini söyleyin!” diye devam eder yargılayanlara karşı… Sormakta kendisince haklıdır, çünkü suçun niteliği yaşanan gerçeğin anlatıldığı kelimelerdir, yaşanan gerçek ise Vuhhov’un bilincindedir ve henüz tazedir. Yargılayanlara der ki; “Sizler, yargılayanlar, hiçbir şey görmediniz.. Sizi ürküten sözcükler yalnızca!”
Gerçek; kelimeler midir, yaşanan mıdır?       
Sorular sorar, cevaplar bekler gibi. Ama yargılayanlar cevap veremez, bilinç bunu algılayamaz. Cevaplar daha çok soruları ortaya çıkarır… Hiçbir değer; ne din, ne ahlak ne de bilim yaşanan gerçeği sorgulayamaz, sadece kelimeler ile anlatılan gerçeği algılamaya çalışır ve kendi kafasından başka gerçekler yaratır.
Midesi bulanan, başı ağrıyan, nefes alırken nefes düzeni bozulan bir şeyleri hisseder ama…
Vukhov arkadaşlarının etini yemek ve kanını içmekten dolayı yargılanmak istemektedir. İşlediği suçun onulmaz acısını ceza çekmenin acısıyla dindirmek için değil, işlenen cinayetlerin bireysel bir suç olmadığını, ortak bir sorumluluğun sonucu olduğunu kendisini yargılayacaklara anlatmak istemektedir. Hatta görev talep eder, “ben bir askerim” der, “ölmek ve öldürmek benim görevim, arkadaşım için canımı vermek de!”
Savaşı ve yaşananları sorgular.
Algıları ve gerçekleri mahkum eder!
Savaş suçu işleyen ve onları orada çırılçıplak bırakanlar mı, yoksa onları savaş cephesine sürenler mi?
Onları hücrede kaderleri ile baş başa bırakan ve uzun süre o hücrenin olduğu manastıra gelmeyen kendi ülkesinin askerleri mi?
Kader çizgisini yazdığına inandığı tanrı mı?
Suçlu kim?
Arkadaşının etini yiyen ve şansından dolayı hayatta kalan Vukhov mu?
Mahkeme önünde o da olmayabilirdi, şanslar eşitti, o değil de başkası da yaşayabilirdi ve savunma yapmaya çalışabilirdi. Tek suçu yaşamak mı?
Vücudunda organlarının normal olarak çalışması ve sağlıklı olduğu kanaatini tıp bilim adamlarının söylemesi mi onu suçlu kılıyor? Ya kelimeler ile anlatılmayan gerçekler?
Vukhov suç işledi mi, yoksa arkadaşlarının bilinçli bir tercihi sonucu yaşamaya mahkum olmuş olan bir kader suçlusu mu?
Tarihin karanlık sayfalarında kalan ve kelimelerin gerçekleri bugünde yaşamaya devam ediyor. O kelimeler sahne tozunun üstüne alın teri olarak düşmekte. Zafer Diper muhteşem bir performans ile kelimelere hayat vermekte ve o kelimelerin gücü ile yargılayan bizleri yargılamakta ve geleneğimizi, birikimlerimizi ve hayata bakışımızı sorgulamaktadır.
Zafer Diper, bu oyuna hayat verirken mimiklerinden, ses tonundan, kırılan ve ezilen kelimelerin bilinçli vurgusundan ve de elleri ile gerilimi, arkadaşının son nefesinin verilişini canlandıran eller birden yargılayanların boğazına gitmekte ve nefes alışınız hızlanmaktadır. Oyun sahnededir ama oyun değildir, yargılayan ve yargılananlar bir sahnenin önünde buluşmuş ve rahatsız eden kelimelerin gerçekleri ve yaşananların çatışmasına şahitlik ediyoruz. Bizler seyirci olarak yargıcız, midemiz bulanmakta, başımız ağrımak da ve nefes düzenimiz bozulmaktadır. Gerilim oyunun konusu anlaşılmaya başlandıktan sonra ince ince Zafer Diper’in sesi ile bilincimize işlenmektedir. Mimikler, el hareketleri, vücut dili bizi o manastır hücresine götürmekte ve fısıldamaktadır. Savaş işte böyle bir şeydir… Savaş sadece cephede ölüm ve yaşam mücadelesi değil, bir de mahkum olmak ve bir manastırda unutulmaktır.
Siz eğer o hücrede olsaydınız ne yapardınız?
Toplu intihar mı, yoksa arkadaşınızın etini yiyerek, kanını içerek yaşamak mı?
Komutanınız size ölün derken ölümü göze alıp gelen kurşunun önüne atlayan mı, daha kahraman, arkadaşının etini yiyerek hayatta kalan mı daha kahraman?
Komutanınız size öl ya da düşmana inat yaşa derken, emir verirken ona uymak mı daha ahlakı, ret etmek mi?
Savaşa kimse gönüllü gitmez, elbette istisnalar olabilir ama fakir, fukaranın çocuğu savaşa gönüllü gitmez, yasalar ve töreler öyle dediği için gider ve orada vahşeti, insanlık dışı her şeyi yaşar ve görür. Şansı varsa eve döner, yoksa savaşa katıldığı tarafın kahramanı ve şehidi olarak ailesine tebligat olarak ulaşır. Toplu mezarların içinde tanınamaz halde bir metal kolye olarak adı kalır. Toplu ölümlerde ölen bireyleri kimse anımsamaz ama yaşayanlar zaman içinde anılarını toplamaya çalışanlar için kahraman bile olabilir. Savaş, kelimelere sığar ve yaşanan gerçeği ortadan kaldırır, kazanan tarafın kahramanlıklarını tarih kitaplarına altın harfler ile yazarlar. Ya gerçek??
Yazılmayan ve mahkum edilen gerçekler?!
Arkadaşlarının etini yediği bilinen ve yediğini saklamayan Vukhov, sizce savaş suçlusu mu?
Vukhov der ki; “Sizler, yargılayanlar, hiçbir şey görmediniz.. Sizi ürküten sözcükler yalnızca!”
İsmail Cem Özkan


Yazan Barry Collins
Çeviren Enver Özen
Yöneten Zafer Diper
Oynayan: Yüzbaşı Andrei Vukhov / Zafer Diper
(Avni Dilligil Tiyatro Ödülü - OYÇED Sürekli Başarı Ödülü)