5 Haziran 2014 Perşembe

Nefret söylemi!

Nefret söylemi!

Bu ülkede nefret söylemleri genelde iktidar eli ile geliştiriliyor ve seslendiriliyor. Sanırım bu Osmanlı’dan bize kalan bir miras. Yahudileri, Romanları, Alevileri ve Diğer kültürden olanları hiç tanımamış, görmemiş, geleneğini bilmeyen insanların nefret söyleminde bulunması sanırım yaşadığımız zamanın ruhunda var.
Yaşadığımız zamanın ruhu; daha çok para, daha çok özgürlük için başkasını ezme üzerine kurulu olmasındadır.
Değerlerin yok edildiği, her şeyin para ile ölçüldüğü bir zaman diliminde nefret söylemine karşı hepimizin yapması gereken bir ödev var, çünkü ortak mücadele edilmeyen söylem, sonunda hepimizin celladı olacak ya da ellerimize kan bulaştıracaktır.
2. dünya savaşından sonra yaşanan Yahudi Soykırımı etkisi ile devlet eli yürütülen kampanyalar ne yazık ki nefret söylemini ortadan kaldırmamış, nefret söyleminin derinden derine yayıldığına ve ırkçı sağ partilerin zaman içinde oy almalarını beslemiştir. Irkçı yapıların birincil varlık sebebi devlettir, devletin el altından yapmış olduğu politikadır. Kısaca devlet eli ile propaganda, yasaklamalar ve’ tek yönlü tarih bilinci’ ırkçı düşünceye kan vermiş, yok olması gereken düşmanlık tezi bizzat devlet eli ile ülkenin, toplumun en küçük birimine kadar yayılmıştır.
Devlet, ne zaman ekonomik kriz ve dolaylı olarak siyasi krize girerse azınlıklar zarar görmektedir.
Yukarıda yazdığım nedenlerden dolayı, nefret söylemine karşı; devlet olanaklarının dışında, devlet işbirliğinden uzakta yapılan her etkinlik benim gözümde daha anlamlıdır, çünkü devletin varlık sebebi; düşman yaratmak ve olası düşman tehlikesi var olduğu sürece kendisini yaşatacak ve koruyacaktır.
Bu zaman diliminde ve yeni kuşağın tipik özelliği konumuna gelmiş okuyan ama anlamayan ve idrak edemeyen bir nesil var. Bu kuşak, ikinci dünya savaşı filmlerinde soykırımı anlatan sahnelerde dahi kahkaha ile gülebilmekte, yaşananları birer masal ve eğlence aracı olarak düşünebilmektedir. Yaşanmış olan acılar, onlar için bilgisayar oyunu gibi gelmekte ve tek amaçları eğlenmek olduğu inancı içinde refleks göstermekteler.  
Sözünü ettiğim kuşak her ne kadar iyi niyeti olsa da iktidarın; eğitim, siyasi, askeri politik tercihleri ile birey belirlemektedir. Birey, nefret söylemini geçmişten gelen bir miras ve doğal şeymiş gibi algılamaktadır, hatta kullandığı kelimelerin nefreti beslediğini ve yaşattığını bilmemektedir.
Eğitim, aynı zamanda geçmişin nefret söylemini, kulaktan kulağa oyun oynayan çocuklar gibi bire bin katarak gerçeklikten uzaklaşmakta ve yeni yaratılan gerçekliği kabul etmesini doğurmaktadır.
Yaratılan yeni gerçeklik, o ülke sınırları içinde doğru kabul edilmekte ve karşılaştırmalı tarih araştırmalarına kapalı bir ezber eğitimden geçen kuşağın, düşünce ve davranışını belirlemektedir.
Ülkenin ilk eğitiminde verilen tarih bilgisi, üniversitede sadece tarih bölümlerinde okuyan öğrencilere; “öğrendiğiniz hepsi yalandı, artık doğruları öğrenme zamanı geldi!” diyen öğretim üyesinin sözünde saklıdır. Tartışmalı doğruları tarih bölümünde öğrenenler, mezun olduktan sonra görev yaptıkları ilk eğitim okullarında gittiklerinde; bilerek, onlara verilmiş olan müfredata uygun kitaplarda ki ‘yalanları’ (resmi tarih) öğretmek zorunda kalmalarını kimse açıklayamaz…
Karşılaştırmalı tarih eğitimi, nefret söylemine karşı mücadelenin en önemli ayağı olabilmesi gerekirken, siyasi çıkarlar ve tercihler bu tarih eğitimi sadece ideal eğitim modeli olarak ortada bırakmaktadır. Eğitim ile aptallaştırılan çocuklar, dillerine bulaşmış olan nefret söylemi cümleleri kullanırken ayıklama şansına sahip değillerdir. Öncelikle, dilde ki nefret sözcüklerinin temizlenmesi için; yaşananların bir destan ve masal olmadığı gerçeğinin yeni kuşaklara aktarılmalıdır. Toplumun her katmanın bu sorumluluğun altında el atması gerekmektedir.
Bilirim ki; ezilenlerin tarihi yaşanan gerçekleri yazar, bizler sadece okuruz...
Umarım, okumak ve gözlemci olmaktan çıkar ve birlikte; nefret söylemine karşı, dide ki ırkçı kelimelerin temizlenmesine karşı bir şeyler yapabiliriz…
İsmail Cem Özkan