2 Ağustos 2014 Cumartesi

Duruş noktasına göre…

Duruş noktasına göre…

Olaylara nasıl baktığını değil, nereden baktığınız önemlidir. Sol, işçi sınıfının çıkarları açısından bakar ve oradan olayları yorumlar. Dinci gruplar ise kendi grup çıkarına göre yorumlar, ırkçılar kendi ırkının çıkarı açısından yorumlar ve her biri kendisine göre doğruları yaratır. Her biri aslında doğruların bir açısını görürler, ama insanlığın çıkarı açsından bakarsanız işçi sınıfının çıkarı ve sınıfı ortadan kaldıran bakış açısı insanlık tarihi için elzem olanı tercih olarak ortaya çıkarır.
Sınıflı bir toplumda yaşıyoruz. Bugün ki yaşadığımız zaman dilimi iki sınıfın bir biri ile kıyasıya mücadelesine şahitlik ediyoruz. Şimdi hakim olan sınıf, işçi sınıfını ortadan kaldıramıyor, çünkü varlık sebebi işçi sınıfının sömürülmesidir. Onu sömürerek yani kanını emerek hayatta kalabilir. İşçi sınıfı olmadan kapitalist sistem olmaz. Ama işçi sınıfının hakim olduğu yerde ne burjuva ne de kapitalist ilişkiye gerek yoktur, zorunluluk değildir. Yani proletarya diktatörlüğü döneminde sınıfı ancak iktidarda olan temsil eder, yani ötenazi (kendi kendini yok edecek) yapacak tek sınıf işçi sınıfıdır.
Irkçı bakış açısı ile dinci bakış açısı birbirine çok yakındır, faşistler dincileri rahatlıkla kendi arka bahçelerinde barındırmalarının sebebi, bu yakın akrabalık ilişkisidir. Nazilerin katliamına onay veren ve soykırım yapmaları için ortam hazırlayan Katolik Roma Kilisesi kadar Almanya içinde örgütlü olan Protestan Kilisesinin rolü tartışılmaz. Aynı konum ülkemiz içinde de geçerlidir. Ülkemiz faşist dönemler yaşamıştır, faşist iktidar dönemlerinde dinci örgütlerin duruşları ve iktidar yanında iktidarın izin verdiği kadar yer almalarının tek kaynağı, olaylara aynı yerden bakıyor olmalarıdır, kısaca çıkarları ortak olmasıdır.
Ülkemizde dinci yapılar içinde hep ötekisi konumunda bulunan Alevilerin durumu daha karmaşıktır, çünkü Osmanlı devamı olan Türkiye, Osmanlıdan aldığı miras gereği Alevileri hep düşman olarak görmüş ve açıktan örgütlenmelerine izin vermemiştir. Türkiye koşullarına uygun laiklik anlayışı ile Alevileri baskı altına alıp, Alevileri devlet eli ile sunileştirme politikasını hep korumuş ve geliştirmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığının tek varlık sebebi suni vatandaşların inanç ihtiyaçlarını gidermek değil, Aleviler ve diğer dini görüştüklerini yok etmek ve asimile ederek toplum içinde erimelerini sağlamaktır. O yüzdendir, devleti yönetenler iki de bir ülkemiz %99 Müslüman’dır diye fetva vermeleri. O söz tesadüfi olarak ortaya atılmış söz değil, hedefin sadece seslendirilmesidir.
Aleviler, solcular ile aynı kaderi paylaştıkları yani ötekileştirildikleri için yan yana gelmiş iki kader ortağı gibidir. Solun Aleviler içinde yaygın olmasının sebebi bir anlamda dayanışma hissiyatıdır, çünkü 12 Eylül öncesi Alevilere ve solculara karşı yapılan katliamlar bu iki farklı bakıştaki insanları yan yana getirmiş ve direniş komitelerinin vazgeçilmezi kılmıştır. Aleviler bugün haklarına kavuşmuş olsalar ve negatif ayrımcılık yerine pozitif ayrımcılığa uğramış olsalar; sol ile tüm bağlarını koparacak ve kendi içlerinde yaşamayı tercih edebilecek potansiyele sahiptir. Hatta bunu zaman zaman sesli olarak ifade ediyorlar, ellerine çıkan ilk fırsatta dinci örgütlerin ve devletin sözde “Alevi Açılım Çalıştay”larına koşmalarının altında bu gerçek yatmaktadır. Aleviler ibadet özgürlüğü ve pozitif ayrımcılık için iki temel hedefi henüz net olarak koymamıştır. Demokratik haklar ve eşit muamele beklentisi içinde siyasi hedefleri çarpık bir konumunda oldukları için ne Aleviler arasında gerçek anlamda yaygınlaşabiliyorlar ne de ‘devrimci’ yapılar içinde. Olayların akışına göre yön belirleyenler, Alevi örgütünü “Madımak Müze Olsun!” sloganına sıkıştıranlar bugün yaşanan Alevi ve devlet ilişkisi içinde çarpıklığın sorumlularıdır.
Sol, Alevileri hep devletin ötekileştirmesi sonucu yanında görmüştür. Doğal müttefiki görmeye devam etmektedir.
Devlet bugün dahi elinde solu ve işçi sınıfını yalnızlaştıracak potansiyele sahiptir ama tercihi henüz bu yalnızlaştırma yönünde değil, Alevileri hala inat ile asimile etme yönündedir.
Sol içi çatışmalar son yıllarda yeniden alevlenmiştir. Bu çatışmanın dolaylı /direkt tek etkilenen kesimi Alevilerdir. Sol, kendi kendine sapladığı hançerden Alevilerde yara almakta ve kendi öz evlatlarını toprağa uğurlamaktadır. Bu çatışmadan etkilenen ve sorgulayan Aleviler devlet ile daha çok yakınlaşmasına ve sistem içinde kendi sorunlarına çare aramaktalar.
Alevilerinde paradigmaları vardır ve o paradigmalar ile olaylara müdahil olmaktalar.
Aleviler tarihsel olarak Kürtlere karşı güvensizdirler. Çünkü bir çok katliam içinde Kürtleri karşılarında Osmanlı idaresinin yanında görmüşlerdir. Bu tarihsel miras gerçeği ve Kürt çoğunluğunun dini inançları Alevileri düşman görmeleri ve “Alevinin bahçesinden bir taş indirmek bile cennetliktir!” anlayışının hakim olması bu güvensizliğin temelini oluşturmaktadır. Bugün ulusal mücadele yapan Kürtlere karşı olan solcu bir yapının içinde Alevi çoğunluğu görmek ve o solcu yapı kendisini Alevilerden aldığı destek ile güçlü görmesi sadece izafi bir yansımadır.
Sınıf temelli mücadele ettiği söyleyenlerin bakış açısında ve duruşunda dinci bakış açısına paralele hiçbir yön yoktur, eğer var gibi görüyorlarsa örgütlenmelerinin feodal ilişkiler içinde olup olmadığını sorgulamalılar.
Bugün Alevi bakışı ile solcuların arasında yazı yazanların yazılarını biraz analiz ederseniz şu gerçek ile karşılaşırsınız; ırkçı bakış açısı! Sınıf yerine sözde demokrasi özlemleri ve ibadet özgürlüğüdür. Irk yerine cemaat almıştır. Cemaat (Alevi) yerine herhangi bir ırkın ismini yazın aynı sonuç ile karşılaşırsınız. Sınıfsız bir dünya özlemi yoktur ve sınıfsız bir dünyayı nasıl gerçekleştirecekleri konusunda hiçbir ipucu bulamazsınız. Sadece ümmet ilişkileri vardır ve ümmet ilişkileri de kapitalist ilişki ile karbon kağıdı kopyasıdır.
Unutmayın, tarih kanlar içinde bir çok şeyi hala saklar.
Kısaca adını andığımız sol içi çatışmalar solun olduğu yerde olur, sağcıların içinde sol içi çatışma olmaz... Sağcıların iç çatışması da solun hakim olduğu yerde olmaz. Bir çok Alevi bugünlerde kızgınlıklarını neden hep bu sol işçi çatışma Alevilerin içinde oluyor sorusu ile dillendiriyorlar. Neden sadece bizim olduğumuz yerde sol içi çatışma olmaktadır? Bunun yanıtı sol ve Alevilerin tercihleri dışında olduğu ötekilerin yani ezilenlerin zorunlu bir arada yaşamasında yer aldığı gerçeği ile karşılaşırız. Bazı mahallerde Aleviler ve solculardan oluşması Alevilerin ve solcuların tercihi ile değil, buna devletin izin verdiği gerçeği ile yüzleşiriz. Devlet o ortamı hazırlamış ve ona göre oralarda yaşamasına izin vermiştir. Elbette her hangi bir faşist idari tercihte o varoşlar adını verilen ama modern söylem ile gettoları birer toplama kampı gibi kullanabilecek potansiyele sahiptir. Bunun örneği dünya tarihi içinde kanlar ile yazılmıştır. Her getto aynı zamanda potansiyel olayların olduğu ve en alttakilerin üzerinde test alanı olma özelliğini de taşır. Toplum mühendisleri genel toplum üzerinde deneme yapmadan ellerindeki tezleri bu bölgelerde denerler ve tepkilere göre yeniden biçimlendirirler. Gazi katliamı ve diğer katliamlar bu bölgelerde olması tesadüfi değildir. Elbette bu gettolar sadece Alevilerin yaşadığı alanlar değildir, geleneksel olarak dinci (potansiyel düşman olarak görünen kesimlerin yaşadığı yerlerde)  yapıların örgütlü olduğu bölgeler içinde geçerlidir.
Kapitalist sistem kendisini yaşatacak ve ayakta tutacak her türlü olasılığı kullanmaktan çekinmez. Toplumsal çelişkilerden yararlanır ve her zaman bir düşman var edecek ve yaşatarak; barış içinde yaşamaya olanak vermeyecektir. Kapitalizm çatışmadan beslenir ve kan ile kendisini geliştirir. İçine girdiği bunalımları, kaotik ve kriz koşullarını savaş ile çözmeye çalışması kapitalizm için bir tercih değil, zorunluluktur.
Osmanlıdan devraldığımız devlet yapısı, tercihleri ile bugün dahi yaşamasının tek sebebi, iktidarı elde bulunduranların çıkarının bu yönde olmasıdır. Elbette iç dinamiklerde her zaman “bir düşman gelirse” korkusu ile kendi yandaşını korkutarak bir arada tutacaktır. Sermaye birikimini yaratan kapitalist ilişki, artık ulusal temelde değil, uluslar arası temelde ilişkiler içinde sadece bir dişli işlevini görürken, kendi iç dünyasında kendi evreninde, hükmettiği toplumun iç çelişkilerinden olabildiğince yararlanmaya devam edecektir. Bu yeni süreçte değişim dış güçlerin çıkarları yönünde ve istekleri doğrultusunda olacaktır. İç dinamiklerden daha çok dış dinamikler ülkenin gelecek tercihini belirler konumundadır.  Elbette solun bu kadar zayıf olduğu ülkeler için geçerlidir.
İsmail Cem Özkan


30 Temmuz 2014 Çarşamba

Tek doğru çatışmayı meydana getirir.

Tek doğru çatışmayı meydana getirir.

Sol kelime anlamı ile dayanışma, özgürlük, barış çağrıştırır. Yani hoşgörü, başkaları ile bir arada yaşama, özgür düşünce ve yaşama hakkını savunur. İlericidir, tutucu olan gelenek ve alışkanlıklara karşı insanlığın kültürüne bir tuğla koyan ve insanlığın ilerlemesi için kafa yoran, destekleyen ve de bilimsel düşünce yöntemini benimsemeyi içinde barındırır.
Dayanışma; farklı inanç, kültür ve düşünce biçimde olanların belli bir amaç için bir araya gelip ortak hedef için yardımlaşmayı ve birlikte iş yapmayı anlatır. Dayanışma geleneğimizde olan imecenin başka bir söylem ve yaşam biçimidir. Geleneksel olanın dışında, yeni yöntemler ve insan onuruna saygılı iletişim biçimini geliştirmesidir.
Özgürlük; sadece emeğin özgürlüğü değil, insanın ve doğanın özgürlüğünü savunur. Özgürlükten solun anladığı liberallerden farklıdır, ‘bırakınız yapsınlar, bırakınız yağmalasınlar’ yerine farklı olanların bir birilerin alanlarına hükmetmek yerine, birlikte azınlık haklarını koruyan, hakların kişilere göre değişmediği, her bireyi eşit gören bir anlayış içindedir.
Sol için özgürlük; emperyalist ve kapitalist ilişkiler dışında yeniden tanımlanan ve insanın ve doğanın barışık içinde yaşayabileceği yeni bir toplumsal sözleşmesinin en önemli başlığıdır. Özgürlük kavramı içinde bireyin, toplumun geçmiş birikimlerine olduğu gibi sahip çıkan, bu birikimleri daha ileriye taşıyan tüm araçların gerçek anlamda bağımsız olmasını ve bu bağımsız ilişkinin içinde tanımını yeniden yapar. Özgürlük tanımı olmadan sol, sol olarak tanımlanamaz, çünkü kapitalist ilişki her şeyi hükmetmeye ve hükümdarlığı altında köle, kapı kulu yapmasına karşın, üretim ilişkileri içinde bireyin daha çok kendisine ve çevresine zaman ayırmasını sol savunur.
Barış; kavram olarak her kültürün bir arada yaşamasını ve birlikte üretmesini savunur. Barış ortamı ancak ve ancak sol sınıfsız toplumlarda olacağını vurgular. Sol için barış, sınıfların ortadan kalktığı toplumlar için söz konusudur, çünkü kapitalist sistemde ilişkiler savaş ile kendisini değiştirir ve yaşadığı kronik krizden çıkış yolu arar. Sınıfların varlık sebebi, düşmanlık ve nefrettir. Düşmanlık olduğu için devletin varlık sebebi tartışılmaz, çünkü devlet için öncelikle düşman ve nefret söylemini geliştireceği ‘ötekisi’ olmak zorundadır. Bu da potansiyel olarak savaş için ortamı içinde barındırmak anlamına gelir.
Yukarıda kısaca değindiğim noktaları gerçek anlamda özümsemiş ve algılayabilmiş olsaydık, ortada tek doğru kavramına inancımızın olmayacağı gerçeği ile yüzleşmiş olurduk. Bir noktanın düzlemsel ortamda matematiksel 360 derece farklı bakış açısı olduğu, uzayda ise bu bakış açısının milyonları bulacağı gerçeği ile karşı karşıyayız. Kısaca nerede duruyorsanız ona göre doğru kavramı değişir. Marksist bakış açısına göre olaylara nasıl baktığınız önemli değildir, nereden baktığınız önemlidir. Sınıf temeli örgütlenmeyi savunan ve üreten sınıf olarak işçi sınıfının çıkarları açısından olaylara bakarsanız; kapitalistlerin yaratmış olduğu bir çok doğru ve tarih algısı ile çelişkiye düşersiniz. Çünkü sınıfın çıkarı, var olan burjuva çıkarlarının çok dışındadır.  Bugün dahi bir çok emekçi, işçi sınıfının bir parçası olanlar, kendi duruşlarını patronlarının kapısının önünde konumlandıklarında farklı doğruları ve kişisel çıkarlarına göre algılamakta ve yansıtmaktalar. Bugün sol adına siyaset yapan bir çok siyasi yapının tarih algısı işte bu duruş noktasından kaynaklanmaktadır.  Sosyal demokratların tarihsel olarak işçi sınıfına karşı ihanetleri işte bu bakış açısının ve duruş noktasının çıkarsal ilişkilerinde aranmalıdır. Bugün yaşadığımız zaman diliminde kazanılmış hakların teker teker yok edilmesi işte bu sosyal demokrat iktidarların icraatları içindedir. İngiltere, Fransa ve Almanya örneği içinde rahatlıkla tespit edebilirsiniz.
Ülkemizde ise diğer ülkelerdeki soldan farklı bir tarih çizgisine sahip değildir. Her ne kadar üretim ilişkilerimiz içinde sanayinin çok geç gelmesi ile işçi sınıfının tarihsel birikimi diğer ülkelere göre az olsa da bu ülkenin mücadele tarihinde hiç küçümsenemeyecek başarılar da vardır. Ülkemizde işçi sınıfının örgütleri başlangıcı ülke şartlarına göre yer altı örgütlenmesi içinde kendisini ifade etmesi sonucu (belki de) sol için elzem olan ilkeler görmezden gelinmiş ya da şartlar uygun değil diyerek yok sayılmıştır. Bunda elbette Sovyetler Birliğinde ki gelişmeler ve tek ülke sosyalizm anlayışının da etkisi vardır. Sol, ilkleri belli olan ama bazı ilkeleri şartlara göre görmezden gelinerek yapılan örgütlenme girişimleri de elbette bazı hataları içinde barındırmakta ve Lenin’in değimi ile sol hastalık olarak tüm solu sardı, sarmaladı. Başlangıcın çarpık olması sonucu o dönemden gelen çarpık bakış açısını sol olarak yaşamaya devam ediyoruz.
Çarpık ilişkilerin başında tek doğru kavramıdır.
Bizim çarpık sol anlayışımız, mücadele ettiğimiz tek doğru düşüncesinin bire bir kopyası ile sonuçlanmış ve en uç örnekleri yaşantımız içine girmiştir. Tek doğru o kadar ileri gitmiş ki, kendi görüşümüze uygun siyasi organizasyonun yayın organı her şeyi açıklar olarak algılanmış, tartışmalarda o dergide yayınlar referans olarak verilmiştir. 12 Eylül öncesi solun hakim olduğu yerlerde kurtarılmış bölgeler ilan edilmiş, o kurtarılmış bölgelerde diğer sol yapıların örgütlenmesine izin verilmemiştir. Sağ örgütlerin kendilerini ifade etmesi daha özgürce olurken, solcuların bir arada yaşama olasılığı daha düşük ve genelde çatışma ile sonuçlanmıştır. Yaratılan tüm sol örnekler, aslında solun yeniden yorumlanmasıdır. Her yorumlama hep kötüyü işaret etmemiştir, ama kötüler iyi örneklerin üstünü örtmüştür. Sol, algı olarak kısaca hoşgörüsüzdür, çatışmaya yatkındır, krizi yönetemez, en ufak sorunda ayrılma ve çoğu ayrılık durumunda insan yaşamını savunan sol, birden ölümü yüceltmeye ve ölüm üzerine kendisini ifade etmeye başlamıştır. Bu tarihimizin karanlık noktalarıdır. Üzerine de çok düşünülmemiş ve genelde yok sayılmış, ölenlerde kahraman ya da hain olarak sessizce geçiştirilmiştir.
Sol adına savunmasız insanların cezaevinde öldürülmesi, sol adına iç hesaplaşma ve arkasında onlarca ölü bırakması normal sol ilkeler açısından bakarsanız açıklanmaz. En son yapılması gereken eylem biçimlerini en son yerine ilk yapılması ile bir çok birbirinden değerli yetişmiş sol değerin yok olmasını sessizce izlenmiştir.
Çok kısa olan sol tarihimiz içinde sol örgütler arsında çatışmalar, tıpkı iç çatışmalar gibi kanlı olmuştur.
Sol, sol olduğu günden beri iç çatışmalar içinde yoluna devam etmiş ve kriz yönetmeyi becerememiştir. Tek doğrunun olduğu yerde diğerleri doğru değildir ve yanlıştır. Yanlış olanı yok etmek bilimsel mücadeledir! Elbette tek doğru kavramı içinde bakıldığında bu çatışmaların bir anlamı olur.
Birden fazla doğrunun olduğu yerde hoşgörü vardır ve farklı bakış açılarına hoşgörü ile yaklaşım olur. Şimdi tek doğru olan yerde klasik ulus devletinin anlayışını da bulursunuz. Tek millet, tek dil, tek düşünce, tek bayrak, tek tek tek...
Sol, bu tekçi anlayış ile yüzleşmeli ve ne kadar hoş görü içinde olduğunu ve dilindeki diğerlerini dışlayıcı ve de nefret söylemini uzaklaştırmalıdır. Uzaklaştırmadığı sürece kurtarılmış bölgeler ve kurtarılmış bölgede tek başına verilen mücadele onur yürüyüşleri hep olacaktır ama bu sınıf mücadelesi ile ne kadar örtüşür, ne kadar anlamıdır bunu tarih not edecektir.
Bugün yaşanan çatışmaların temelinde anlayış sorunu vardır. Bu çatışmadan nemalanacaklar, özellikle saldıracağı belli olan yere öyle bir eylem konarak çatışma kaçınılmaz olur. Burada yaratılan krizden faydalananlar, o krizi istediği gibi yönlendirenlerdir… sol bu çatışmalar için ortam hazırlamış ve o ortamı algı yönetimini kullanan erk sahibi istediği gibi istediğinde kullanabilir.
Sol kendisini yeniden tanımlayamadığı sürece buna benzer çatışmalar ne yazık ki hep var olacaktır.
İsmail Cem Özkan