18 Eylül 2014 Perşembe

Irkçılık!

Irkçılık!

Çocuklarımız ırkçı kültürü ile yetişiyor, gelecekleri ırkçılık çatışması içinde geçecek korkusu içindeyiz. Irkçılık; katliam, soykırım demektir, toprağın kan ile sulanıp, sonra kan ile sulanan toprağa methiyeler düzmektir. “Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.”
Türkçede ırkçı o kadar kelime ve cümle var ki, istediğin kadar sakın çocuğunu bir yerde ırkçı söylem ile yüzleşiyor. Ermeni tohumu, Rum dölü derken Çingenelere, Abdallara ve “mum söndü” sözlerine kadar her yerde ırkçılık besleniyor, devlet eli ile geliştiriliyor. Efelik yapacağım diyen ‘yeni Türkiye’nin’ cumhurbaşkanı var ki her sözü ırkçıları kışkırtmakla kalmıyor, yeni cümleler ile yeni bir ırkçı dalgayı da besliyor. 
Bir yandan Kürt açılımı öte yandan cepheleşme... çok kültürlü bir açılım yapılacağı farz edilirken, tek bayrak, tek dil, tek mezhep, tek tek sözler bu açılımın kara bir delik konumuna dönüştürüyor, çünkü hayaller, gelecek projeleri açılımın çatışmazlık ortamında eritiliyor yok ediliyor. Bu siyaset gündemde kaldığı sürece köşe başında ırkçı nutuk atanda olur, Kaş’da olduğu gibi “sen pis Kürtsün” denilerek dövülerek öldüren genç de... 
Eğitim, benim düşünce yapıma göre devletin en önemli ırkçılığı beslediği ve çocukların hayallerinin çalındığı yerdir. Okullarda ırkçılık temelden öğretiliyor, “bu vatan için canım feda” derken, düşman kim, kime karşı savaşacaksın sözü muğlak bırakılarak öteki her hangi biri potansiyel kurban olabiliyor... çoğu zaman kurbanlardan devşirme yeniçeriler ile gelecek zaman diliminin savaşçıları yetiştiriliyor. Osmanlıda olduğu gibi ailelerden zorla çocuk alınmıyor, okula zor ile götürülerek zaten çocuklar ailelerden uzaklaştırılıyor. Zorunlu din eğitimi, alevi çocukları devşirmek amacıyla kullanılan bir araç olmayı sürdürüyor. Her yere cami inşaatı ile Müslüman ülke olduğumuz yalanı sürekli ve günde beş defa minarelerden haykırılıyor. Bir ülkede bir dini görüşten çoğunluk olması, o ülkenin o dinden olduğu anlamına gelmez, aksine diğer dinler ve mezhepler ile ortak yaşadığı bir coğrafyadan bahsedebiliriz. Türkiye zor ile Sünni, Hanefi çoğunluk yaratmak için kuruluşundan hatta Osmanlı ve daha öncesi Anadolu Selçuklu döneminden bu yana uygulanan devlet politikasında ısrar etmektedir. O kadar ısrarlı politika yapmasına rağmen başarılı olmayanlar, yeni devşirme yöntemi eğitim ile başarmanın yollarını aramaktadır. Her okul imam hatip yapıldı ve hala bazı saf vatandaşlarımız "okuluma dokunma" kampanyaları yapmaktadır. Hangi okul olursa olsun, hepsi aynı politikanın üründür, asimilasyon politikasının bir parçasıdır. Kötünün, kötüsüne razı olmak durumu, eğitime bütçe isteyenlerin ne kadar aptallaştırıldığını ortaya koymaktadır. İmam Hatip Lisesi yerine Anadolu Lisesi istemek aptallıktan başka bir şey değildir, çünkü bütün okullarda din zorunludur, din dersi zorunlu olduğu yerde Alevi çocuklarına uygulanan asimilasyon politikasının devamı anlamına gelmektedir. 
Ulus sınırları içinde olan ve sınıf kavgasını ulusal gören her anlayışın içinde ırkçılık tohumu vardır ve fırsat bulduğunda büyüyebilir. Bugün kendisini ulusal devrimci görenlerin hemen hemen hepsinde altını biraz kazıyın ‘national socialism’ görülebilinir. Bu sadece ulusal olduğunu söyleyen çevre ile sınırlı değildir, en yakınınızda dahi görme ihtimaliniz yüksektir... 
Kültürsüzleşen, omurgasızlaşan bir toplumda bugün ırkçı olan, çıkarına uygun olduğunda birden Kürt dostu olur, gider Kürt bölgesinde tüccar dahi olabilir. Çıkarlar ırkçılığı beslerken, öte yandan ırkçılığı da bir satılacak mal karşılığında rafa kaldırabilir. 
Irkçılığın temelinde homojen toplum ve ulusal sermaye birikimi düşüncesi yatmıyor mu? Homojen toplum yaratma ve kirli olarak gördüğü diğerlerini ortadan kaldırma üzerine düşünce yapısı ve örgütlenmesi kuruludur... Dini ırkçılık en güzel örneğini ISİD içinde görmüyor muyuz? Türk ırkçılığı, henüz gelişim aşamasında olan Kürt ırkçılığı, Yunan ırkçılığı, Bulgar ırkçılığı hepsini ortak kılan ve ırkçı birlikleri meydana getiren düşünce temelinde hükmettikleri bölgede ari, temiz, homojen bir toplum olması ve diğerleri ile ittifak yapısını üzerine kurulu olmasıdır. Avrupa ırkçılığı işte bu temelde yeni düşman kategorisi İslam ve Asya göçmenleri üzerine oturtmuştur. 
Ortadoğu’da Arapları öldüren Yahudi ırkçısı Fransa’da Avrupa / Fransız faşistlerinin saldırılarına karşı Araplarla işbirliği yapmak zorundadır. Ülkesinde ırkçı, yurt dışında ırkçı karşıtı bir konumda olabiliyor. Türkiye’de ırkçı Avrupa’da sosyal demokrat olmaları gibi... Diğer yandan kapitalist düşünce içinde ırkçı karşıtı söylem ticareti artırın, ortada ırkçı kalmaz. o yüzden ticaret alanları serbest bölge olsun söylemini geliştirdiler ama o da ırkçılık yok etmediği gibi zayıflayan ve yok olamaya yüz tutmuş ulusal kapitalistler tarafından global firmaları boykot ve onlara yapmış oldukları eylemler ile alttan alta bu yeni ırkçı dalgayı besliyorlar... 
Irkçılık ile mücadele etmek demek, nasıl bir gelecek arzulandığı ile orantılıdır. Gelecek “bir arada yaşama” yerine tek düşünce doğruluğu üzerinde kurgulandığı an ırkçılık bataklığına düşmek ve her hangi bir çamur içinde bocalamayı getirebilir. 
Irkçılığı ortadan kaldıran bana göre en önemli politika işçi sınıfının vatanı tüm dünya olduğu ve sınıf iktidarını ve politikasını savunmaktan geçiyor. 
Irkçı olmayı ortadan kaldırmanın birinci koşulu dilde ırkçılığı besleyen cümleleri temizlemek,  Türk işçisi yerine işçi demek, çünkü işçinin Türkü Kürdü olmaz, olduğunu savunmak işte Hitler gibi bir sosyalisti ortaya çıkarır... 
Emeğine geçinenlerin alın terinin rengi yoktur, üretim kademesinde olanların hepsi işçidir ve eşittir... 
Irkçılık ile mücadele etmenin birincil koşulu, çok kültürlü toplumu savunmak ve bir arada yaşamı savunmaktan geçiyor. Gezi Direnişi, yakın tarihimiz içinde ırkçılara karşı atılan en önemli tokattır. Oradan öğrendiğimiz bir çok şeyi, çok kısa süre içinde ve iç içe yaşadık. Gezi Direnişi içinde başardıklarımızı gelecek toplumu içinde rahatlıkla başarabiliriz. 
Mücadele ortak olmalıdır.
İsmail Cem Özkan