22 Aralık 2014 Pazartesi

Hayatımız proje!

Hayatımız proje!

Soğuk savaşın son günlerinde proje kavramı yaşantımızın her alanına gireceğini düşünsek kimse inanmazdı ama projeler her nefes alışımızda yanı başımızda olmaya başladı. Projesiz bir anımız yok, her adımımızı, her hedefimizi, her dostluğumuzu, her sosyal medya gruplarımız bu projeler sonuçları ve işlevlikleri içinde yaşar olduk.
Toplum mühendisleri toplumu daha iyi kontrol edebilmek ve yönlendirmek amaçlı bir çok teori üretiyorlar ve bunu toplumlar üzerinde deniyorlar. Her deneme başka sonuçlar çıkarmış olsa da her toplumsal katmana uygun, kültürel farklılıklar göz önüne alınarak damak tadına uygun şekerleme üretir gibi projeler üretilmekte ve hayat içinde sınanmaktadır. Amaç bellidir, proje parası olanın parasını daha güvenli hale getirmek, yaşanabilecek toplumsal hareketliliklerin başı daha küçükken yok etmek. Kısaca kontrol mekanizmasını daha işlevsel hale getirmek.
Proje bir amaç etrafında zamanın kontrol edilebildiği bir süreçtir. Projecilere küçük hedefler konur, o hedeflere en az masraf ile nasıl ulaşılacağı ve ne kadar sürede bu amaca yaklaşık olarak varılacağı sorulur. Proje yazıcısı o konuda ayrıntılı bir rapor verir. Masraflar, zaman, kullanılacak insan ve hangi yöntemler bu projede daha verimli olacağı belirtilir. Projeye para verecek kurum ise bu veriler ışığında kendi bilimsel heyetine sorar, görüş alır ve olabileceği kabul edilerek araştırma ve geliştirme birimine verilecek paranın belki de yüzde bir masraf ile bu amaca ulaşılacağı hesaplanır ve tamam sözü çıktıktan sonra proje hayat bulur.
Bu yaşamın her alanında uygulanan bir yöntemdir. Uzay çalışmasından, aile içi şiddetin önlenmesi konusuna kadar aklınıza gelecek her alan için uygulanan ve başarılı bir şekilde yürütülen çalışmalardır.
Proje modern söylem ile taşeronluktur.
Projelerin amacı para verenin lehine istihbarat yapmak ve onun önüne her türlü bilgiyi açmaktır.
Proje yürütücüleri ise o işi meslek olarak yapanların yerine ucuz emek gücü olmaları yüzünden taşeron işçi konumundalar ama taşeron oldukları hissettirilmeden onlara verilen payeler ile gözleri boyanır.
Ne kadar göz boyanırsa boyansın işlev açısından yapılan iş taşeronluktan başka bir şey değildir.
Son kırk yılda ülkemizde yaşanan tüm gelişmeler bir projenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu süreçte her daim karlı çıkan proje yazıcıları ve projeye para veren kurumlar olmuştur.
Siyasi yaşantımızı belirleyen şey siyasi partilerdir. Ülkemiz için siyasi partilerin rolü daha da önemlidir, çünkü siyasi parti gerek olduğunda devlet işlevi görür hale gelmektedir. Devleti yaratan tüm unsurlar bir siyasi partinin içine yerleştirilip, rejim değişikliğine kadar giden bir sürecin yürütücüleri olabilmektedir. Devletin partisi vardır, o parti tüm partileri kucaklar, içinde barındırır!
12 Eylül faşist darbesi ülkemizin rotasını Ortadoğu çöl kumlarına sürmek anlamına geldiği artık gözle görülür konumunda, elle tutulu hale gelmiştir, çünkü ülke yönetimi tipik Ortadoğu liderleri gibi tepki verdiklerini gözlemleyebilirsiniz!
12 Eylül aynı zamanda ülkemiz de projelerin hayat bulduğu miladi tarih işlevini de görür. 12 Eylül rejimin kurmuş olduğu bütün siyasi partiler toplum mühendislerinin belirlediği anlayışa uygun olarak kurulmuş ve bir proje üründür. Turgut Özal Amerika’dan elde etmiş olduğu deneyimlerini bu proje içinde ülkemize uygulamış ve ANAP kurulmuştur. ANAP dört eğilimi içinde barındıran, liberal piyasa üzerine anlaşmış bireylerden kurulmuş olmasına rağmen, geçmişlerinde Kontrgerilla eylemlilikleri içinde yer almış yeni düzende çıkarını kollayan siyasiler içinde bir liman işlevi görmüştür. ANAP içinde yer alan ve halen başka siyasi partiler içinde siyasi yaşamını devam ettirenler bu projeye gönüllü olarak katılmış ve her dönemin insanı olma özelliğini korumuştur. Liderler değişmiş ama devlette devamlılık yerini projede devamlılık daha önemli işlev görür hale gelmiştir.
Gelişen siyasi yaşantımıza uygun proje olarak siyasi partiler kurulmuş, hatta iktidara ortak edilmiş ve zaman içinde proje ile birlikte sonlanmıştır.
Her dönemin kendisine özgü projeler hayat bulmuş, proje bitince proje için kurulmuş yapılan çöplüğe bırakılmıştır. Çöplüğe bırakılan işlevsiz kurumların isimlerinin yaşıyor olması onların tekrar işlevsel hale geleceği anlamını taşımıyor, çünkü günlük yaşantımızın çöplüğü o kadar çok işlevsiz proje artıkları ile dolu ki, hangi amaçla kurulduğunu dahi unutur olduk.
Bu projelerin ortak özelliği sağ sol ayrımı yapmıyor olmasıdır. Çıkar birliği var olduğu sürece  projelere verilen rolleri düzgün yaşamaya, proje sonlandığında tarihin deliğinden çöplüğe bırakılması olağan olmuştur, çünkü projeye sponsor olanların çıkarları her şeyin üstündedir.
12 Eylül sonrası her şeyimiz proje oldu!
Sol, proje sayesinde yok oldu, hala yeni projeler yapmak ile meşgul. Ve ben size tüm samimiyetimle söyleyeyim yapılan tüm projeler sola karşı bir hançer işlevi görür...
Kısaca, 12 Eylül sonrası oluşturulmuş tüm sağ- sol siyasi partiler bir proje olarak ortaya çıkmış, bu projelere uygun olarak rollerini yerine getirmiştir. Proje kurucuların düşünmediği bazı kontrol dışı gelişmeler olmuş olsa da yine de şu anda sistemi rahatsız edecek büyüklükte kontrol dışına düşmüş projeler yaşamın içinde yoktur.
Gezi direnişi ilk defa projeler dışında gelişmiş bir toplumsal hareketliliktir, şu anda direnişi tekrar ortaya çıkmaması için gezi ile ilgili değişik projeler hayata konulmaya çalışıldığını görmekteyiz. Sonuçta proje üreten, projeye finans destek verenlerin çıkarlarını korumak ve kollamak zorundadır. Her olay, her ortam bir rant alanı olarak düşünülmekte ve oradan siyasi, ekonomik çıkar gözetilmekte ve ona uygun projeler yaşamın içine bırakılmaktadır.
Önümüz, arkamız, sağımız, solumuz proje!
Artık saklambaç oynayacak kadar saklanacak yerimiz yok!
Çünkü projeler bizleri birer saydam insan yaptı.
Projeler önümüze dikilmiş duvarlardır, saydam insanlar sürekli bir duvara çarparak kendi çıkış yolunu aramaktadır.
Bir zamanlar Ortadoğu halklarına “önce tanrıyı düşün, çünkü sana tanrı aşını verecektir!” diye umut verildi, birbirini kırdırdılar, tanrı adına öldürdüler. Üretimden önce din merkezi kurmak ve kurulu olanı yaşatmak için acımasızca birbirini öldürdüler. Kan ile aralarına çizgi çektiler. Kan ile toprağı suladılar ve bugün de sulamaya devam ediyorlar. Kan akıtmak üretimden önce geldiği için Ortadoğu’da savaş hiç bitmedi. Bugün, o çöl topraklarında 12 Eylül sonrası yeni bir projenin ayak bastığı, hayat verildiği, “eş başkanlığı” gibi göz boyamalar ile yaşanan gerçeklikten uzakta hayali proje ve amaç uyduruldu. O hayal daha önce Osmanlının son döneminde de kurulmuştu, hayalin sonu hüsran olduğunu tarih tokat atarcasına haykırdı.
Teknoloji üretemeyen, var olan teknoloji kullanarak hayaller gerçekleşemeyeceğini tarih haykırdı. Buna rağmen, tarih bilgisi zayıf olanlar proje sundu, o proje hayata geçirildi. Bugün saydam insanlar proje duvarına çarptı. Bütün kirli ilişkileri ortaya saçıldı. İnkar edildi, fakat başkasının teknolojisi ile uyanıklık yapanların pislikleri, karanlık ilişkileri ortada. Yaratılan ranttan paylaşanlar bu pislikleri halının altına süpürüyorlar ama oluşan tümseklere ayakları çarpmaya devam ediyor.
Projeler; insanın, toplumun önüne görünmez tümsekler oluşturur, tam başardım derken düşersiniz, çünkü para sahibi olanlar ve projeyi sponsor olanlar hiçbir projeciye güçlü olma olanağı sunmaz, sunuyormuş gibi yapar.
Projececinin yaşam kalitesi aslında projeyi sunduğunda belirlenmiştir, onun üstüne çıkamaz, çıktığı an yok edilecek mekanizmalar vardır.
Bugün Ortadoğu insanı hala savaş içinde, hala umudun arayışında ve umudunu başarı şansı sıfır olan projelere adamış konumda.
Savaş, bir çok silah ve ilaç firmasını, sağlık sektörüne organ nakli olarak rant olarak dönerken, o bölgenin insanı kanı ile çöl toprağını sulamakta ve çölde çiçek hala açmamaktadır. Çöl kumlarında insan kanı ile çiçek yetiştirme projesine hayat verenler, bugün bir çok ülkede ülkeyi yönetmekte ve yönlendirmektedir. Üstelik kendileri bir projenin parçası olarak, başka projelere hayat vermeye çalışıyorlar.
Projeciler taşerondur, bir işi daha ucuz ve daha hızlı yapmaya söz vermişlerdir. Her taşeron için amaç “para” olduğundan güvenlik önlemleri göz ardı edilir, hatta hiç yapılmaz. Taşeron işyerlerinde cinayetler iş kazası olarak kendisini gösterir. Ölen ölür, kalan sağlar ile bu proje bitecek paramızı alacağız, ranttan payımızı alacağız diyenler yeni taşeron çalışacakları projeler arayışı içinde olurlar.
Projeciler her daim yeni proje yapacakları olanakları arar, projeye para verecek kurumlar ile ilişki kurmak için takla atmaya devam ederler...
Bir kere projeden para kazananlar, başka projelerin peşinden koşarlar…
İsmail Cem Özkan


21 Aralık 2014 Pazar

Çok yüzlü şehirler!

Çok yüzlü şehirler!

Şehirler ticaretin gelişmesi ile hayatımıza girdi, şehir yaşantısı ticaret ile orantılı bir şekilde büyüdü ve küçük yerleşimleri yuttu… Bugün gelişmişliğin çağdaşlığı ölçütleri arasında şehirleşme oranı yer alması tesadüfi değildir. Avrupa Birliğine giriş için ön koşullardan birinin köylü nüfusun genel nüfus içinde küçülmesinin yer alması bu şehirleşme ve ticaretin oranı ile ilgilidir. Şehirleşme aynı zamanda sanayileşme ve sanayi de ticaret ve kapitalist sistemin vazgeçilmezi borsa anlamına gelir.  Kısaca üretmeden, üretiliyormuş gibi yapılan kağıtların değer kazanması ve kaybetmesi… Borsa simsarların boy gösterdiği çağdaş kurnazlığın olduğu alanlardır, hiç artı değer üretmeden artı değerin paylaşılması…
Şehirler, plansız ve düzensiz olarak başlangıçta gelişti, zaman içinde yolların önemi ortaya çıkınca, akıcı bir trafik ve üretilen malın en kısa sürede tüketiciye ulaşımı şehirlerin alt yapısı sorununa eğilmeyi zorunlu kılmış ve ona göre şehirler yeniden yapılandırılmıştır. Bu yeniden yapılanma elbette yeni rant alanların oluşması anlamına da gelmektedir. Her yerleşim birimi yeni ekonomi girdabının oluşması ve tüketimin artması anlamındadır. Her yeni oluşan şehir birimi aynı zamanda yeni sorunların oluşması ve var olan sorunların katmerleşmesi anlamına gelmektedir. Çünkü şehrin atardamarı olan arterler ona göre genişlemesi gerekirken, fiziki şartlar gereği buna imkan tanımamaktadır. Bu imkansız koşullar altında toplu taşım araçlarının gelişmesi bir zorunluluk olarak geniş halk kitlesi önüne gelmiş ve ulaşım hakkı bir insan hakkı olmasına rağmen, bu haktan yararlanmak için belirli bir ücret ödemek zorunlu kılınmıştır. Şehir yaşamı içinde temel insan hakları konuları birer rant aracına dönüştürülmesi ve bu rant aracının sorgulanmaması sistemin bir başarısı olarak önümüzde durmaktadır.
Şehirler genelde iki yüzlü olarak üç boyutlu olarak yaşantımıza girer. Önyüzü olan sokağa ve caddeye bakan yüz her daim arka yüzüne göre daha bakımlı ve düzenlidir, arka yüz kimse görmediği düşünüldüğü için inşaatın gelirine göre bırakılmıştır ve önyüze göre daha bakımsızdır. Ön yüzde görünmesi istenmeyen kabloların, klima vb gibi düzeneklerin rahatlıkla orada uygulandığına şahitlik edebiliriz. Bir de Osmanlıda olduğu gibi bir yüzü oryantal, öteki yüzü barok binalara da şahitlik ederiz. Saraydan görünen kısmı oryantal görünüm, caddeye bakan kesimi ise barok binalar bankalar caddesi üzerinde bugün dahi varlığını korur. Bu sayede paraya hakim olanlar saraya karşı daha hoşgörülü ve saraya senin hakiminin altındayım ama asıl efendim benim sözünü sessizce fısıldar. Ticaretin ata damarı bankalar ve bankerlerin olduğu sokaklardır.
İzmir’de klima kirliğini ortadan kaldırmak için klimaların soğutma sisteminin üzerini plastik karışımı bir madde ile kapatmışlar. Ahşap görünümlü bu kaplama sorunun üstüne cila çekmişler. Her daire için yalpan bu kaplama dışarıdan bakınca eskisine göre daha güzel görünüm elde edilmiş ama her dairenin bir kliması olduğu düşünüldüğünde bu hem zaman hem de enerji kayıbı olarak gözüme battı.  Keşke o kadar klima yerine merkezi bir klima yapsalardı, oradan her daireye harcama için ölçer koyup paylaştırılsaydı, bu sayede havanın her klima ile ısıtılacağı yerine tek yerden bu kontrol edilseydi.. 
her ne kadar başlangıç için (estetik yaşam) güzel bir adım gözükmüş olsa da ülkemizde olaya nasıl başlanırsa öyle gider, keşke toplu ısınma ve serinleme modelleri üzerine çalışılmış olsaydı. Her birey (daire) için harcanan bu kadar masraf boşuna çöpe atılmış olmazdı... Sonuçta görebildiğim kadarı ile tahta görünümlü plastik malzeme ile kaplanmış... Zaten tahta yapılamazdı, çünkü her sene sonunda çürüdüğünü görürdük.. deniz suyu ve güneş arkadan gelen nem kısa sürede rengini atar ve çürütür..
Sosyal şehir anlayışı yerine bireysel çözüme dayalı bir şehir anlayışı sorunu çözmez üzerine sadece bu örnekte görüldüğü gibi cila çeker...
Sorun hala olduğu yerde duruyor...
Buna sanırım klima firmaları karşı gelmiş olabilir, çünkü önemli bir rant kapısı bu klima ve bakı işleri...
İzmir’in çok eksiği var, önce şehir için yeniden planlanması ve yeniden düzenlenmesi gerek, insana yakışmayan sokaklar ve birbirine bitişik binalar, arka binanın hava almasını engelleyen bencilliğin ve görgüsüzlüğün olduğu bir şehir...
Elbette bu değerlendirmem sadece İzmir için geçerli değil, ülkemizin tüm şehirler için geçerlidir. bütün şehirler rant üzerine kurulduğundan olay yaşam, nefes almak değil, para getirecek çözümler üzerine kurulmuştur...
İstanbul’da otoban geçen yollarda yola bakan evlerin yüzeyleri kaplama ile düzgün görüntü verildi ama o görüntünün arkası eskisi gibi nemli, çarpık, bozuk hali ile bırakıldı... İstanbul evlerinin bazıları iki yüzlüdür, tıpkı insanı gibi...
Türkiye'nin bütün şehirleri insana yakışmayan ve yaşamın anlamını beton arasına sıkıştıran ve kaos üreten konumundadır… Bir kaç küçük meydan ve dere kenarı düzenlenmesi bu gerçeği ortadan kaldırmaz...
Şehri planlayanlar, yönetenler için kasalarına akan para insandan daha değerlidir.
İsmail Cem Özkan