10 Ocak 2015 Cumartesi

Karanlık savaş’ta cinayet karanlıkta işlenmez!

Karanlık savaş’ta cinayet karanlıkta işlenmez!

Bir olayın anatomisi olay olup bittikten sonra, kadavraya kaldırılan ceset üzerinde yapılan analizler ile aydınlatılmaya çalışılır. Yaşadığımız çağda hiçbir şey göründüğü gibi değildir, taşeron eller işin görünür kısmını oluşturmuş olsa da hedef, amaç ve sonuç ilişkisi içinde taşeronların elleri sadece görmek istediğimiz olayı görmemizi sağlayan bir algı yönetme ve yönlendirme becerisinin sonucudur.
Her gün dünyanın değişik yerlerinde toplu katliamlar, cinayetler işlenmektedir ki, bir çoğu profesyonellerin yaptığı iş olmaktan çıkmış, usta katillerin gönüllü olarak yaptığı işlere dönüşmüştür. Profesyoneller bir katliam yaptıktan sonra iz bırakmadan oradan ayrılıp, izini kaybettirmeyi hedeflerken, günümüzde son dönemlerdeki işlenen cinayetlerde katiller aksine yakalanmakta ve cinayeti işlediği için zafer işaretleri ile kutlama yapmaktadır. Bu da yeni bir algı ile karşı karşıya olduğumuz ve at izinin it izine karışmasını istemeyen ama yapılış itibarı ile baştan karışan ve algılar ile oynan bir stratejik oyunun parçasıdır.
Fransa’da kanlı günler, sanırım başka ülkelere de sıçrayacak. Bu sayede küresel bazda oynan oyunun sadece bir bölümü sahneye sürülürken, bu işten henüz olayın dumanları ve kan izleri sıcakken kimlerin işine geldiği kafalarda soru işaretleri ile soyut resimler oluşmasına sebep olmuştur.  Bu soruların başında ülkede yaşayan azınlık üyelerin ne aralıkta ve zaman dilimi içinde usta birer katile dönüştürüldükleridir. Bireylerin en küçük hareketleri izlendiği, kara paranın küresel olarak izlendiği ve her para ve insan hareketinin kayıtlara girdiği bir dönemde nasıl olur da usta katiller dünyanın her hangi bir yerinde gönül rahatlığı ile gezebilmekte ve gerek görüldüğünde sahneye çıkabilmektedir.
Afganistan, Fransa arasında sınır kalkmıştır. Afganistan’da işlenen bir cinayetin benzeri Fransa’da şehrin en işlek caddesinde de rahatlıkla işlenebilmektedir. Bu sayede yaratılan korku, karanlık savaşın hedeflerinden biridir. Korkan insan daha fazla adaletsizliğe ve insan hakları ihaleli karşısında sessiz kalacak, daha fazla sömürülecektir. Bu küresel bir algının ortak sonucudur. İnsan hakları, güvenli yaşamak için göz ardı edilmekte ve silah sanayisi daha fazla kar için daha fazla çatışma ve çatışma alanını küresel yayılma stratejisine uygun dizayn edebilmektedir. Savaşın yayılması demek, işçi sınıfının bir daha ayağa kalkacak kadar birlikte hareket etmesi olanağını ortadan kaldırır. Savaş sırasında ve çatışma koşullarında en ucuz iş ve iş gücü sermayenin hizmetine verilir ve yaratılan ihtiyaçlar karşılansın diye silah ve ilaç sanayisi ve şimdilerde buna yapılan gıda sanayisi dünyayı istediği gibi bölmekte ve yeni sınırlar ve düşmanlar oluşturabilmektedir. Küresel olarak insan bu sanayinin bir kobayıdır. Güvensiz olduğunu düşünen insan, gönüllü olarak kobay olur. Bu karanlıkta yapılan savaşta sesini çıkaramaz!
Fransa’da eylemler usta işiydi, profesyonel olup olmadığının önemi yok. Yetiştirilmiş, suikast ve kaçma dersi almış, o bölge için iyi çalışılmış ustaların yapabileceği bir saldırı. Tesadüf olmayan işler ustalık işidir. Ustalık işine profesyonel demek hem ölenlere hem de öldürenlere haksızlık anlamına gelir.
Burada parantez açayım ve profesyonel tanımını bir kere daha vereyim; para ile iş yapan her kişi profesyoneldir. Kerhanede çalışan kadın da, gazetede çalışan bir muhabirde profesyoneldir. Üniversitede ders veren de, ekmek üreten bir işçi de profesyoneldir. Ama ustalık başka şeydir.  Ustalar para alarak ama sistemli düzenli ve aynı beceriyi sürekli gösteren kişidir. Her ustanın el hüneri ve beyin algısı kendisine özgüdür ve imzasını öğrencisine aktarabilendir. Profesyonel olup da amatör iş çıkaranlar olabilir. Para karşılığında iş yapanlar her daim usta değildir. İşte Suriye iç işlerine karışan profesyonel politikacıların acınacak durumu.
Fransa’da işlenen cinayet usta işi ve çok iyi çalışılmış bir iş… Öldürenleri öldürerek ustanın okulu gözler önünden silindi. Bu demek ki ustanın eğittiği bir çok çocuk, idealist ustalar yeni cinayetler için ortalıkta dolanacak... Karanlık çağ ve karanlık savaş dedikleri kavram sanırım bu usta katillerin sınır tanımadan her ulustan bireylerin ortalıkta dolanması ve kan gölünü büyütmeleri süreci...
Örgüt kavramı artık üzerinde çok ciddi düşünülmesi gereken bir şeydir. El Kaide ve türevleri çok uluslu ve tek amaçlı bir örgüttür. Örgüt olmanın birincil koşulu para, kinci koşul hedef, üçüncü koşul istihbarattır. Bunlardan birinin eksik olması örgüt yapmaz, kendi kendini tatmin eden bireyler topluluğu yapar... Bireyler topluluğu da her daim amatör ve gönül işi yapılan işlerdir ki, başarı saman alevi gibidir. Amatör örgütler yanan saman alevini büyütür ve başarı olarak gelecek kuşaklara anlatılan bir destan halini alır. Karanlık savaşın kendisine göre ilkeleri ve yolları vardır. Her savaşın kendi hukukunu oluşturması gibi bu karanlık savaşında kendisine göre kuralları daha ciddi, daha büyük ve daha geniş kesimleri etkileyen bir kurallar zincirini oluşturmuştur. Bu kurallar kanlıdır ve gerek görüldüğünde hukuk kurallarını belirleyen erk sahibine karşı da gücü kadar vurabilmekte ve ona şok dalgalar yaymasına sebep olabilmektedir. Bu savaş ortamında artık büyüklüğün bir önemi yoktur, küçük büyüğü yok edebilir, kısmı felç geçirmesine sebep olabilecek eylemlere imza atabilir.
Karanlık savaşta cinayetler karanlıkta değil, her bireyin gözü önünde, kameralar önünde işlenmekte ama algı ile o şekilde oynanmaktadır ki, kimin katil kimin kurban olduğunu her olay sonrası kadavraya girip, ipuçlarını titizlik ile araştırmak zorundayız. Çünkü polisiye romanlarında olduğu gibi katil bir kapıcı ya da uşak çıkma olasılığı yüksektir hatta yatağa baş koyduğun eşin senin katilin olmuş olabilir.
Cinayet gözlerimiz önünde işlendi, hala gerçek katili kim olduğunu göremiyoruz!
İsmail Cem Özkan


8 Ocak 2015 Perşembe

Dünya mizah günü 7 Ocak’tır!

Dünya mizah günü 7 Ocak’tır!

7 Ocak 2015 tarihi kanlı bir gün olarak mizah tarihine geçti. Mizah dergisi olan Charlie Hebdo dergisine yönelik saldırıda çalışanları, mizah yazarları ve karikatürcüleri hayatını kaybetti. Yapılan saldırı dergiye yapılmış gibi gözükse de aslında mizaha karşı yapılmış saldırıdır.
Mizah elbette ilk defa saldırı altında değildir, sürekli mizah ve mizah yapanlar hakkında saldırılar düzenlenmektedir. Mizahın keskin dili, erk sahipleri ellerinde ki baskı araçları ile törpülenmekte ya da yok etmek için her türlü araç kullanılmaktadır.  Osmanlı zamanında padişah ve onun gölgesinden güç alanlar; mizah üretenlerin ve orta oyunu ile düzeni hicvedenlerin derileri yüzülmüş, şehir içinde eşek/ deve üzerinde yüzülmüş derileri ile halka sergiletilirlerdi. Bu sayede halka dilinize mukayyet olun, yoksa sonunuz bu adamlar gibi olur denirdi. Osmanlıda oyun bitmezdi ama mizahçıda bitmedi. Her dönem, her tiran yönetimi altında bile mizahçılar eserler üretmiş, halk ile kucaklaşmıştır. Osmanlı zindanları her dönem bir mizahçıya ev sahipliği yapmıştır. İşkence aletleri buna şahitlik eder. Osmanlıda arşivleri ve tarih yazıcılığını elinde bulunduranlar bu büyük mizahçıları yok saymış, hatta tarih defterlerinden silmek için her türlü oyunu oynamıştır. Sözlü olarak günümüze kadar gelen mizahi eserler, onları yaratanların simlerini fısıldar…
Mizaha hoşgörüsü olmayan toplumlarda baskı, zulüm, tiran yönetim yaşamın günlük olayı olarak karşımıza çıkar.
Osmanlı'dan miras olarak doğan Türkiye de aynı uygulamanın daha çağdaş hali ile karşılaşırız. Mizah yazarları, şairleri de aynı sonucun başka boyutu ile karşılaşırlar. Sürgün, işkence, işsiz bıraktırılarak açlık ile eğitime tabi tutulmuşlardır. Dergileri kapatılmış, yazdıkları sayfalar boş olarak çıkmıştır.
Sürgün, işkence, mahpus damları mizahçılara yabancı değildir, onları kucaklar.
Mizah her dönemin dogmalarına dokunur ve o dogmalardan nemalananların şimşeklerini üzerine çeker. Sadece şimşek mi, elbette taşeronları aracılığı ile dolaylı saldırı altında kalırlar. Evleri kurşunlanır, ateşe verilir, elbette devlet mahkemelerine kadıların huzuruna çıkarılmak istenmiyorsa. İşverenine gözdağı verilir, açlık ile eğit derler, törpüle derler.
Mizahçı dokunulmaz değildir ama dokunulmazlara dokunur.
Mizahçı korkar, bazı mizahçılar artistlerin donlarından mizah üretmeye çalışır, işi rast gider ev alır, kendisini güvende hisseder. Dokunmaz dokunulacak konulara ve der ki toplumun hassasiyeti vardır, o hassasiyete mizahçı olarak dikkat etmek gerek. Bu otosansürün başka bir ifadesidir.
Korkuya boyun eğmiş birinden mizahçı olmaz, olursa işte popüler işlere imza atar ama yaşarken rahat, öldükten sonrada kimse onların eserini dahi anımsamaz.
Irkçı, faşist dönemde faşizmin gücünden etkilenen ve onların ırkçı söylemlerini ülkemizde uygulamış bir çok mizahçı olarak kabul edilen karikatürcü tarihimiz içinde varlığını korumaktadır. Hatta o kişilerin heykelleri bile şehir meydanlarında bulunmaktadır.
Mizah dikenli tellerin arasında keyif ile uçan ve dikenler ile dalga geçebilecek yürekliliğe sahip olmayı getirir.
Mizahı dalga geçme aracı olarak algılayan ve onu küçültmeye ve küçümsemeye çalışanlarda olacaktır. Elbette mizahın içinde dalga geçme keyif verecek boyutta vardır ama sadece dalga geçmez, onun esas işlevi dalga geçerken dokunulmaz olarak görülen, dogmaları yıkmasıdır. Kısaca mizah riskli bir iştir.
Mizahçılar ile şarlatanları karıştıranlar çok olur. Şarlatanlar erk sahibinin yanında erk sahibini güldürmek için emek sarf eden kişidir, sarayın soytarısıdır. Soytarı içeriği boş, balon cümleler ile anlık espriler ve anında unutulacak iğnelemeler ile erk sahibini ve çevresini güldürürken, mizahçı eserinde yapmış olduğu nükteler anında hissedilmese de daha sonra acı verecek boyutta bir etki yaratır. Eğer bu etki yoksa orada mizah işlevini tam yapabilmiş değildir.
Mizahçılar elbette her konuya dokunmak ve savaşmak zorunda değildir. Her mizahçı bulunduğu koşullar içinde tercihini yapmak ve o tercih içinde olaylara ve olgulara yaklaşmak özgürlüğüne sahiptir.
Mizahçı erk sahibinin yanında, lehinde ürün vermez, verdiği an mizahın işlevine, tanımına, duruşuna hançer sokmak ile birebir anlamdadır. Mizahçı her koşulda muhalif olmak ve ezilenlerden yana tavır almak ile yükümlüdür. Mizah, ezenin haksız kazancını, kara paranın kaynağını ve kullandığı dini, dili, ırkı ve işlevini sorgulamak halka “kral çıplak” diyebilme özgüveni içinde haykırmasını bilmektir.
Mizah ezene methiye düzmez, eleştirir, yerer, nükteler ile alay eder. Çünkü bilir ki, ezenden kaynaklanır bu dünyanın düzensizliği, adaletsizliği...
Mizahçı bilir ki bu düzenin devamı, insanı yok eder, özgürlüğü ortadan kaldırır, özgünlüğün yerini fabrikasyon bilgiler alır. Mizah var olan tüm düzene, sistemli işleyişe, karşıdır, eleştirendir.
Mizah olan yerde bir adaletsiz işleyiş vardır.
Fransa’da gerçekleştiren saldırı mizahadır.
Ve mizah susmayacak!
Mizaha karşı yapılan bu saldırılar gerçeklerin üzerini örtmeyecek!
Dogmaları açığa çıkarılıp, insanoğlunun yaratmış olduğu zavallı biat kültürü mizahın dilinden nasibini alacaktır.
Mizah tabuları yıkacak, yerine yeni tabu oluşturmayacaktır. Oluşan tabuya da karşı mizah dilini kullanacak ve yıkacaktır.
Mizah yıkıcıdır, o yüzden hiçbir saldırı, hiçbir güç mizahı yıkamaz!
Mizahı hiçbir tiran yok edemedi, bugün ki taşeronlar ve erk sahipleri de yok edemeyecek!
7 Ocak dünya mizah ve mizahçılar günüdür. Bu katliam her sene bugün mizah gününde anılacak ve o katillerin çirkin suratları her sene tekrar tekrar deşifre edilecektir.
İsmail Cem Özkan



5 Ocak 2015 Pazartesi

Yalandan kim ölmüş!

Yalandan kim ölmüş!

Tarih yalanlar üzerine kuranlar bugün yaşadığımız çarpıklığın ve kafa karışıklığının da temelini kurmuştur. Karşılaştırmalı tarih eğitimi ve anlayışı yerine tek doğrunun hüküm sürdüğü ve tek doğrunun mutlak ve değişmez olarak tarih sayfalarına yazıldığı kabul edenler, diğer ulusların tarihçileri karşısında afallayıp, ne savunacağını bilemez kanıt ve belge yoksunu birer ırkçı konumuna düşer. Çünkü onlara verilen eğitim kanıtlar üzerine değil, büyüklerin kabul etmiş ettiği doğrular üzerine kuruludur. Resmi tarih; iktidardaki erk ideolojisinin ihtiyacını karşılayan tarihi yalanlar bütünüdür.
Bir ülkede resmi tarihin varlığı, o ülkede halkına karşı yalan söylendiğinin bir kanıtıdır. Gerçek tarih sayfaları arasında yalanlar arasına gizlenerek varlığını devam ettirir ama yaratılan ön yargılar var olan gerçeğin inkarını üzerinedir ve bu inkar edilen gerçekliğin kabulü yalanın kabulünden daha zordur. Bir ulusun resmi tarihini çöplüğe atmak ve yeniden oluşturmak demek, o ulusu yeni baştan düzenlemek ve yeni hedefler koymak anlamına gelir.
Bir ülkede resmi tarihi devlet maaşı ile geçinen profesyonel yazıcılar dışında gönüllü edebiyat yazıcılar eli ile de yaratılır ve halka aslında benim yazdığım gerçektir denir. Söz arasında edebi eserler kurgudur, oradan gerçekleri öğrenemezsiniz vurgusu yapılır. Sanat, resmi tarihin hem destekleyici ve toplum içinde kabulün yaygınlaşması için bir silah olarak kullanılırken, tersi de aynı anda kullanılabilmektedir. Sanat zıtların bir arada olduğu ama erk sahibinin olanaklarını kullananların daha baskın olduğu bir çizgi izler. Elbette erk sahibinin ihtiyacına göre bu çizgi eğrilebilir… Romanlarda / öykülerde sanatın diğer alanlarında gerçekler kurgunun arasında fısıldar, bazen bağırır... bu fısıltı ve bağırmayı ancak karşılaştırmalı tarih okumasını yapanlar duyabilir ve görebilir… Çünkü tarih tek bir bakış açısından yazılamaz, yazıldığı an bir ideolojiye hizmet ve sınıflı toplumda sınıfın silahı işlevini görür…
Tarih üzerine konuşmalarda kaynak olarak alınan belgelerin ne kadarı gerçek, ne kadarı toplumun doğrularını yansıyor diye kuşkular içinde yaklaşmayı getirir, çünkü her çağın, sosyal gelişmenin gerçekleri farklıdır ve o fark farklı algıları ortaya çıkarır. Tarih çizgisi bugünden geçmişe bakmayı değil, aynı zamanda geçmişten bugüne bakmayı da gerekli kılar. Bugünün doğruları geçmişi anlatamayacağı gibi, geçmişin doğruları ile de bugünü görme şansına sahip değiliz. Tarih bir birikim işidir ve tarih yazıcılığı kazananların övünme alanı hiç değildir.
Bir şair geçmişte yazılmış bugün dikkatli bir göz ile ortaya çıkarılan dizeler ve kelimeler üzerine bir destan yazabilir, fakat yazdığı dizeler gerçekleri fısıldamayı bırakın, sadece kendisinin bugünden geçmişe bakışını yansıtır. Toplumsal olayda olaylar bittikten sonra ancak onun ile ilgili öyküler ve romanlar yazılabilir, olay yaşanırken yazılan her türlü bilgi sadece bulunduğu noktadan ve görmek istediği gerçekleri anlatır. Yani ihtiyacına uygun yaratılmış gerçekliğe dokunur, gerçek her daim dışarıdan bu yaratılan gerçekliğe gülümseyerek bakar, çünkü mesnevi’de yer alan karanlıkta filin tarifi gibidir.
İzmir’de bir şair yaşadığı şehri anlatan birkaç cümle görmüş, o cümleyi doğru kabul etmiş ve o doğru üzerine bir şiir yazmış. Aldığı kaynak ne kadar güvenilir olup olmadığını sorgulayamaz şair, onun başka bir derdi vardır, o derdini dizeler içinde seslendirir. Fakat o seslendirdiği şeyin gerçek olduğuna inanıp, o doğru olduğu şey için bir anma toplantısı yapılıyorsa ortaya gerçekler üzerine oturmayan yeni bir tarih yazıcılığı ile karşı karşıya kalırız. Resmi ideolojinin yaratmış olduğu gerçek kadar gerçektir. Bugüne kadar resmi tarihin verilerini doğru kabul edip anma toplantıları düzenleyenler bu yeni söyleme uygun anma toplantısı yapmışlardır. Aslında yoktur birbirlerinden farkları ama biz … diye devam cümlenin öznesi konumuna gelebilmekteler.
Tarihte neler doğru olabileceği, nelerin yalan olabileceği karşılaştırmalı tarih araştırması yapanlar için büyük sorun değildir. Şairler tarihçi değildir, istedikleri konuları özgürce işleyebilirler, fakat şairlerin dizlerini doğru kabul edip gerçek tarih budur, oradan bir destan yaratmak resmi tarih duruşundan başka bir şey değildir…
İzmir üzerine bugüne kadar resmi tarih dışında neden karşılaştırmalı tarih yazılmamıştır. Belediyenin oluşturmuş olduğu ve devletin tarih defterinde yaratılan bir İzmir tarihi neden kuşku ile yaklaşılmamış da bir grup komünistin idam konusu işlenmiştir? Çünkü daha zararsızdır, daha risksizdir. İzmir yangını, azınlıkların İzmir’den kovulması için, İzmir’in Türk askeri tarafından alınmasından haftalar sonrası, azınlıkların yaşadığı yerlerde aynı anda üç farklı yerde kundaklanması, bu kundaklamada kimlerin tetikçi olarak kullanıldığı, kimler bu yangın sonucunda karlı çıktığı sorulmaz! İzmir yangını sonucunda İzmir ‘gavur’ olmaktan çıkmış homojen toplum idealine uygun şekilde yapılandırmaya gidildiği, birkaç Rum papazın linç edilmesi ve “acı çektik, acı çektiriyoruz!” diye keyif ile olaylara gönüllü karışan Kadıfekale ahalisinin gerçekliğini yazmaz! Yazamaz, çünkü küçük çıkarlar şairlerin, öykü, roman yazanların, resim çizenlerin işine gelmez. Bugün dahi bu insanların ağızlarını, ellerini devletten aldıkları maaşlar tutar…
İzmir'e Yunan askeri geldiğinde Ege bölgesinde neden halaylar çekildiği, sevinç çığlıklar atıldığı bugün yaşayanlara anlatılmaz, çünkü atalarının sevinçleri bugün yaşayanlar için kara bir leke olarak görülür ama Osmanlı'nın şerrinden bıkmış, çocuklarını alıp Arap çöllerinde, Sarıkamış dağlarında telef edenlere karşı duyulan öfkenin bir dışa yansıması olduğu görmezden gelinir. Savaş yorgunu bir halk, savaş içinde her şeylerini telef edenlere karşı duydukları öfkenin bir patlamasını yaşar. Yunan kökenli komşuları ile beraber ve birlikte yaşayabilecekleri umudun yansımasını kimse görmez. Elbette zaman içinde bu hoşgörü hayal kırıklığı ve direnişi ortaya çıkarmıştır, gelen Yunan askeri de Osmanlı askeri gibi kendisine baskı ve zulüm yapar bulur… Direniş, zaman içinde başka bir umudun rüzgarı üzerilerine estiğinde ortaya çıkar.
Resmi tarih sadece bizim tarihimizde yok değildir, Yunan tarihinde de resmi tarih söylemi vardır ve bugün dahi bizde ki gibi söylenmeye devam ediliyor...
İzmir yangını yalanı bugünde söyleniyor, elbette yalandan kim ölmüş ama bu yalana inanan kuşaklar yetişti, bu yalanı sorgulamak zahmetine katlanmak yerine yeni yalanlar uydurmaya ve yeni destanlar yaratma peşinde koşuyor. Popüler kültür içinde kendi ismini popüler bir olay ile gündeme getirmek popülizmin yaratmış olduğu rant pastasından biraz daha pay almak için girişilmiş hareket olarak ortaya çıkmaktadır.
Bir şair bir dize yazdı, o dizeyi doğru kabul edenler kendilerine rant yaratır umudu ile gerçek diye o dizelere sarıldı. Türklerin değimi ile “yalandan kim ölmüş!”
İsmail Cem Özkan