16 Ocak 2015 Cuma

Seçimler yaklaşırken…

Seçimler yaklaşırken…

Seçimler yaşadığımız çağın olmazsa olmazıdır, dağda ki çobanın oyu ile fabrika sahibinin, sahnelerin yıldızının da oyu tektir, birbirinden ne üstündür ne de aşağıdır. Ama varoşlarda yaşayanların oyları bir araya geldiğinde birbiri ile benim oyum daha değerli, senin oyun daha değersiz tartışmasını sonlandırmış, benim dediğim olur demiş. Elbette bu sözü söyleyebilmesi içinde dış etkin güçlerin çıkarı o yönde olması önemliymiş. Varoluşlar şehirleri kuşattı ve sonunda aldı ve yağmalamaya girişti. Varoşlar oluşurken (henüz gecekondu mahalleri iken) yoktan rantı yaratmayı öğrendi, iktidara gelince her şeyi ranta dönderip koltuğunu sağlama alacak kadar çevresinde bir çıkar birliği kurdu. Seçim ve partiler çıkarlar birliği üzerinde sözünü söyler, düşünce ve özgürlük daha sonra gelir!
Siz hiç ben özgürlük istiyorum diye seçime giren siyasi partiyi, göremezsiniz. Özgürlüğü parçalara ayırır, işine gelen özgürlüğü öne çıkarır, diğerlerini yok sayar, iktidara geldiğinde diğerler özgürlük isteklerini dillendirenleri de yok etmek, asimile etmek için eline geçen gücü onlara karşı kullanır. Başörtüsüne özgürlük isteyenler, Alevilerin inanç özgürlüğünü yok sayması kadar doğal ne olabilir! Başörtüsüne özgürlük diye imza kampanyalarında sıraya girip imza atanların önemli bir bölümü kariyer, iş, bazı imtiyazlar elde etme adına imza atmış, ama özgürlük istemi olan Alevileri yok saymış, hatta görmezden gelmiş. Zamanı gelince onlarda özgür olsun diye fısıldamışlar, özgürlük kavramı geniş anlamda kullanıldığı zaman. Ama artık isimlerinin önünde profesör, doçent, doktor ve de çocuklara kurs verebileceği köy, medrese vb yaptıktan sonra. Her şey çıkardır, çıkar olan yerden imza mı eksik edilir!
Seçimler partiler ve bağımsız adayların kıyasıya yarışıdır ve jüri üyesi oy kullananlardır. Fakat her jüri üyesi kağıt üzerinde eşit haklara sahip olsa da gerçek öyle değildir. Seçim sandığı önünde ağanın, patronların adamları durur, marabanın, işçinin, memurun gizli oy, açık sayım ilkesini kontrol eder. Hadi bakalım ağanın, patronun sözünün dışında oy ver. Didik didik edilir, kimmiş bakayım o vermeyen aranır ve bulunur. Demek neymiş efendim, oy hakkı vardır ama ağanın, patronun ve çıkar ilişkisine uygun olarak oylar verilir, akıldan önce çıkar gelir.
Çıkar ilişkisin çatışma alanı olan sandıklar, her seçimde ülke sathında seçmenin önüne konur. Seçim başlı başına büyük bir rant yaratma kapısıdır. Seçim döneminde ülke ekonomisi canlanır, bayrak imalatçıları, reklam evleri baskı araçları ile seçmene gidecek propaganda araçlarını yetiştirmek için geçici eleman dahi alır. Her seçim dönemi yıpranan iktidar, yıpranan derilerini döker, yeni deri ile yeni parti gibi seçmenin karşısına dikilir, ben iyi yönetiyorum ve sizin iyiliğinizi düşünüyor ve iyiliğiniz için baskı aracı, sansür vb şeyler yapıyorum. Hepsi sizin iyiliğiniz için!
İktidar seçmenin iyiliğini düşünür, muhalefet iyilik düşüneceğini dillendirir. Sonuçta her biri iyilik severdir ve iyilik yapar! Seçim bir anlamda krize düşen iktidarın çıkış kapısıdır, kilitlenen ekonominin can suyudur. Para basılır, dağıtılır, ayakkabı kutusuna konur hepsi iyilik ve devletin bekası içindir. Bazı liderler sarayda yaşıyormuş, o de iyilik almanın bedelidir, göze batmaması gereklidir.
Seçime gelir, çatar, sandıklara oylar atılır. Gizli oy açık sayım yapılır... Sandık başında devlet temsilcileri ve seçime girenlerin temsilcisi vardır. Sonuçlar belli olur ve açıklanır. Birileri kaybeder, biri kazanır. Kaybeden aslında hep kazandığını ama hile yenildiğini açıklar. Kazanan ise balkona çıkar konuşma yapar, havai fişekler eşliğinde sonradan uydurulmuş mehter marşı çalar. Zamanın ruhuna ve halkın nabzına göre müzik eşliğinde yeni dönemin başladığı dünyaya ilan edilir. Kazanan kazandığı, kaybeden kaybettiği ile kalır, itirazları kısa süre sürdürür ve unutulur. Alışmam diyenler alışır, el öpmem diyenler el öper, çıkarı için fır fır dönenler seçim sonucuna göre dönüşünü sonlandırır ve yeni duruma göre konumlanır.
Sonra iç konuşmalarımız ile baş başa kalır ve iç konuşmalarımızı dost sohbetlerinde dillendiririz!
“Seçime girip kaybedenler hep sandık hilesinden bahseder ve güvenlik sorununu dillendirir. Anladım hile var, yazarken kaydırıyorlar falan filan… Hepsi doğru, sen seçime giriyorsun ve sana atılan oya sahip çıkamıyorsun, sahip çıkacak bir teşkilat yapın yok, lojistik faaliyet yürütecek bir profesyonel çalışman yok, sonra hep şikayet hep şikayet... Şikayet edeceğine seçime girme en azından seni bir ciddi parti sansınlar. Seçime girip de her tarafı dökülen parti nasıl iktidara gelir ki?”
“İşte yaşadığımız sonuç, mecliste ki bütün siyasi partiler iktidarın yedek değneği konumunda varlıklarını koruma derdine düşmüşler... Seçim kazanma gibi bir dertleri yok... Olsaydı bugünden sandık güvenliği için yapılanmaya gider ve onun için bütçe ayırırdı... Son dakikada gönüllüler ile yapılan işler ancak bu kadar oluyor...”
“Örnek bir olay anlatayım; bir yerel seçimde etnik kimlik ve inanç seçmene seslenen Turgut Öker aday olmuştu. Gittim oyumu ona verdim. Benim oy verdiğim sandıkta ona oy verecek benden başka kimse yok, çünkü onun potansiyel seçmeni benim oturduğum yerde oturmuyor... Yani sandıkta tek oy benim olmak zorunda... Sonuç açıklandı aaa benim oy yok! Kazanmaya az bir oy kalmış olsaydı kendi inisiyatifim ile o oyun peşinde giderdim ama seçim sonucunda yüzdelerin alt tabanında olduğu için peşine düşmedim. Ama kazanma olasılığı olan ama sandık sayımında ciddi sayım yapanlar olmuş olsaydı, benim o tek oyuma sahip çıkar ve gerekli yere yazdırırlardı.
Başkasının oyuna sahip çıkamayanlar kendi oylarına da sahip çıkamazlar...
Alınacak ders, benim oyum büyük olasılıkla bir sırasına yazılmıştır ve orada bulunan muhalefet sandık başkanları buna göz yummuştur… Ya da geçersiz olarak işaretlemişlerdir… Ama sonuçta benim oyuma sahip çıkamayanlar, ülke yönetimine aday olamazlar... Olamadılar da, hep iktidar kazandı... İktidar partisinin kazanmasına en çok muhalefet partisinin sandık görevlileri hizmet etmiştir…”
Seçim yaklaşıyor, fır fır dönenler, milletvekili olmak için parende atanlar, ceplerine para koyup parti kapılarını ziyaret edenler bugünlerde ortalıkta geziyor. Partiler seçim bildirisi yazdırma derdinde, parayı nasıl denkleştiririz telaşında. İktidar, iktidar gücünden aldığı gücü kullanma derdinde, muhalefet ise parlamentoya girme barajı aşma derdinde kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan köpek gibi dönüp durmakta. Bu dönmeler girdap oluşturmakta ve siyasi ortam kasırgaya doğru giden tartışmalar için şimşekler, yıldırımların yaydığı ışıltılar etrafa ilk kıvılcımlarını yaymakta, seçim için gerekli olan cepheler belirlenmektedir. 
Ülke ne çektiyse bu cepheleşmeden çekmiştir denir ama cepheleşme ekonomiye can suyu olur, var olan sorunlar unutulur, bir anlamda beyim yıkaması gerçekleştirilir. Balkon konuşması ile bazıları doyuma ulaşır, bazıları yeni duruma uygun çıkar ilişkisine dayalı nasıl fır fır döneceğini hesaplar… Seçilenler arasında çocukluk arkadaşı aranır!
Seçimler ekonomi için gerekli, toplumsal tepkilerin sıfırlandığı süreçtir. Bu devlet, bu sistem oldukça seçimsiz dönem olmayacaktır, ne zaman başı derde girse birilerin seçimden bahsedecek, erken, olağan, olağanüstü seçim ile tepkiler sıfırlanacak, beklenmeyen köklü değişimler engellenecektir.

İsmail Cem Özkan

Örgüt, ölüm ile büyür!

Örgüt, ölüm ile büyür!

Örgüt olabilmenin temelinde hedef olmak zorundadır ve bu ortak hedefleri olan insanlar bir araya gelir, ikinci aşamada para gelir. Para olmadan örgüt olunmaz, çünkü işleyiş ve hareketin temelinde para yatar. Para olmadan artık gönüllü olarak bir yerden bir yere yürümez!  Üçüncü koşul ise lojistiktir.  Lojistik hem örgüt iç işleyişi hem de hedefler yönünde hareket alanı sağlayan ana yoldur. Bu yol olmadan insan ya da canlılarda olduğu gibi damardan bir şey akmayınca yapı çöker ve ölür. Devletler yol olmadan var olamazlar örneğin, o yüzden devlet hükmettiği yere en kısa sürede ulaşabilmesi için yolları geliştirir, yolda mola yerleri, ve ikame depoları oluşturur ve lazım olduğunda en kısa sürede o malı oradan alıp hedefe ulaştırmak ile yükümlüdür. Eğer bunu yapamaz ise örgütsel işleyişini kaybeder ve kaos ve kriz yaşar. Kriz yönetimi en kısa sürede krize yol açan sorunu çözmekten geçer. Lojistik aynı zamanda olası krizi yönteme ve çözme aracıdır.
Örgüt olmanın olmazsa olmazı bu üç saç ayağıdır, bir tanesinin eksik olması örgüt olmanın dışında geçici organizasyonlar / inisiyatif / proje vb. adını alır.
Örgüt olmak için kurumlar ve bireyler planlı ve eş güdümlü hareket etmesi zorunludur.
Örgüt olmanın tarifi içinde devamlılık esastır.
Örgüt içinde bireylerin ve kurumaların hareketleri baştan kabul edilmiş kurallar tarafından belirlenir. Böylece belli bir iş, eş güdümlü, iş bölümüne ve uzmanlaşmaya dayalı bu sistem sayesinde yerine getirilebilecektir.
Örgüt kültürü, üyeler tarafından paylaşılan temel değerler olarak tanımlanabilir. Genellikle örgüt kurucuları bu kültürün oluşmasını belirler ve yönlendirir.
Her siyasi örgütün hedefinde kitleselleşme vardır. Kitleselleşebilmesi içinde hedefleri yönünde sempatizanlar yaratması için seçilmiş toplumsal kitle ile iletişime geçmek zorunluluğu vardır. Bu hedef kitle ile iletişime geçmek için değişik araçlar kullanılabilinir. Teknoloji ve kültüre bağlı olarak her örgütsel yapı, hedef kitle ile iletişim kurmak ve sürekliliği sağlamak zorundadır.
Örgüt nedir ne değildir konusu uzun yıllardır sosyoloji ve felsefe alanında tartışmalara neden olmuş, değişik tanımlar yerine getirilmiştir. Ben yaşadıklarımın ve okuduklarımın ışığı altında yukarıda kabaca olsa da bir çerçeve içine oturtmaya çalıştım. Fakat yaşam içinde oluşan siyasi örgütlerin büyümesi ve gelişmesini tarih bilgileri altında incelediğimde yazdığım cümlelerin çok eksik olduğunu düşünüyorum. Fakat kısa ve köşe yazısı formatı içinde ancak bu kadar yazabiliyorum, çünkü yazının konusu için bu örgüt tanımının önemli olmasından ve vurgulamak istediğimi baştan anlatarak giriş yapmak istedim. Çünkü her cümle farklı algıları ortaya çıkarmasını istemiyorum.
Yaşadığımız çağda örgütler kendiliğinden kurulurken, bazıları bir proje ile hayat bulurken, birçoğu devlet kendi varlığını korumak ve zorunlu olduğunu vurgulamak için kendisine karşıymış gibi örgütler kurabilir ve yönetebilir. Genelde devlet dilinde bu örgütlere anarşist ve terörist diye anılır ama genel verilen bu isimlerin gerçeği yansıtmadığı yaşanan pratikler göstermiştir. Elbette gerçek anlamda anarşist gruplar ve örgütler bu cümlemin dışındadır. Devletin ne dediği değil, onların kendilerini nasıl tanımladığı önemlidir.
Afganistan'ın Sovyet işgalinden sonra ortaya çıkan siyasi atmosfer içinde Amerika direkt olarak Afganistan içinde işgale karşı savaşma yerine, yönlendirebildiği, kontrol edebildiği örgütler kurdu. Bu örgütler müttefik devletler içinde müttefik devletin siyasi iktidarına karşı kurulmuş olsa da, Afgan işgali ile birlikte bu örgütler müttefik devletinde mücadele etmesi yerine Afganistan içinde mücadele etmesi sağlanmıştır. Soğuk savaş koşullar içinde geliştirilen bu yöntem yeni bir doktrinin ürünü olarak karşımıza çıktı. Bu doktrin “Yeşil Kuşak” adı verilen bir kuşak üzerinde olan tüm devletlerin geleceğini belirleyecektir. Daha sonra bu BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) olarak değiştirilmiştir.
Örgütler bu kuşak ve projeler içinde yeniden düzenlenmiş, yeni düşman ve müttefik tanımları yapılmıştır. Elbette kurulan her örgüt amacına uygun davranmış olmasına rağmen, kontrol dışı ve kurucularına karşı saldırılar da gerçekleştirmiştir.
Örgütler, kurulduğundan itibaren Amerika ve NATO'nun yarattığı lojistik hatları kullandılar ve çok kolay bir şekilde başarılara imza attılar. Dolar ve lojistik başkasının kontrolü altında büyüyen İslam menşeli örgütler, amaç İslam birliği altında ellerinde ki olanakların kıymetini zaman içinde anladılar. Devleti olmayan devlet gibi çalışan karmaşık ve geniş bir coğrafyaya seslenebilecekleri çok kültürlü, çok uluslu ama tek dinli ve İslam cihadını dünya çapında yaygınlaştırabilecek konuma doğru eğildiler.  Sorun kuruluşunda yer alan üç saç ayağın ikisi başkansın elindeydi. O başkasının elinde yüksek ve henüz siviller tarafından kullanılmayan savaş teknolojisi vardır. Onların bilgileri dışında nefes almaları imkansız gibidir. Fakat zaman içinde El Kaide liderleri bunun farkına vararak kullanamadıkları teknolojiyi kullanmayarak kurtulmaya çalıştılar. Üyelerine ise teknoloji şeytanın işidir diyerek onlarında alışkanlıklarını yok etmeye ve en ilkel koşullarda mücadele etmesini öğretmeye çalıştılar. İşte bu girişim onların sonunu hazırlayan bir süreci anlatır. Bugün o ekolden gelen liderlerin önemli bölümü öldürülmüştür.
Kontrol dışı olan hiçbir yapı bu küresel dünyada yaşama şansı yoktur, çünkü her birey teknolojiyi kullanmakta ve her teknoloji aynı zamanda askeri istihbarat için bir araçtır.
NATO varlık sebebi kara paranın küresel olarak kontrol etmek ve ona göre müdahil olmaktır. Devletler kara para yaratır ve kontrollü bir şekilde bu kara paranın alanı içinde örgütler kurar ay da yönetir. Devlet olmanın temelinde düşman olmak zorundadır,
Düşmanı olmayan devlet, devlet değildir!
Muhalif olan ve devlet ile mücadele eden örgütler, silahlı mücadeleyi temel almışsa kendisini ölüm ve kan ile beslemek zorundadır, çünkü ölüm ve kan örgütün sesinin daha da duyurması ve devlet ile sorunu olan vatandaşların bu zorbalığa karşı direnenlerin kahraman olarak algılanmasını ve destanlaşmasına ortam hazırlar. Ne kadar çok saldırı ve ölmek ve öldürmek o kadar daha çok yeni üye, daha çok para, daha çok ilişki demektir. Ölüm kısaca propaganda aracıdır. O araç hem örgüt ilişkilerini daha sıcak tutar, daha çok disiplinize eder, hem de dışarıya karşı bazı insanların (örgütün hedefindeki) sempatisini kazanır. Bu sempatizanların örgüt üyesi olmasını kolaylaştıran süreçler ölüm sonrası yapılan eylemler ve seremonidir. Üye olacak kişinin hem onuru okşanır hem de amaç uğruna öldüğünde nasıl uğurlanacağını yaşarken görür. Hasan Sabbah bu kuşak sürecinde birden popüler olması tesadüfi değildir. İslam örgütleri canlı bomba eylem biçimini öncelikle Müslümanların çok yaşadığı yerlerde ve farklı mezheplere karşı kullanmıştır. Mezhepler arasında yer alan çelişkiler kullanılırken, mezhepler arası diyaloğu da ortadan kaldırmıştır. Her canlı bomba ve sonucunda ölüm birilerini çok sevindirirken, birilerine yas yaşatmıştır. Canlı bombada amaç çok insan öldürmek değildir, genelde bomba taşıyan ve birkaç kişi ölür ama etkisi bir atom bombası kadardır. Toplum içinde çelişkilerden yararlanılır ve yeni bir söylem zor ile benimsetilir. Toplumun dokusu ve dinamikleri ile oynanır. Bu kargaşaya ve daha çok ölüme yol açar ki, batının silahı ile doğunun insanı bir birini boğazlar.
El Kaide ve türevleri Suudi rejimine karşı kurulmuş ama en çok da Suudi parası ile eylem yapar konumda olmasını kimse sorgulamaz, çünkü ölüm düşünmeyi ve sorgulamayı ortadan kaldırır, güçlü olan kendi sesini duyurur ve toplumun algısı ile oynanarak tercih etme hakkı elinden alınır. Yazılan senaryoya tam uyum yani biat artık tek tanrıya değil, güce ve parayadır.
Danimarka’da yaşanan karikatür krizi aslında kurgulanmış ve bu kontrol dışına düşmüş örgütleri ve öfkeyi kontrol altına almak için yaratılmış suni bir gündemdir. O gündem o kadar iyi bir şekilde kullanılmıştır ki, Irak işgali ve Suriye iç savaşında olması olası direnişleri kontrollü bir şekilde oluşturulan yeni örgütler ve liderler ile yürütür hala gelinmiştir.
İslam dini kendisinden önce olan tüm dinlere sahip çıkan ve hepsini kucaklayan bir din olarak kendisini tanımlar ve uygulamaları eleştirir, Allah'ın kelamına sahip çıkar. Müslüman inancında tüm peygamberler aslında Müslüman’dır der. Çıkan bir karikatür sonucunda bir çok Müslüman ölmüştür, kendisini yakmıştır. Bu aynı zamanda dünyada oluşturulan yeni İslam algısının da biçimlendirilmesi ve var olan yerine; görmek istedikleri İslami yaratma sürecidir. Dinde reform yaşamış, laik devlet anlayışını özümsemiş toplumlarda bu son yaratılan İslam profili aynı zamanda üçüncü büyük savaşın düşmanın da kim olacağını işaret etmektedir. Bu imaj, çoğunluğu Hristiyan olan toplumlarda islamofobi algısının kök salması ve ırkçı örgütleri yaşanan krizde İslam, Yahudi dünyasından gelen ötekilerin dışlanması ve yeni Avrupa ideallerine uygun homojen toplum yaratılması için fırsattır. Yaşanan ekonomik krizi çözememiş, uzun süreli devam eden kriz, kriz olmaktan çıkmış artık kısır döngüye dönüşmüştür. Bu döngüden çıkış yolu olarak savaş ve savaş sanayisi, ilaç / gıda sekötürü güçlendirilmesi ve üretir, ürettiğini satar konumuna getirilmesi gereklidir. Savaş işte bu kısır döngüden çıkmak için önemli bir araçtır, çünkü savaş olan ülkelerde üretim olmaz, silah tüketimi fazla ve yeterli besin olmadığından ilaç tüketimi normal zamanların daha üstünde ve üstelik karaborsadır. Avrupa kendi iç tüketimi için gıda üretir hale gelmiş, çiftçisini destekler ve ona Pazar açmıştır. Afrika’dan, Ortadoğu’dan artık gıda malzemesi Avrupa ve Amerika yolunda değildir. Tersi söz konusudur.
Yapay olarak oluşturulan bu yeni düşman algısı ve İslam algısının Avrupa ve dünya gözünde değiştirilmesini İslam dünyasında yaşayan aydınların ve münevverlerin kabul edilmesi bir uzun süren toplum mühendisliğinin başarısıdır. Ilımlı İslam, bir ajitasyon ve propaganda sürecinin toplum mühendisler tarafından her türlü algı kullanılarak yarattığı bir olgudur. Bu açıdan bakarsanız Sivas yangını bu mühendislerin kullandığı bir propaganda aracı olmuş ve AKP iktidarına giden yolun “hızlı tren” rayını döşemiştir. Sivas katliamı dinci örgütlere doğru kitlesel katılımın ve ülkede oluşturulan yeni hassasiyetleri yaratmıştır. Yeni yaratılan hassasiyette eskiden hoşgörü ile bakılan şeylere, bugün bizim ile dalga geçiyorlar algı değişimine ve düşmanlık söylemlerine doğru dönüşmesi sağlanmıştır.
İslam dünyasının peygamberi Hz. Muhammed’tir ve son kitabın gelmesine aracı olan son ve tek peygamberdir. İslam, Hz. İbrahim’den beri gelen her kutsal kitaba sahip çıkar ve onları için aracı olanlarda bizim tanrımızın elçileridir der. Bugün bunu diyen artık yoktur, sanki son otuz yılda unutulmuş gibidir. Unutulmuş gibidir, çünkü Hz. İsa karikatürüne ses çıkarmayıp hoş görenler, bir provokasyonun piyonu olabiliyorlar. 
Yayınlanan karikatür, fotoğraf, çizgi, minyatür ilk defa yapılıyormuş gibi algı oluşturuldu ve olaylar çelişkilerin ve değiştirilmesi istenen ülkelerde patlama yaptı. Aslında İslam dünyası geçmiş birikimi ile en hoşgörülü dindir, bütün dinlerin ve görüşlerin kendi içinde yaşaması için ortam hazırlar ve olanaklar sunar. Ama bu hoşgörü artık yoktur, en ufak tepki büyütülmekte ve cinayet işlemek için ortam yaratılmaktadır. Bunların hiç biri tesadüfi değildir, çünkü genetiğimiz, kültürümüz ve birikimlerimiz ile oynuyorlar, üstelik başarıyorlar da.
Yaşanan Danimarka ve Fransa olayları ben de farklı duygular oluşturdu, çünkü algılar ile oynanırken birden arkasında olmayacağın bir adamın arkasında bağırır bulduk kendimizi. Derin bir nefes alıp kendi kendimize soru soramaz hale geldik. Nereye doğru gidiyoruz? Biz dışlanıyoruz ama nereye doğru?
Ölümler, cinayetler aslında din adına değildir. Tam tersi örgütün iç dinamiklerini savaşa hazır hale getiren iç iletişimi güçlendirmek, öte yandan düşman olarak gösterilenlere gözdağı vermek, orada (Avrupa ve Amerika’da) yaşayan ve dışlanan ve dışlanacaklara kucak açma eylemleridir. Her ölüm ve cinayet örgütleri daha da büyütmektedir.
İsmail Cem Özkan

14 Ocak 2015 Çarşamba

Hamidiye korucu derken…

Hamidiye korucu derken…

Tarihin bize fısıldadığı bir çok gerçek vardır ve bize der ki yaşananlardan ders almak insanlık tarihinin gereğidir, insanlık ancak ders alarak ilerler, aksi halde bulunduğunuz noktada kalır ve kendi kuyunuzu ve sonunuzu hazırlarsınız. Hamidiye alayları ve korucular konusuna yukarıdan baktığımızda şaşırtıcı bir benzerlik ile karşılaşırız.
Hamidiye Alayları, çoğunluğu Kürtlerden oluşturulmuş silahlı birliktir. Ermenilere karşı kurulmuş olmasına rağmen, amacı dışında Kürdistan eyaleti içinde yaşayan Süryaniler, Ezidiler ve Alevilere karşı katliama girişmiş, hatta Kürdistan eyaleti dışında Karadeniz sahillerine kadar bölgede etkili olmuş bir birliktir.
Hamidiye Alayları devletin silahları birlikleri dışında yöre halktan oluşturulan bir sivil silahlı birliktir. Öncelikle askeri eğitim almamış ama yörenin koşuları içinde silah kullanabilen erkek bireylerden oluşan birlikler, ellerinde ki silahlardan güç alarak kendilerine göre Müslüman olmayan kim varsa ya da su, otlak yüzünden kanlı olduğu aşiret üyelerine karşı katliama girişmesi ve yağmalama olayları o günün koşulları içinde olağan karşılanmış, hatta görmezden gelinmiştir.  Yeter ki devlet bölünmesin, ayrılmaya en yakın halk olan Ermenilerin devleti olmasın anlayışının üründür.
Devlet, Ermenileri düşman ilan etmiş, onların hak arayışlarını ve özgürlük istemlerini açık savaş ilanı olarak algılamış ve bu algıya uygun olarak savaş koşullarında dahi olmayan önlemler almıştır. Abdülhamid’in Hamidiye Alayları, Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları bölgeler ve bu bölgede iç içe yaşayan Kürtlerden devşirme bir gönüllü, gönülsüz ama Ermenilerin mallarının ve topraklarının vaat edildiği bir süreçtir.  
Abdülhamid, o güne kadar kaybedilen toprakların sorumlusu olarak Ermenileri görmüş gibi ne olursa olsun, ayağına taş değse Ermeni yaptı histerisi ile Ermenilere karşı gizli istihbarat örgütü dahi kurmuştur. Ermeniler onu koltuğundan alacak bir örgüt kurmuş histerisi içinde Yıldız İstihbarat Teşkilatını kurmuştur. Bu teşkilat her ne kadar gizli çalışmış olsa da istihbarat teşkilatlarından ayıran en önemli özelliği devlete değil padişaha direk bağlıdır ve ona hizmet etmektedir. Yani devlet içinde padişaha karşı olabilecekler, onu amcası gibi koltuğundan alabilecek güçte olanlara karşı güvensiz ve onların her hareketi dikkatlice izlenmiş ve raporları padişah bizzat kendisi okumuş olduğuna dair bilgiler vardır. Halk istihbaratçı dışında Jurnalci olmaları yönünde teşvik edilmiş, bu güvenlik teşkilatı için padişahın örgütlü ödeneği kullanılmıştır.  
Hamidiye Alayları, devlet bölünmesin, tek çakıl taşı gitmesin, vatanın dirliği için olası bir bölünmeye karşı silahlandırılmış, onlarda hedef gösterilen ve gösterilmeyen düşmana karşı silah doğrultmuş ve 80 ile 300 bin insan alayların görev süreci içinde öldürülmüş.
Hamidiye alayları, Abdülhamid iktidarını kaybetmesi ile ortadan kalkmış gibi tarih kitapları yazar ama isim değiştirerek varlığını günümüzde dahi geçerliliğini korumaktadır. Günümüzde Hamidiye alaylarına “Korucu” demekteyiz. Uygulama, biçim ve anlayış olarak Abdülhamid anlayışından pek farkı olmayan Koruculuk sistemi bugün dahi devlet kurumları içinde varlığını korumakta ve devletten kelle parası almaya devam etmektedir.  
Hamidiye Alaylarının olduğu zamanlarda potansiyel düşman Ermenilerdi, bugün Koruculuk sisteminde potansiyel düşman Kürtlerdir. Ermeniler ülkemiz topraklarında yoktur, yok edilmiştir. Bu yok edilme sürecinde Kürtler önemli rollerini Hamidiye Alayları adı altında yerine getirmiştir. Ermenilerden boşalan yerlere Kürtler yerleştirilmiş, bugün dahi bir çok Ermeni, Süryani, Ezidi yerleşim yerinde Kürtler yaşamaya devam etmektedir.
Günümüzde potansiyel düşman olarak artık Ermeniler yoktur, bu sefer hedefte olanlar, Hamidiye alayları döneminde alaylar içinde Kürt milliyetçili filizlenip bugün bir çınar olarak karşımıza çıkmış olmasıdır.
Devlet değişmiş ama devlet için hala vatanın birliği, bütünlüğü ve de çakıl taşı vermeme fikri vardır. Hamidiye alaylarını kuran düşünce ile bugün korucu sistemini kuran düşünce arasında hiçbir fark yoktur.
Hamidiye Alaylarını yasal olarak ortadan kaldıran İttihat ve Terakki partisi, alayların adını değiştirmiş yine Ermenilere karşı Tehcir sürecinde kullanmıştır. Kullanılan Kürtler çöllere sürgüne giden Ermenilere karşı her türlü eziyeti yapmış, korumasız Ermenilerin eşyaları yağmalanmış, kız çocukları ve kadınların ırzına geçilmiştir. Koruculuk sistemi içinde son kırk yılın olaylarına bakarsanız benzer şeyler ile karşılaşırsınız. Hatta biraz daha ileri gidilmiş Kürt köylülerine sırf korucu olmadıkları için bok yedirilmiş, evleri yakılmış, hayvanları öldürülmüş, ekilmiş tarlaları yakılmış, iş yerlerine el konulduğu gerçeği ile de karşılaşırsınız.
Devlet, bölünme korkusu yaşadığı an benzer tepkiler vermiş, o benzerlikler içinde resmi silahlı güçler dışında bölünme korkusu yaşanan bölge halkına silah verilmiş ve devlet adına cinayet işlemesi teşvik edilmiştir.
“Düşman vardır ve düşmana karşı her türlü mücadele yöntemi meşrudur ve savaş koşulu içinde insan hakları aranmaz, sonuçta savaşı kazananlar son sözü söyler. Savaşı kazanan sorgulanmaz, yargılanmaz, hüküm giymez!” anlayışı bugün dahi devleti yönetenlerin bilincinde yerini korumaktadır.
Sonuç olarak Abdülhamid uygulaması ve yöntemi ile bugün aramızda yaşama devam ediyor,
İsmail Cem Özkan


11 Ocak 2015 Pazar

Haziran, Ocak ayında yaşanır mı?

Haziran, Ocak ayında yaşanır mı?

Toplumsal olaylar projeler ile yönlendirilemez, biçimlendirilemez diye düşünürüm. Fakat benim bu düşüncemin ne kadar yanlış ve anlamsız olduğunu son otuz yıllık yakın tarihimize baktığımda anlıyorum. Siyasi yaşantımız içinde birbirinden ilginç projeler hayat buldu, hayat bulan projeleri kimlerin finans ettiğini hala bilemem, çünkü sonuçta kimler bu projelerden faydalandı diye baktığımda faydalananları anlıyor ve hissediyorum.
Ülkemizde sol adına da bir çok proje yapıldı, hayata geçirildi, bir bölümü devam ediyor, bir bölümü sonlandırıldı. Dünyanın değişik ülkelerinde portakal rengini taşıyan, kadife dokunuşlu devrimleri organize edenler ülkemizde de projeler yaptı, yaptırdı, finans etti. Bugün dahi farklı isimler altında projelere devam ediliyor. Liberal düşünce kulüpleri en büyük devşirmeyi solcu bilinenler arasında devşirdi, yeni kurulmakta olan rejimin yedek değneği işlevini gördüler. Kafa karıştırma, muhalefeti parçalama, oluşmakta olanı engelleme şeklinde kendisini gösterdi. İktidarın sorunsuz bir düzlemde eline verilen programı uygulamak için ortam yaratıldı, yaratılan ortamda da en iyi şekilde yararlanmaları sağlandı. İktidar güçlendirildi, güçlendirilen iktidar ise rant alanları yaratmasını ve yaratılan rant ile toplumun nasıl nötralize edildiğini yaşayarak öğrendi.
Para, baş eğmeyenlere bile baş eğdirdi, el etek öptürdü.
Proje içinden proje çıkaranlar, kendi geleceklerini garantiye almak adına milletvekili dahi seçtirdi, ödüllendirildi. Başarılı projeciler toplum içinde hiç sorgulanmadı, onların projeci yönü görünmemeye özen gösterildi. Dışarıdan gelen para dağınık olan solu daha da dağıttı, yaratılan tüm değerler ranta dönüştürüldü, birilerin kasalarında para, birilerin seçim bürosunda oy olarak yansıdı.
Sözü dolandırıp dolaştırıp Haziran Hareketine getirmek istiyorum. Sonuçta bir projedir ve oradan büyük olasılıkla örgüt çıkmayacaktır. Örgütlerin birliği ve birkaç bağımsız insanın girişimdir. İnisiyatif ismi yerine hareket ismini seçmişler, sonuçta sayısını unuttukları inisiyatifler dışında bir de hareket kurma ihtiyacı, gelinen somut durumun dayatması olarak ortaya çıkmıştır. Birbirini taklit ederek yol almaya çalışanlar sonunda bir araya geliyordu. Burada taklit sözü negatif anlamında değil, pozitif anlamda kullanılmıştır, esinlenme diye de okuyabilirsiniz.
Geliyoruz söylemleri ve ülke sathında örgütlü oldukları noktalarda geliyoruz toplantıları dışında başka bir veri olmayan Haziran Hareketi ilk eylemini eğitim konusunda yapma kararı alarak siyasi yaşamın içine girmeye başladığı bugünlerde, elbette eleştiri oklarında hedefinde olacaktır. Çünkü sol cephede iki proje hayata geçirilmiş ve her ikisi de başka duruş noktası olan anlayışı sembolize etmektedir.
HDP, İmralı cezaevinde MİT ile yapılan görüşmeler ile ortaya çıkmış, oradan siyasi bir partinin içinde yer alan Kürt siyasilerin bu partiye katılması ile ülke sathında örgütlü yasal bir parti konumuna gelmiş projedir. Ülke sathında Kürt sorunu çözümüne katkı sunmak ve kamuoyu oluşturması amaçlı yaratılan bu proje, ilk yerel seçim deneyiminde hedefler ve amaçlar yönünden biraz uzak konumda hayatta karşılığını bulmuştur. HDP, Kürt sorununa duyarlı, Türkler ve diğer halklar ile birlikte Kürt halkı ile dayanışmanın somutlandığı adrestir. Merkezinde Kürt sorunu vardır ve Kürtlerin özgürlük istekleri, özgürlük adı altında tanımlanmaktadır.
Öte yandan sol siyasi hayat içinde olan, komünist, sosyalist ve Kürt siyasi merkezli hareket dışında siyaset yapmaya çalışanların oluşturmuş olduğu birlik projesi Haziran Hareketi. Ama ortada somutta gösterilebilecek hiçbir eylemleri yoktur. Şimdilik kağıt üzerinde yapacakları yazılıdır ama yazı sokakta ne kadar karşılığını bulacağı yakın zaman içinde göreceğiz. Ben eleştirilerde işte bu niyet okumaları görüyorum. Niyetler ortada, birileri de bu niyetleri eleştirmektedir ki, buna anlam veremiyorum. Çünkü önce neler yapabileceklerini bir göstersinler, solu kımıldatsınlar. Solun kımıldaması bile başarıdır.
Tamam, başarısız insanlar ve örgütler kurmuştur, buna itiraz etmem ama başarısızların da bir gün başaracakları şeyler vardır.
Bu iktidarın gitmesini isteyenler, iktidarın kuyruğu altında iktidarın niyetleri yönünde karar alan Kürt ulusal hareketini de abartmamak gerekli. Onların arkasına takılınca özgürlük mücadelesi de vermiş olmuyorsunuz. Birilerin özgürlük mücadelesine katkı sunmuş olursunuz.
Asıl özgürlük ulusların özgürlüğü değil, sınıfın özgürlüğüdür...
İşçi sınıfının özgürlüğü, alın terinin renginin olmaması gibi halklarında ayrıştırıcı rengi olmayacak, bütün halklar bir arada özgürce barış içinde yaşayacaktır.
Birlikte, bir arada yaşamak arzusu içinde olanların ayrışmanın özgürlük mücadelesi yapmasını da anlamam. Ama bir ulus devlet, bir halkın üzerine baskı kurmuş ve onu yok etmek istiyorsa işte o zaman ulus devletin parçalanmasını ve o halkların özgür olmasını savunurum.
Kürtler özgür ulus olmak istiyorsa bırakın olsun, önünde engel olmayın!
Dayanışma adı altında Kürt’ten daha çok Kürt olmak bana garip ve anlamsız gelir, onlara yardım etmek istiyorsanız Kürt’ten daha fazla Kürt olmadan kendi işçi sınıfını, örgütleyebileceğin başka kesim varsa onu örgütle, o zaman Kürtlere daha fazla katkın olur. Kürtlerin yanında örgütsüz bireyler olarak durmanın Kürt ulusunun ayağına ayak bağı olmaktan başka işlevi yoktur, “özgürlük önderinin” söylemi ile kamburu olursun ve seni onlar kambur olarak taşımak istemiyor!
Bin kişi ile bir binanın üzerine tabela asmak ile örgüt olunmaz.
Önce hayata olumlu bakmak gerekli, karanlığı hiç bir örgüt tek başına dağıtacak ne güce, ne birikime ne de organizasyona sahiptir.
“Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber, ya hiç birimiz!” eleştirilerden gördüğüm “hiç birimiz” ‘kurtulmayalım’ niyetinde yapılan eleştirilerdir...
Bırakın Haziran Hareketi bir denesin, ne yapabileceklerini göstersin... Belki hiç birimizin görmediğini görmüş olabilirler…
Ben ne yapıyorum sorusuna gelince; izliyorum, engel olacak eleştiri yerine her yapıya olumlu bakıyorum, artık bu karanlık bulut dağılsın, karanlık savaş sona ersin, aydınlık günlere ulaşalım diyorum. Niyet okumuyorum, somut durumlarına bakıyorum... İktidar yanında hiç bir şekilde durmuyorum, duranları da yanıma yaklaştırmıyorum... İktidarı bir destekleyip bir eleştirenleri anlamıyorum, çıkarı için herkesi arkasından bıçak saplayabilecek niyette görüyorum...
Karanlığa karşı olmanın birinci görevi gerçek anlamda muhalefette durmayı, küçük bir çıkar için dahi iktidara meyil etmemek olarak algılıyorum...
İktidar her daim yalan, yanlış yapmaz ama doğru yaptı diye de yıkmak istediğin iktidara yanlışların yanında küçük doğrusuna destek sunmam, sunanı da yanıma almam...
Bırakın efendiler, hanımlar eleştiri yapmayı da muhalefet nasıl olunması gerektiğini kafanızda sorun ve kendinize göre doğrular tespit edin, kendi aklınız ile gidin, başkasının aklı ile yola çıkmayın...
Olumlu olun, olumlu bakın...
Hiç bir karanlık sonsuza kadar karanlık oluşturmaz. Hiç bir aydınlık sonsuza kadar aynı ışık yaymaz!
Geçmişte ışık olanların bugün sönük bir yıldız olduğunu görün, geçmişin parıltısını bugün bulamazsınız...
Belki o sönen yıldızın yerine siz yıldız olursunuz, kendinizi küçümsemeyin…
Ocak ayında Haziran yaşanır mı, bunu siyasi hava durumu söyleyecek!
İsmail Cem Özkan


Not: Projelerden halklar adına olumlu bir şey çıkmayacağı inancımı koruyorum, o yüzden hiçbir projenin içinde yer almıyorum.