28 Ocak 2015 Çarşamba

Cansız bedenler çürürken…

Cansız bedenler çürürken…

Etrafta cesetler nefes almadan yatıyor. Üzerlerinde ne bir leş yiyici, ne de leş yiyerek geçinen insan vardı. Sessizlik ortamı kucaklamış, etrafta biraz önce yaşanan savaşın son izi olan duman dağılıyordu. Savaş artık mertçe değil, görünmeyen yerden gelen bir bombanın yer yüzüne yakınken patlaması sonucu bir hançer şeklinde insanın arkasından saplanmasıydı. Düşmanı görmüyordun, nasıl biri, ne konuşur, nasıl yaşar gözünde canlandırmadan onun attığı bir bomba ile yok oluyorsun. Ne bir ses kalıyor geriye, ne de yaşayan her hangi bir şey.
Cesetler sokakların içinde, kapı önlerinde, kokuşmaya henüz başlamadan öyle duruyor. Zaman durmuş gibi gözükmesine rağmen, zaman sürekli kendi devinimi içinde yol almaya devam ediyordu. Bir çok insan ise o ölüm anını beyaz ekranları aracılığı ile şahitlik yapıyordu, bir direğe bağlanmış kameralar aracılığı ile.
Ölüm, sessizce kucaklıyordu tüm yaşayanları.
Yaşayanlar ise bir birini boğazlıyordu.
Her boğazlama ise birilerin elini ovuşturmasına yol açıyor, kasalarına giren dolarları düşünüyordu. 
Birileri ise ertesi gün çocuğunu hangi kreş yuvasına yazdıracağını düşünmekte ve kreş parasını nasıl ödeyeceğini hesapları içindeydi.
Savaş yaşandığı yeri yok ediyor, diğer yerlerde ise savaştan elde edilen sermeye birikimin getirmiş olduğu göreceli refahı yaşıyordu.
Tarih sayfaları kan ile doluydu.
Kan geçmişin izlerini, kelimelerini, zaferlerini şanlı, onurlu, onursuz, yenilmiş, kazanılmış şekilde yazıyor, soykırıma uğramışları ise hiç anmadan geçiyordu, çünkü soykırımın yaşayan çocukları yoktu, yok olan nesillerini, atalarını ansınlar, dillendirsinler.
Sessizlik ölüm anında yoktu sadece, soyu kurumuşların tarihi de sessizdi, kimse anımsamak ve için toprak altını kazmıyor, o dönemden kalan tabletleri popüler şekilde dillendirmiyordu. Sessizce geçiştirilen tabletlerde kanların üzerinde kendi parmak izimiz varsa, o parmak izini silmek için son teknoloji ürünü temizlik malzemeleri ile izleri karıştırmaya çalışıyor buluyorduk kendimizi.
Kan suçu yaratır, suçlular kan izlerini silmek için ellerinde ki her olanağı kullanır.
Suçlular bir arada yaşamak yerine, kendi homojen toplumunda yaşamaya özen gösterir, toplumu içinde bu homojen yapıyı bozan varsa hemen onu yok etmeyi düşünür ve onu yok etmek için iftiralar, linç etmek için ortam hazırlar, sonra onun acı çekmesini büyük bir keyif ile izler.
Kan ile beslenenler, kan aktıkça daha çok mutlu olur ve suçlarına ortak bulmaktan keyif duyarlar.
Suçlular tek olayı sevmez, suçlarını kitleselleştirmek için uğraşılar, çünkü kitlesel yapılan şeyleri suç olarak kabul edilmez. Toplum bir bütün olarak cinayet işlemez inancı hakimdir, çünkü çoğunluk her daim haklıdır ve hakkını zor kullanım aracı olan devlet mekanizmasını kullanarak gösterir.
Devlet, suçluların suçlarını suç olmaktan çıkaran bir araçtır.
Devlet olan yerde, fakirler zenginleri öldürmesin diye yasalar vardır. Zenginler ise suçu kendi güçlerine göre tanımlar ve uygulatır.
Devlet olan yerde suç kavramı, zenginler arasında ki orantısız rekabeti dengelemek için vardır.
Devlet olan yerde kim suçlu, kim suçsuz kavramını çıkar ilişkisi belirler ve uygular.
Çıkar ilişkisi sözde herkesin eşit hakları olduğu, rekabetin eşit güçler arsında yapıldığı farz edilir ama hayatta öyle bir şey yoktur, çünkü maddi gücü olan, güçsüzü yanına alır ve istediği verimliliği elde edene kadar çalıştırır, işine yaramadığı an posasını bir delikten aşağıya bırakır.
Savaş, çıkar ilişkilerin sonucunda oluşur ve çıkarlar olduğu sürece insanlar  birbirine kırdırılır, zenginler daha çok zengin olur.
Savaş olan yerde kara ilişkiler ve para olur ve ama her savaş kontrollüdür ve kontrollü olarak kara paranın ve insan hareketine izin verilir, gerek görüldüğünde izin verilenler suçlu olarak gösterilip linç edilmeleri sağlanır.
Her sömürge toplumunda, toplumun sürekli parçalanması ve atomize olması için iç çatışma sürekli sıcak tutulur, eğitim ile bu çatışmanın tohumları kuşaktan kuşağa aktarılır.
Yarı sömürge ve sömürge toplumlarda ekranlar bu çatışmanın her an gündemde kalması için programlar yapılmasına olanak verilir, ortam hazırlanır.
Her ortam başka bir cinayetin habercisidir. Cinayet işlendikten sonra bu haberleri doğru okumaya gayret ederiz.
TV programlarını genelde balon olarak görürüm ve ilgilenmem ama yaşadığımız zamanın ruhu içinde bizi her yerden kuşatan uyarıcılar var, o uyarıcılara karşı insan ister istemez kafasını dönderip bakıyor.
Savaş sadece silah ile olmuyor, başka öldürme araçları ile beynimizin içi boşaltılırken, geçmiş birikimlerimizin de antika dükkanında satılan metaya dönüşmüş olduğu gerçekliği ile karşı karşıya kalıyoruz.
Sosyal medyadan gelen mesajlara bakınca tartışma değil de sanki cephe savaşı! TV ekranlarında reyting için yapılan popüler programların ister istemez bir izleyici fun club’ü oluyor. Her fun club’ün bir de popüler lideri!
Liderlerin etrafında bileylenmiş taraftarlar ve tutuğu liderin (tartışma programında aslında sıradan bir konuk) sözlerini sosyal medya hesaplarından paylaşırken, aynı zamanda rakip gördüklerini küçümseyen, alaya alan cümleler gördüm.
İlkel bir duruş olarak algıladım, çünkü savaşı isteyen ve cephede birbirini öldüren insanlar, düşünme yerine eylem yapan, eyleminin sonucunu düşünemeyen bir piyon konuma getirilmiş birey ve içgüdüsü ile oklarını (cümlelerini) fırlatırken görürüm.
TV ekranlarında kan dökülmedi, baş yarılmadı ama balon sohbetlerden bugüne kalan sadece öfke, içini boşaltmış, ekran karşısında tatmin olmuş bireylerin bıraktığı kondomları sosyal medya sayfamda kelimeler olarak gördüm...
Sonuçta bu toplum içinde yaşayan ve farklı doğruları olan bireylerin neden bir arada huzur içinde yaşayamayacağının küçük bir deney sahnesi olmasından öğreticiydi.
Bizler bir arada değil, bölünerek yaşamayı ve öldürerek kan ile beslenmeyi kendimize doğru olarak kabul etmiş bir kültürün evlatlarıyız.
Tarihimiz kan akıyor, insanlar kan içinde boğuluyor, doğal olarak onların torunları da kan içmek için kan dökmek adına fırsat kolluyor...
Etrafta cansız bedenler, nefes almayan canlılar. Henüz duman o ölüm yerinin üzerinde.
Sokakta bir direkte duran kameradan canlı olarak o ölüm anını ve sonrasını evimizden, yolda giderken akıllı telefon ekranlarımızdan seyrediyoruz.
Her birimiz her şeyi görüyoruz, ama farkına varamıyoruz, çünkü her birimiz yalnızlaştırılıyoruz.
Yalnızlaşan insan korkar, korktuğunda sosyal medyadaki duvarına bir şeyler yazar, fun club üyesi gibi tuttuğu liderinin her cümlesini paylaşmak için algılarını sadece o ana odaklar ve paylaşır. Karşısında gördüğü düşmanını küçümser, onu işlevsiz bırakıp, tek başına bir çukurda, o cansız bedenlerin arasında görmek ister.
Korku, yaşadığımız toplumu daha da atomize ediyor, parçalanıyoruz. Parçalandıkça kendi doğrumuzun tüm dünyaya egemen olmasını düşünüyor, bizim konuştuğumuz dilin hakim olmasını düşlüyoruz.
Görüyoruz, farkında değiliz!
Cansız bedenler çürürken, çürüyenin sadece o beden olduğunu düşünüyoruz, kendimizi görmeden!
İsmail Cem Özkan