14 Mart 2015 Cumartesi

Belgeler yaratılırken, masumlar ceza alır, suçlular aklanır!

Belgeler yaratılırken, masumlar ceza alır, suçlular aklanır!

Ülkemizin klasik bir ahlak anlayışı vardır ve bu ahlak anlayışı yasalarımıza da kağıt üzerinde sinmemişse de yasaları uygulayıcılarının ‘kanaatlerine’ etki etmiştir. “Ölen her daim suçludur, yaşayanlar kader kurbanıdır, af edilmesi ve hoş görülmesi gereklidir!” bu anlayış doğrultusunda aflar meclis sıralarından el kaldırılarak geçilir, cezaevleri bir boşalır ve kısa zamanda eskisinden daha fazla insan o boşalan yeri doldurur. Tarihimizin sürekli tekrarlayan refleksleri arasında bu durumu görebilirsiniz.
Bizim gibi ülkelerin başka bir refleksi vardır ki, bağımsız olduğu söylenen kurumların bağımsız olmadığı, ülkeyi idare eden erkin görüşlerini yansıttığını ve o görüşler doğrultusunda belgeler oluşturduğu, belgeler oluşturmakla kalmayıp erk görüşüne uygun yeni bir tarih yazıcılığına soyunduğunu görebiliriz. Hakim güce göre kendi konumunu ve duruş noktasını değiştiren bir bürokratik yapımızın varlığını ne yazık ki ret edemeyiz. Kendisini toplumun üstünde gören, toplumu yönetilmesi gereken bir ‘sürü’ olduğu, o sürüye akıl verilebileceği ama o sürüye ait bireylerin itiraz edenlerin cezalandırılabileceği bir düzenleme söz konusudur. O yüzden bizim gibi ülkelerde fikir hürriyeti her daim tartışma konusu olmakla kalmamış, aynı zamanda fikrini açıkça açıklayanların cezalandırıldığı bir devlet anlayışının hakim olduğunu yakın tarihimize bakarak dahi anlaşılabilinir.
Mahkemeler aldıkları kararlar ve uygulamaları ile her daim vicdanları rahatlatan uygulama içinde olmamış, dönemsel ihtiyaçlara göre oluşturulmuş olağan üstü yetkili mahkemelerin genelde kararları siyasi iradenin ihtiyacına göre yapılmıştır. O mahkemelerde belgeler karanlık noktalarda üretilmiş ve doğru kabul edilerek ceza verilmesi gereken kişi ya da kişilere yasaların ilgili maddesi uygulanmıştır.
Karanlık nokta konusunu biraz açmakta fayda vardır, çünkü bu karanlık noktalar tam olarak anlaşılmadan verilen cezaların hangi vicdanlara seslendiği tam olarak anlaşılmaz. 12 Eylül gibi askeri rejim altında kararlar üstten gelen siyasi tercihlere uygun olarak ‘olağanüstü koşullar’ altında verilmiştir. Bu olağanüstü koşullar altında Derinlemesine Araştırma Laboratuvarı (DAL) ve benzeri yapılar içinde profesyonel işkencecilerin hazırlamış olduğu ve işkence altında ki bireye imzalatılan belgeler tartışmasız doğru kabul edilmiş ve bu belgelere dayandırılarak bir çok insan suçu işlediği veya işlemediği konusu araştırılmadan yargılanmış ve ceza almalarına sebep olmuştur. Yangından mal kaçırır gibi, insanlar kısa zamanda yargılanmış, idam sehpaları kurulmuş ve sırası ile insanlar idam edilmiştir.
Her iktidar kendi rejimi altında her daim bir olağanüstü koşul olduğunu kabul etmiş ve bu koşullara uygun mahkemelerin çalışmasına izin vermiştir. Özel yetkili mahkemelerin ‘süper’ savcıları kolluk güçleri ile sıkı bir işbirliği içinde dava konusu dosyaları hazırlamış ve mahkemelerde binlerce sayfalık tutanakları okumuştur. Kolluk güçleri son yıllarda yaşadığımız bir seri davanın sonucuna nasıl etki ettiğine dair belgeler gün yüzüne çıkmış ve arka arkaya önce doğru kabul edilenlerin aslında doğru olmadığı ve mahkemeyi yanılttığı iddia edilen kolluk güçlerinde çalışanların sorgulandığı bir sürece girdik. Belgeler yaratılmış, suç delileri suç ortamına suç aranırken yerleştirilmiş ve ‘masum’ insanlar cezaevlerinde yıllar boyu yatmış ve de sonunda ‘uzun’ yargılanmaktan dolayı serbest kalmışlar. Suç mu, o da siyasi iradenin tercihine kalmış şekilde ileri bir tarihte olup olmadığına karar verilecek şekilde ertelenmiştir. Bir çok suç delil yetersizliğinden suç olarak cezalandırılmasına gerek görülmeden üstü örtülmüştür. Gerçek suçlular elbette ceza alacak değildir, çünkü gerçek suçlular ortamı hazırlayanlardır, tetikçiler sadece sonuçtur!
Kısaca suçu ortaya çıkaran belge bulmak yerine belge uydurmuşlar, siyasi iradenin ön yargılarını doğrulamak adına... Bu tarihimiz içinde hep böyle olmuştur, 12 Eylül, 12 Mart, 27 Mayıs, İstiklal Mahkemeleri, DGM'ler vb tüm oluşturulan mahkemelerin savcıları, hakimleri kanıt bulmak yerine kanıt yaratmışlar ve hüküm vermişlerdir. Polis, işkence odalarında (DAL), arama yaptıkları yerlerde kanıt üretmiş ve araştırmaya girmeden var olan suçları genelde masumların üzerine yayarak olayı çözmüşlerdir, üstelik ödüllendirilmişlerdir. O yüzden o adını andığım mahkemelerin kararları sonucu bir çok masum insan öldürülmüş, cezalandırılmış, ‘pardon’ dahi denmemiştir.
Ön yargılar ile yapılan tüm yargılanmalar, kararlar insanlık tarihi içinde suçtur. Bu suçun oluşmasını sağlayan siyasi tercihler ve o tercihin yaratmış olduğu güçtür. Bugün devlet kurumunun kanıt bulma yerine kanıt üretme hakkını savunanların her birinin elinde geçmişte işlenen suçların izleri vardır...
Elbette bu kanıt bulma sürecine sadece polisleri, savcıları ve de hakimleri katmak büyük bir haksızlıktır. Bu süreç karmaşık bir bütündür. İşkence görene sağlam raporu veren hekim de suçludur, işkence merkezlerine elektrik alt yapısını kuran tekniker de! Kanıt uydurmak için bilişim sektöründen anlayan ve yazılım işi yapabilen mühendisler ve onların teknik alt yapısında çalışanlar da... Bir kanıt yaratma uğruna yüzlerce insan birlikte çalıştı, o işlenen suçta her birinin parmak izi olmaya devam ediyor...
Suç, kanıt üretildiğinde kabul edilen bir ceza maddesi oluyor yaşadığımız ülkede, ne yazık ki ne yazık kii.. Bu da istendiğinde siyasi ve ekonomik çıkara göre suç kavramı keyfi olabiliyor...
Yazımı başka bir bakış açısını da ekleyerek bitireyim; yukarıda yazdığım bakış açısı ve mantık yolunuzu izleyen sadece devlet yapıyor da kendisini devlet yerine koyan ve devleti değiştirmek isteyenler yapmıyor mu? Aynısını ve belki daha acımasızını kendisini devlet gibi gören ve içine girmiş olan casusları yok edeceğim bahanesi ile yüzlerce masum ve kendisini bir ideale adamış bireylerin kişisel tarihini incelerseniz, aynı sorun ile karşılaşırsınız. Belgeler sözlü ifadeler ile üretilmiş ve kuşkular ile insanlar yok edilmiştir.
Düşman olarak görülen kurumlar ile mücadele ve kavga ettiğini iddia edenler, kendi içişlerinde suç üretiyor ve suça uygun delil üretimi yapıyorsa, mücadele ettiği mekanizmanın sadece kötü kopyası olmayı aşamazlar.
Bir birine benzeyen kurumlar birbirlerini yok edemez, sadece birbirini besler...
İsmail Cem Özkan