16 Nisan 2015 Perşembe

Gün geçmiyor ki…

Gün geçmiyor ki…

Gün geçmiyor ki bir göçmen gemisi (dediğime bakmayın gemi çöpe gitmek üzere olan su üzerinde duran metal yığını) üstünde insan yığını. Bu insanları bir metal yığını üzerine bırakıp denizin ortasında kaderleri ile baş başa bırakan bir sistem. Çoğu ayağını toprağa basamadan ölecek, bir çoğu da zayıf düşen bedenlerine giren virüs ve mikroplar yüzünden ölecek, hele çocuklar savaştan kaçarken ve savaşın ne olduğunu tam bilemeden yok olup gidecek. Her biri bir istatistik rakamı, her biri sanki bu dünyada hiç yaşamamış, nefes almamış, hayalleri olmamış gibi insanlar. Her biri Akdeniz sularına gömülen ve bir daha haber alınamayan faili meçhul cinayetin mağdurları. Onlar, mülteci olmak isteyen göçmenler.
Fakir, iç savaş ve işgal edilmiş ülkelerinden kaçan ve savaş, çatışma, aşağılanma dışında hiçbir şey görmemiş insanların hareketidir, mülteci yolları. Zengin olana, daha istikralı olana, ekranlar aracılığı ile gördükleri ve çocukların oyun bahçelerinde gülerek oynadıkları, baba ve annelerine içten haykırdıkları, cilveleştikleri ülkelere doğru akın ediyorlar. Onların nüfus hareketleri gelmekte olan bir dünya savaşının da habercisi hatta dünya savaşının göstergesidir. Mültecilik bir savaşın açık olarak gösterildiği ve zengin fakir ayırımının daha da keskin olarak yaşandığının kanıtıdır. Mülteci olanlar kaçmak dışında başka yaşama şansı kalmayan insanlardır, elbette başka tercihi olabilecekken, mülteciliği bir macera olarak gören küçük bir azınlığı da gözden uzak tutmamak gereklidir. Onların varlığı bu çelişkiyi ne ortadan kaldırır ne de küçültür.
Dünya üzerinde göç yolları hep vardır, doğanın yasası gereğidir göç. Göç aynı zamanda başka yerin yağmalanması anlamına da gelir. Çünkü kıt olan yerden çıkanlar önlerine ne gelirse yağmalamak zorundadır, çünkü ayakta kalmanın başka yolu yok gibidir. Kimse bu yağmaya karşı koyabilecek seti yaratamaz, oluşturamaz. Mülteci alan ülkeler bu yağmadan nasibini alır ama bu nasip onların iç işlerinde mülteci, yabancı düşmanlığına ve hatta din düşmanlığına dönebilir ve bir savaşın tarafı olanlar için meşrutiyet zemini bile olabilir.
Göç alan ülkeler genelde ellerinde kan olan ülkelerdir, savaşın, karmaşanın olduğu ülkelerde çatışmadan pay alan ve kendi ülkesinde ki refaha kandan elde edilen para ile katkı sunan ülkeleridir. Zenginliği biraz sorgularsanız, ulus devleti içinde oluşmuş sermayenin artık bir devletin zenginliği için yeterli olmadığını görürsünüz, her biri bir sistemin entegre olmuş parçalarıdır ve gelişen evrensel çaptaki karmaşadan direkt ya da dolaylı olarak yararlanırlar. Bugün iç çatışmasını sıcak savaşa döndermiş ülkelerin kavgası iç çelişkiden daha çok, dış güçlerin kendi krizlerinden çıkış yolu olarak görmeleridir. Kapitalist sistem, ulus devlet ile sınırlı değildir, evrensel çapta bir biri ile entegre olmuş parçaların bütünüdür ve bu parçalar yirmi dört saat hiç durmadan hareket eder, dünyanın hareketi gibi. Kapitalist sistemde en önemli unsur paranın sürekli hareket halinde olması ve sisteme hizmet etmesidir.
Mülteci yolunu açan aslında bu sistemin kendisidir, çünkü sistem hareket edebilmesi ve var olan krizleri ortadan kaldırabilmesi için sürekli tüketim çılgınlığının olması gereklidir. Dünya Ticaret Örgütü (World Trade Organization, WTO) tüm ülkelerin üretimi ve tüketimi hesaplanmakta ve hangi ülkede ne kadar hangi ürün üretileceğine karar verilebilmektedir. Bu da gümrüklerden geçen ürünün kontrol edilmesi anlamına gelir ki, üye ülkeler buna uyacağına dair anlaşmalar imzalamış olmasına rağmen bu gümrük ve üretim için de istisnai ülkelerin olması dikkate değerdir, çünkü bu istisnai ülkeler hiçbir kural tanımadan dünya ticaretine müdahil olabilmekteler. İşte bu istisnai ülkelerden biri hepimizin bildiği ABD’dir. Özgürlükler ülkesinde her tülü kara para kontrollü şekilde depolanmakta ve gerek görülen yerlerde kullanılmaktadır. 24 saat hareket eden para, aynı zamanda çatışmaları ve yoksullaşmayı da beraberinde getirmektedir. Üretimden daha önemli olan paranın hareket halinde olması ve dünya ticaretine yön verenlerin hizmetinde olmasıdır.
Bugün batması yüksek olan gemiler içinde insanların dramını belirleyen ve onları birer istatistik rakama indiren işte bu paranın dünya üzerinde bıraktığı izlerdir. Dünya ticaretine entegre olmuş bütün ülkelerin borsaları ve siyasi tercihleri bu cinayete ortaktır. Bir ülkede istikrarın olup olmayacağına, hangisinin işgal edilip edilmeyeceğine karar veren bu sistemin (kapitalist) ihtiyaçlarıdır. Krizden çıkış yolu silah ve ilaç sanayisinde ki tüketimdir. Şimdi üçüncü bir güç olarak gıda da girmiştir. Her ülkede tüketilecek gıda üretimi yapan firmaların ihtiyaçlarına göre yeni hastalıklar, obezite gibi kavramlar üretilecek ve insanlara yeni yeme alışkanlıkları sağlık adına önerilirken, aynı zamanda yeni tüketim yolları da açılacaktır. Denizin ortasında olan ve batma tehlikesi yüksek olan mültecici birinin hayallerini bile işte bu dünya tekelleri belirleyecek ve onların içsel yol göstericiliğine hizmet edecek. Sömürge ve kapitalist ülkelere göç bilinçli bir şekilde yönlendirilirken, ulus devlet içinde oluşan düşmanlık güdüleri sayesinde yapmış oldukları işgaller ve savaşlara meşrutiyet kazandırmaktalar. Göçmenlik ve mültecilik ulus devlet içinde kamuoyu oluşturmak için bir araçtır, sistemi ne tehlikeye sokabilir ne de etki yapacak kadar büyük nüfus hareketine izin verilir… Akdeniz ve başka denizlerde batan gemiler ve içinde ki insanlar sadece rakamdır, o rakamlar ise hiçbir vicdanı rahatsız edecek konuma gelemez... Sistem bu batan gemiler ve nüfus hareketleri sayesinde kendi çıkarına rüzgar estirmekte ve ülke içinde kamuoyu oluşturmak için PR çalışmasında kullanılmaktadır.
Gün geçmeyecek batan gemideki insanlar için…
Bugün mürteciciler varsa ve ülkeden ülkeye geçmeye çalışıyorsa, bu cinayette hepimizin bir parmak izi olduğunu unutmayalım, çünkü bu sistem yaşıyorsa ondan faydalandığımız ve rahatımızın bozulmaması için göz yumduğumuz içindir.
Hepimiz bir anlamda elini kana bulaşmadan eline kan sıçramış katilleriz, kapitalist sistemde yaşamaktan memnun kaldığımız sürece…

İsmail Cem Özkan