1 Mayıs 2015 Cuma

İstanbul Türkiye’dir!

İstanbul Türkiye’dir!

1 Mayıs geçti, arkasında gaz bulutu ve acı bırakarak. Her sene bir Mayıs yaklaştıkça gazetelerde önce sendika başkanlarının demeçleri, arkasından vali, başbakan ve yetkili yetkisiz kişilerin sözleri... Bir inatlaşma havası verilir. Arkasından “her yer taksim, her yer direniş!” denir ama taksim her sene (yasaklar geldiği günden beri) ulaşılmaya çalışan bir nokta olur. Olmasının tarihi nedenleri vardır, olmaması zaten anlamsızdır. İşgal altındayken bile izin verilen meydan da 1 Mayıs kutlamaları, işgal sonrası uzun bir süre hiç izin verilmemiş, yetmişli yıllarda tekrardan işçiler meydanlara çıkmaya başlamışlar. İşçilerin bir daha bu meydana gelmemesi için, ülkede darbe için koşulların tekrardan hazırlanması için kontrgerilla provokatör bir eyleme imza atmıştır. Kitlenin üzerine silah sıkmıştır. Silahların patlaması ile meydanda panik hakim olmuş ve bu panik koşulları altında meydana panzerler girmiştir. Panzerler ortamı daha da karmaşık hale getirmiş ve insanlar can havli ile kaçmaya başlamış ve kaçış yolu olarak Kazancı Yokuşu kullanılmıştır. Düzensiz kaçışın etkisi ile insanlar Kazancı Yokuşu’nun girişinde ezilerek hayata veda etmişlerdir. Bu olay sınıfa verilen bir gözdağıdır. Korkutmaktadır. Taksim sınıfın meydanı olmuştur o olay ile birlikte. Korkunun sökmediği, birlik ve beraberliğin sembolüdür. Sınıfını nefes aldığı ve sözünü haykırdığı yerdir. 

Taksim ve çevresinde yaşananlar aslında bize başka şeyi gösteriyor, çünkü burada ne yaşanırsa yaşansın ülkede başka yerde 1 Mayıs olmamış gibi algılanır ve yaşananlar her daim gündemin ilk sırasına fırlar. Bu tesadüfen mi böyledir? Elbette değil, çünkü İstanbul Türkiye’nin kendisidir ve burada ne olursa olsun Türkiye’de olmuş gibi algılanır ve Türkiye olarak yorumlanır. Ülke İstanbul’dur, İstanbul ülkedir. Ülkemizde rejim değişikliği yapılırken isim değişikliği yapılacaksa ülkenin ismi şimdiden hazırdır. İstanbul!

İstanbul çarpık sanayileşmenin sonucu dünyanın önemli nüfus yoğunluğu olan metropolitenlerinden oldu ama şehirleşemedi, çağdaşlaşamadı. Yağmalanan ve sürekli yağmalanan bir şehir özelliğini hep korudu. Kurulduğu günden bu güne kadar kaç defa yağmalandığının hesabı dahi yapılamayan bir şehir olma özelliğini bugün de korumaktadır.  Yağmalan şehir aynı zamanda yağmalanan ülkedir.

İstanbul’da bir gaz bulutu yükselse ülkede başka yerde biri kanser olur, çünkü İstanbul o kadar etkilidir ki ülkenin gündemine, hangi şehirde yaşadığınızın önemi yoktur, başınızdan her türlü felaket gelebilir ama İstanbul kadar gündeme düşemez. Bunun nedeni sadece sanayinin burada olması değil, sanayi ile göbekten bağımlı olan basının bugün ki geniş anlamı ile medyanın da burada olmasının getirmiş olduğu bir sonuçtur. Medyanın her ne kadar başka yerlerde (taşrada) yerel büroları bulunmuş olsa da o yerelden gelen haberlerin medyada yansıması yok denecek kadar azdır, popüler bir şarkıcının külotunun gözükmesi (frikik diyorlar) o haberin üstünü rahatlıkla örtebilir. 

İstanbul sanayinin ilk defa ülkeye girdiği noktadır, aslında sanayi dediğimiz şeyi de azınlıklar getirmiş ve azınlık kutsal kitaplarını basmışlar, azınlıklar için kutsal şeyler üretmişler. Önce yerli malı, üretici ve el işçiliğini korumak adına gavur icadına karşı güvensizlik ve korku hakim olmuş ama bu korkunun ecele faydası olmamış ve zorunlu olarak sanayi Müslüman ahalisinin de yararlanacağı konuma dönüşürken, sanayinin aslında ahaliyi nasıl bir arada ve disiplinli şekilde tutacağının da ip uçlarını el yordamı ile zamanın iktidarı öğrenmiş. İktidar için gerekli devlet yapısını kurmak için Almanya’dan uzmanlar getirtilmiş, önce ordu ıslah edilmiş, arkasından toplum! Padişah kendisine karşı yapılan her türlü darbe girişimini önlemek adına yıllardır yürürlükte olan kardeş katilini rafa kaldırmış ama ortadan kaldırmamıştır. Kontrol edilebilen halkı yönetmek kolaydır demişler ve istibdat döneminde jurnallere ehemmiyet verilmiş ve her birey bir anlamda jurnalci yapılmış. Jurnalci olanlar öncelikle rakiplerini jurnallemişler, rakipleri de gidip jurnalci olmuş. Bir kargaşa oluşmuş. Yıldız Sarayı jurnaller ile dolmuş ama bu işin altından Alman aklı da kalkamamış, jurnaller ile ayakta kalan padişah ülkemizin ilk darbesi ile sürgüne gönderilmiştir. Tarihte bir padişahın ilk sürgünü bu sanayi ürünlerinin ülkede kullanımı, üretimi ve yeni devlet yapısının sonucu olarak ortaya çıkmış. Her şeyin bir bedeli vardır, bizim topluma o bedel darbe olarak siyasi yaşantımıza kalıcı olarak miras kalmıştır. 

İstanbul, metropol, gökdelenleri meşhur şimdi, eskiden Galata Kulesi ile övünürdü, bugün gökdelenlerin gölgesinde kaldı. Galata aynı zamanda paranın sahiplerinin hüküm sürdüğü yerdi, yağmalamalar sonucunda Galata bu özelliğini kaybetti, şimdi paranın hükümdarları gölgeler altında özel koruma altındalar. Paralar bankadan daha çok ayakkabı kutusunda kontrol dışı tutulmakta olduğu dedikodusu her yerde yayılmaktadır. 

İstanbul değişti. Değişmeyen tek şey Galata bıçkının, zaptiyesinin yerini başkaları aldı. Batıdan gelen demokrasi ve devlet yapısı içinde kul olanlar vatandaş oldu ama eski özelliklerini kaybetmediler, her ne kadar kağıt üzerinde değişmiş olsalar da. Vatandaşın hakları bir kul kadardır. Birileri isterse gösteri yapma hürriyeti var, birileri isterse gaz yeme özgürlüğüne dönüşür. 

İstanbul son yıllarda gaz bayramı yapar hele geldi. Belirli tarihlerde sözleşme imzalanmış gibi buluşulur, gaz atan gaz atma zevkinin doruğuna ulaşır, öte taraf ise direnmenin keyfini çıkarır ve zapt edilmeyecek olan Taksim bir anlık da olsa zapt edilir, dayaklar eşliğinde göz altına alınırlar.  Aslına bakarsanız Taksim her gün aynı kalabalığı üzerinde yaşıyor, istiklal Caddesi gülük nüfusu 3 milyona ulaşmış durumda. 1 Mayıs’ta Taksim meydanına o kadar insan gelmiş olsa rahatlıkla taşıyacağı aşikar olmasına rağmen, birileri kendi gücünü devlet gücü ile birleştirip, eziyet çekenlerin vergileri ile bir güzel gazlatıyor, dövdürüyor, birileri de bu sahneleri ekranlar aracılığı ile gördüğünde efendimiz çok yaşasın, ayağımıza taş koyanların hak ettikleri ile buluşuyor diye şerbet bardaklarını yere saçarak içiyorlarmış… İstanbul gaz altında kaldı, gazlı bir parçalı bulutlu gün geçirdik. Ülkenin değişik şehirlerinde yapılan 1 Mayıs etkinlikleri adına uygun olmuş, bayram, bayram gibi kutlamışlar ama bundan kimsenin haberi olmamış, sadece katılanlar bilmiş... Gazlı, göz altılı ve orantısız güç kullanımlı bir Mayıs daha geçti… Randevuyu seneye yaptık, eğer iktidar değişmez ise… 

İsmail Cem Özkan