6 Mayıs 2015 Çarşamba

Şekerpare

Şekerpare

Bir tatlı ismidir ama aynı zamanda ismi kadar tatlı anıları olan bir Türk filminin adıdır. Şener Şen, İlyas Salman, Şevket Altuğ, Yaprak Özdemiroğlu … performansı ile hep hafızalarda kalmasının getirmiş olduğu bir samimiyet vardır. Elbette bu hissiyatın oluşmasında filmin sık sık ekranlara gelmiş olmasının da bir etkisi olabilir. Geçmiş Yeşilçam filmlerinde ki samimiyet, duygu yoğunluğu her türlü hataları yok eder gönüllerde yerini alırdı. Kalitesiz film kullanılmış, ses düzeni bozukmuş, ışık yanlış yerde yanlış açıdan verilmişin hiçbir önemi yoktur. Samimiyet, amatör ruh, amatör ruhun getirmiş olduğu aksaklıkların hepsi bir samimiyet içinde yok olur gider. Beyaz perdeye koşan insanların ana hedefinde gülmek, eğlenmek ve birazda kendi söyleyemedikleri hiciv vardır. Onu sanatçılar söyler, seyirci alkışlar. Hep birlikte söylemiş gibi için de kalmış bir öfkenin dışa vurumudur kahkaha ve alkış. 

Klasik bir Türk filminin sahneye aktarılması ve tiyatro perdesinin arkasından sahnede seyirciye ulaşması büyük bir risktir, çünkü her oyuncu, her rol, her konuşulan dil, hareket, mimik film ile karşılaştırılacak, filmin etkisi ile bir ön yargı ile bakılacak. Çünkü karşılaştırma yapacağımız elimizde koskoca bir film ve o filmin unutulmaz replikleri vardır. Engin Alkan sanırım kendisine ve yaptığı işe çok güveniyor ki böyle bir riski göze almış ve filmi bir müzikal seyirlik içinde sahneye koymuş. Koymakla kalmamış her bir noktasına kendi duygusunu, düşüncesini ve de yorumunu katmış. İyi mi yapmış, kötü mü onu siz de izledikten sonra karar verin, ben sadece kendi duruşumdan sahnede izlediğime yoğunlaşmaya çalışacağım, çalışacağım diyorum çünkü filmin etkisinden kurtulup oyuna bakabilirsem. 

Oyunun ilk sahnesi film ile sahnedeki arasında uyum ve benzerlikler. Sahnede oynayanlar ile filmde oynayanların karşılaştırması şeklinde geçti kafamda. Bir yanda Şener Şen, öte yanda Engin Alkan.  Nasıl anlatayım bilemiyorum ama her ikisi de kendi alanında bana göre muhteşem oyuncu, her ikisi de işinin ustası. Ustalar karşılaştırılır mı, asla! Ben ustaları karşılaştırmasına her zaman karşı gelmiş biriyim, çünkü artık usta olmuştur. Ustanın üstü olmaz! Her biri ayrı bir kişilik, ayrı bir davranış, düşünce ve bana ulaştırdıkları duygu yüküdür. Her biri kendi dili ile bana yaptığını sunar. Başkasının dili ile ustanın yaptığını ne yorumlarım, ne de karşılaştırırım. Ama nedense sahnede ve özellikle birinci sahnede işte ben karşı olsam da, karşılaştırmayacağım desem de ister istemez beynim benim emrimi ve arzumun dışına çıkıp karşılaştırdı. İyi mi yaptı, bana sorarsanız benim açımdan kötü yaptı, çünkü eğlenmek ve alkışlamak için oturduğum koltukta benim eğlencemi, alkışımı engelledi, sahnede yer alan ustanın devleşmesine olanak sunmadı. Evet, birinci sahnede usta bir oyuncu var, hem yönetiyor hem de oynuyor. Üstelik samimi içten seyirciye ben bu rolü oynuyorum diyerek ve rolünün zorluluğunu seyirciye ve sahnede yer aldığı oyuncu arkadaşları ile anın zorluğunu paylaşmasına rağmen filmin etkisinden kopamadım.  Bu durum beynimin bana hükmüdür ve beynim ve beynimin arkasında yatan geçmiş ön yargıların kötü bir oyundur. Evet, muhteşem bir müzikal yapılmış, sözleri, yorumları, müziği ile bir bütünlük sergileyen bir samimiyet. Işık, ses, dekor… Dekor denilince Barış Dinçel ustanın hakkını da burada hemen söz etmek gereklidir, çünkü öyle bir sahne planlamış ki muhteşem! Evet, tek kelime ile muhteşem, çünkü oyunda hiçbir kopukluk yaşanmasına olanak vermeyecek şekilde hareketli, sahne geçişlerinde gözü yormayan, izlemeyi zorlaştırmayan ve de oyuncuya rahat etme hakkını sunan bir sahne.  Engin Alkan’ın işte bu işe girmesinde ve riski göze almasında ki şansı Barış Dinçel olmasıdır. O olmasaydı sanırım u oyun sahneleye böyle rahatlıkla konulamaz ve seyircinin karşısına çıkamazdı diye düşünüyorum. İkinci yardımcı ve ana unsur olarak müzikler. Müziklerin canlı performansı ve gerek müzik odasından banttan (artık bant kalmadı ama biz bant diyelim yine de.) boşluk olmadan akıcı şekilde sunumu sahnede oyuncuların biraz daha devleşmesine katkı sunmuştur. 

İkinci sahne ile sonunda beynim bana özgürlük sundu ve film ile karşılaştırmayı bıraktım. Sonunda kim kimdir, ne yapıyor, kim oynamıştı araştırmasını bıraktı ve bana dedi ki bu andan zevk al, gönlünce eğlen. Ben de beynimin sözünü tuttum ve eğlendim. İnsanlar söylemediği sözü, yapamadığı hareketi başkasının yapmasını bekler ki, riske girmeden, tepkileri çekmeden, söz olur da söz söylerim korkusuna kapılmadan hem de eğlenerek olmasını çok ister. Sanırım bu işi de sanat insanlık tarihinden beri yerine getiriyor. Eğlenirken hiciv eden, söz söylerken sanki kendisi söylememiş rolü öyle olduğu için söylemiş gibi yapan, üstelik zamanın ruhuna uygun eleştiri yaparken sanki geçmiş zamanların ruhu gelmiş de o geçmiş zamana ait eleştiri yapıyormuş gibi yapan göndermeler muhteşem bir duygu yoğunluğunu alkış ve kahkaha ile ortaya sermesidir. Sanatta kimse aslında riskli olacak söz söylemiyor hem de çok şey söylüyor. Bu durumda ne padişah ne de kral kızabiliyor ama gönderilen iğnemeleri anlıyor. Sanatçıyı kontrol etme gayretine girilen yerde sanat, sanatçıya her şeyi söyleme hakkını tanır. Sanatçıda bu hakkını sonuna kadar tercih ettiği replikler ile ortaya serer. 
Engin Alkan çağının ruhuna uygun rahatsızlıklarını geçmişin bir zaman diliminin çağından günümüze yansıtıyor. Galata Karakolu, ahalisi, esnafı, arka sokakların nadide evi çevresinde ve devlet ile ilişkisini de kayın babasının duruşu ile sergilemektedir. Devletin kulağı sağırdır, işine geleni işine geldiği gibi yorumlar ama kendisine zarar geldiği an isterse canından çok sevdiği damadı olsun rütbesini alır, ayak takımından gördüğü bekçiye bile verir. Gücü elinde bulunduranın tercihi sorgulanmaz, çünkü güç her zaman menfaati beraberinde getirir ama bir bekçi saflığı ile menfaatin önemi ortadan kaldırılarak sanki özlem duyduğumuz gelecekten bir mesaj gelir ve o mesaja alkışlar ile destek sunarız. 

Yazı fazla mı uzun oldu, ne yapalım efendim oyunda 3 saat kadardı. Üç saatlik oyun yine az cümleler ile anlatmaya çalıştım. Gidin, görün ve de eğlenin. Eğlenirken sizin söyleyemediklerinizi bir güzel oyun içinde söylendiğini duyacaksınız. Alkışlarınızı eksik etmeyin, yanında garnitür olarak kahkahalarınızı sunun ki sahne ve seyirci birleşsin... Ben keyif aldım, eğlendim, mesajları da aldım. Beynim bana izin verdi ve doya doya seyrettim. Size de umarım nasip olur…
İsmail Cem Özkan


İstanbul Şehir Tiyatrosu
Yazan: Yavuz Turgul
Uyarlayıp Yöneten: Engin Alkan
Dramaturg: Sinem Özlek
Sahne Tasarımı: Barış Dinçel
Kostüm Tasarımı: Duygu Türkekul
Işık Tasarımı: Cem Yılmazer
Koreografi: Senem Oluz
Müzik Düzenleme: Burçak Çöllü

Oyuncular
Engin Alkan, Uğur Dilbaz, Dolunay Pircioğlu, Aybar Taştekin, Tanju Tuncel, Pervin Bağdat, Zeynep Göktay Dilbaz, Zeynep Çelik Küreş, Yeşim Mazıcıoğlu, Ümit Bülent Dinçer, Yağmur Damcıoğlu, Aslı Menaz, Berfu Aydoğan, Cem Baza, Cafer Alpsolay, Volkan Öztürk/Onur Demircan, Çağlar Ozan Aksu, Ercan Demirhan, Emre Çağrı Akbaba