8 Ağustos 2015 Cumartesi

Seçim mi, referandum mu?

Seçim mi, referandum mu?


Ülkemiz yakın tarihi içinde kırılma noktası olan 12 Eylül’den bu yana onun yaratmış olduğu bir çok kırılma yaşadık ama hiç biri sistemin ve rejimin yönünü değiştirmeye yetmediği gibi, darbe sonrası planlanan yolda daha istikrarlı bir şekilde yol almaya devam ediyoruz.
12 Eylül rotasını Ortadoğu bataklığına ve dinlerin çatışma noktası olacağı BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) içinde yer alacak şekilde evirildik. Bu evirilmemizde iç dinamiklerden daha çok dış dinamiklerin istemleri ve yönlendirmesi etkili olmuştur. Dış dinamikler ülkenin yeniden düzenlenme süreci zamana yayarak ve sinsice var olan rejimin tabanını boşaltı, obruk tabanı gibi 12 Eylül karanlığına bizi bırakıverdiler.
Ülke delikten aşağıya bırakılırken, yerini ikame edecek olan yeni bir devlet yaratılma süreci yaşadık. Bu sürecin içinde devletin koruma mekanizmalarının tek tek zayıflatılması ve yerine yenilerinin ikame edilmesi sürecini olayları izlerken farkına bile varmadık. Susurluk geçmiş ile hesaplaşma olarak önümüze konulurken, aslında gelmekte olan için açılan bir yol olmuştur. Bugün kazaların artık içeriğine değil, kaç kişinin rakamsal olarak bilgisine sahibiz! Kazaları kimler yapar sorgulamak yerine, kader çizgimizin falına bakar gibiyiz! Ülke olarak ve geleneğimizde yer alan birikimlerimiz bizlere kazalardan ders almamayı öğretmiştir. Bir birine benzer kazalarda binlerce insanımızı kaybederiz ama önlemi dışarıda her hangi bir ülkede alınmasını ve bize dayatılmasını bekleriz.
İç dinamiklerimizin tarih çizgisi içinde verilmiş rolleri iyi bir şekilde oynayan oyunculardan oluşmaktadır. Her ne kadar ellerinde senaryo bölüm bölüm verilmiş olmasına rağmen, bazı oyuncular yetenekleri ölçüsünde doğaçlama girişimlerde bulunmaya kalktıklarında kulağının çekilmesi gerekmektedir. Dış dinamikler kendi senaryolarına göre rolleri bitenlerini delikten aşağıya bırakıp, tarih çöplüğünde kaderi ile bir de emekli maaşları ile baş başa bırakır. Delikten aşağıya bırakılanların tarih içinde yeniden sahneye çıkması bizim gibi dış dinamikleri ile yönünü bulanlar için zordur!
Yıllardan beri bizlerde oynanan oyunun ve figürlerin değişimini anlatan şey seçimlerdir. 12 Eylül gününden bu güne kadar seçimler referandum özelliği göstermiş, sürekli bir şeylerin yapılmamasını veya yapılmasını onaylayan biçimde olmuştur. 12 Eylül sonrası ilk seçim boğaz köprüsünü satılıp satılmaması üzerine olması tesadüfi değildir. Liberal ekonomi doğal olarak liberal siyaseti yaratacaktı ve liberal siyaset ise karma devlet sisteminde üretilen devlet için tüm artı değerler veya rant alanı olacak alanların özelleştirilmesi adına birilerine peşkeş çekilip yeni sermaye birikimini ve grubunu yaratacaktı. Yarattı da!
Onu izleyen her seçim de (konular değişmiş olsa da) referandum özelliği gösterdi. Faşist rejim altında öyle olması da doğaldı.
Referandum şeklinde yapılan en son seçim de başkanlık üzerine olmuş ve bu ülkede başkanlık sistemi görünen zaman dilimi içinde rafa kaldırılmıştır. İlk defa rejimin sahibi gözükenler açıkça yenilgi ile karşılaşmıştır. Bu yenilgi başka bir konuyu referandum sürecinin başlamasına sebep oldu. Savaş!
Önümüzde seçim sonunda geldi, dayandı; iki şeyi seçmemizi istiyorlar savaş – barış!
Seçmen bu sefer iki şıktan birini seçmeye zorlanacak ve kazanan ona göre siyasi rotasını belirleyecektir.
Geçmişte bir başbakan adayı kanlı mı kansız mı olacak bilemem ama biz geleceğiz demişti!
Seçim ile tarihte ilk defa bir savaş rejimi kurulmuş olmayacak, daha öncesi Almanya örneği hala belleklerde canlı olarak durmasını sağlayan filmler gün be gün ekranlara getirilmeye devam ediliyor.
Savaş kabinesi olan ülkeler rejimlerini savaş ile devam ettiriyor, başka ülkelerde iç savaşlara da müdahil oluyorlar.
Faşizm kan ile beslenir ve savaş onlar için krizden kurtulma ve iktidarını daha uzun süre homojen şekilde yönetme olanağı verir.
Savaş koşulunda kimse ekonomiyi, ölen çocuklarını, yapılan soykırımları, savaş suçlarını filan düşünmez.
Ölmek ile yaşamak arasında bırakılan insan vahşileşir ya mülteci olur, ya da nefer...
Önümüzde ki seçim savaş isteyenler ile barış isteyenler arasında olacak.
Savaş isteyenlerin hedefi belli, kime karşı nasıl savaşılacağını zaten yıllardır yapılan yönetmeler ortada. Ders alınmamış kan gölünü kan denizine döndürmek üzerinedir.
Barış isteyenler savaş isteyenlere göre işleri daha zordur, çünkü barış kelimesinden her siyasi oluşlum durduğu konuma göre anlamlandırmakta ve ona göre strateji izleyecektir. Bu da barış isteyen bloğun elini zayıflatacak ve savaş isteyenler karşısında daha güçsüz görülmesine sebep olacaktır. Çünkü ülkemizde adı konulmamış bir etnik temelli iç savaş koşulu varlığını korumakta ve her gün ülkenin değişik coğrafyalarına bayrak sarılı genç insanların bedeni gitmektedir. Acı düştüğü yerde karşı gücünü yaratmakta ve intikam duygularını alevlendirmektedir. İntikam duygusu mantıklı düşünmeyi ortadan kaldırır ve duygusal tepkiler de toplumun dağılmasını ve bölünmesini hızlandırır…
Sonuçta eğer savaş bloğu kazanırsa ne yazık ki ülkemizin üzerine çöreklenmiş karabulut artık gücünü fırtına olarak göstermesi, kan ile toprağı sulamasını yaşayarak göreceğiz. Barış isteyen bizleri ise ne yazık ki fırtınanın yaratmış olduğu girdap içinde savrulmamızı ve o güce karşı olmayan silahlı gücümüz ile barış için savaşmak düşer...

İsmail Cem Özkan