4 Eylül 2015 Cuma

Savaşı durdurun!

Savaşı durdurun!


Mülteci sorunu ancak savaş bittiğinde ortadan kalkar, savaş olduğu ve devam ettiği sürece mülteci kavramı ile yakinen tanışacağız. sokaklarımız, şehirlerimiz, parklarımız savaş kaçkını insanlar ile dolması, el açan insanların her an size anlamadığınız bir dilden bir şeyler söylemesi başlarda şaşırtıcı gelecek ama zaman içinde kanıksayacağız. Çünkü savaş olan ülkeden gelen insanlar sınırları aşarak kendilerini daha güvenli ve yaşayabilecekleri ortam ararlar, gittikleri ülkenin içinde yaşayacakları alan yaratırlar ve yaşarlar.
İnsan için her şeyin önünde önce yaşama hakkıdır, daha sonra seyahat, çalışma, eğitim alma… kısaca insan haklarında yer alan her hak mülteciciler içinde talep edilmeye başlar. Çünkü artık onlar geçici değil, savaşın uzamasına göre kalıcı, hatta bizden birileri de olabilirler. Savaşlar biter ama mülteci yaşamı göçmen yaşama dönüşür ve kendi dünyaları içinde etnik oluşan bir pazarın içinde yaşamaya devam ederler. Hatta ileride gelecek olan mültecilileri büyük olasılıkla istemeyecekler, tırnakları ile kazdıkları serveti paylaşmak ve yaşam standartlarını düşürmek istemeyeceklerdir. Bir ülkede yabancı düşmanlığı mülteciciler ile ortaya çıkmaz ama artar, bu artış dönemleri olağanüstü koşulları temsil eder. Bu koşullar içinde gelen her mülteciye karşı yerli halk kadar göçmen halkta düşmanlık besler ve yaşadıkları ülkeden gitmelerini isterler.  Düşman görünürken, düşman görmeye başlar göçmenler…
Savaş artı değer olan her yerde vardır, o yüzden savaşın tarihi insanlığın artı değer üretebildiği zamandan beri vardır. Zenginliğin olduğu yerde fakirlik, çalışmanın olduğu yerde yağmanın olması tarihin bize fısıldadığı gerçeklerdir. Artı değer zenginlik yaratmadığı zamana kadar da bu böyle gidecek! Zenginleri fakirleştirmeden, fakirleri zenginleştirip onların seviyesine çıkardığımızda savaş ortadan kalkacaktır. Savaş, devlet mekanizmasının ortadan kalması ile tarihin çöplüğüne bir daha doğmamak için atacağımız zaman artık bu yıkımları konuşmayacağız!
Savaşı devlete ihtiyaç duyduğumuz sürece konuşacağız, her dönemde de mülteci olacak, ölenler olacak, katliamlar kaçınılmaz olarak kendisini gösterecektir. Düşman ve kurban sürekli değişecek ama devlet için ölüm her dönemde kendisini kitlesel ya da bireysel olarak hissettirecektir.
Savaş ve yarattığı sorunlar her dönemde farklılıklar ve kendisine özgü sorunları da beraberinde taşımıştır. Her savaşın özgün koşulu olduğu için bir birleri ile nedenleri ve sonuçları ile karşılaştıramayız, çünkü hızlı bir şekilde ilerleyen kitlesel imha silahları ve üretenler her dönem için çıkarları gereği başka senaryolar ile karşımıza çıkacak ama sonuç hep aynı olacaktır. Ölüm! Kan toprak ile sulanacak ya da bir kaldırama insanın gölgesi sonsuza kadar kalacak şekilde kendisi buharlaşacaktır.
Savaş yeniden kapımızda, hatta sahillerimize sonuçları vurmaya başladı. Ülkenin her yeri mülteciciler ile yüzleşmekte. Sınır kapısından geçenlerin önemli bir bölümü batıya göç etmeye ve orada kendilerine uygun bir yaşam kurma savaşının ilk adımlarını atıyorlar. Bu mülteci dalgasına değişik kesimlerden değişik tepkiler gelmeye başladı. Avrupa’da siyai otoriteler farklı, halkı farklı tepki vermeye ve işin çözümü için adım atmıyorlar, sadece geçici çözüm yolları ile günü kurtarma telaşı içindeler.
İnsanlık tarihi içinde bu kadar kanlı bir göç dalgası hiç olmamıştır. Kitlesel olarak savaştan kaçanlar Akdeniz sularına gömülüyor ve yok oluyorlar. “No Name” adı verilen bir gündemde, isimsiz insanlar yok oluyor. Akdeniz’in güneyinden ve doğusundan kuzeye doğru bir göç dalgası günlük yaşam içinde artık görünür oldu ve ölümler kanıksanmaya başlandı. Libya açıklarında büyük gemilerin içinde kitlesel ölümler artık sıradan olay olmuş, gemiyi batıran kaptanları yakalama telaşına düşülmüş. Elbette gümrüklerden geçen hiçbir şey devlet bilgisi dışında değildir. Yasal ya da yasa dışı kabul edilen her şey istatistiğin bir rakamıdır.
Avrupa’da yaşayan bir bölüm eski mülteci, şimdilerin göçmenleri gelenlere karşı hoşgörüsüz davranırken, bir bölümü de sınırları açın diye bağırmaktadır. Fakat bu çıkışlar sorunu tam olarak tanımlamamakta ve geçici ve acil çözüm olarak önümüze getirilmektedir. Her iki tavır bana göre yanlıştır, çünkü savaş devam ediyor ve savaştan beslenen batı ülkeleri isterlerse savaşı durduracak güçleri vardır ve o güçlerini kullanmaları için baskı gurubu kurulmalıdır. Savaştan gelen refahı istemiyoruz, savaşa hayır!
Mültecicileri oluşturan koşul olan savaşı durdurun!
Batı dünyası (emperyalist devletler) savaşın kazanan tarafında, savaşın yükünü çeksin demek güzel ama insanları yerinden alıp başka yere götürmek insanlık dramıdır. Savaş koşulları içinde kara paranın (Avrupa için ) harekatı kontrollüdür, kontrol dışı emperyalist devletler için tehlike çanının çalmasını anlamına gelir ki, bu riski göze alamazlar. (istihbarat bu işin kullanılır). Sınır geçişlerinde (ne geçerse geçsin) ülkelerin güvenlik birimlerinin haberi olmaması diye bir şey olmaz... Yani karanlık noktalarda yaşanan dram, trajedi birileri için gelir kaynağı ve korkuyu yayma aracı oluveriyor…
Sınırları ortadan kaldırın! Emperyalist savaşa ve emperyalistlerin oluşturduğu sınır çizgilerine hayır!
Avrupa halkları bu mülteci akımı karşısında nasıl bir tepki vereceği birileri önceden planlamış ve beklentiler yönünde iç kamuoyu oluşmasını bekliyor. Yabancı düşmanlığı İslami fobi kavramları bu sürecin sadece adlandırılmış halidir.
Avrupa beklentisi karşısında İslam ülkelerinden gelen mültecicilerin de başka amacı göç sırasında ‘Kızıl Haç’ yardım kuruluşu tarafından verilen yardımları ret eden bir kesimin olması başka hesaplarında olduğunu ilan ediyor... Evet, cihat mülteciciler tarafından gavur ellerinde başka bir yöntem ile kutsal amaçlar için hayata geçiriliyor...
İşgal savaş ile değil, savaşın sonucu göç ile de olabilir.
Beklenmeyen bu durum ve sonuç karşısında Avrupa devletleri nasıl bir tavır içinde olacak? Çünkü El Kaide ve 11 Eylül tecrübesi henüz unutulmuş değildir. 
Avrupa Ortadoğu’da enerji kaynaklarına göz dikerken, kendi içinde başka şeyleri kaybetme ve halkına sunduğu hayat standardını kaybetme ile karşı karşıyadır.
Yaşadığımız sürecin net bir tarih çizgisi yoktur, iç içe geçmiş ve ilişkiler de bu geçiş içinde fluğdur...
Evlerimizde şimdilik gözlemciyiz bu yaşanan trajediye, fakat savaş ateşi sınır tanımaz, birden bizler de mülteci olabiliriz...
Savaş durdurulsun, halklar savaş nedeni ile göç etmesin!
Emperyalist savaş ve onun sonuçlarını durduracak gücümüz ne yazık ki bugün ki örgütlü yapımız içinde yok! Ama bu yok olanı ortadan kaldıracak ve imkansızı isteyebiliriz...
Emperyalist savaşa hayır!
Emperyalistler tarafından çizilen yapay sınırlara hayır!
İsmail Cem Özkan



2 Eylül 2015 Çarşamba

İçim daralıyor…

İçim daralıyor…

Suriye’de savaşı başlattılar, sahillerimize artık çocuk cesetleri vurmaya başladı.
Sahile vuran çocuk cesedine içimiz acıyarak bakmak zorundayız, yaşanıyor...
Sahillerimize kaç çocuk vurdu belli değil...
İzliyoruz...
Ruhumuz daralarak...
Yalanlar ile çevrili olan yaşam alanımızda artık vahamız ve sığınacağımı yerde kalmadı...
Mülteci yolda ölüyorsa, birisi bunların üzerinden para kazanıyor demektir...
Batan ülke ekonomisine, çöken turizm sektörüne taze kan olsun diye büyük olasılıkla lüks otellerin limanlarından batıya botlar kaldırılıyordur...
Artık hangisi gerçek, hangisi yalan bilemez olduk ama tek bildiğim sahilimize çocuk cesedi vuruyor, ellerimiz bağlı sadece ama sadece izliyor ve gözlerimiz kapatıyoruz...
Bizim çocuğumuzun başına gelmemesi için belki dua ediyoruz...
Savaşta bir koyup üç alayım diye düşünenler, ölenleri birer rakam olarak görme eğilimindedir. Orada bin insan ölmüş, milyon insan ölmüş onların umurunda değil. Irak işgalinden bu güne kadar Irak denen ülkenin topraklarında kaç milyon insan öldü, kim hissedebildi savaşta ölenlerin yakınlarının acısını, bizden uzaktı ve ekranlardan Bağdat’ın vurulmasını izlerken yılbaşı partisi yapılıyor diye bakanlarımız oldu. Patlayan her bombadan bir çocuğun ödü patladığını, her annenin ağıtlar ile zılgıt çektiğini kimse duymadı. O cinayeti bir sağır, bir kör duydu, bizler sadece gülerek ekranlardan baktık.
Hissetmedik, işgalin neler getirebileceğini. Duyumsayamadık, işgal edilen ülkede acılar içinde yaşanan gerçekleri.
Ülkenin diktatörüne verdiler gazı, attılar başka ülkelerin topraklarına, sonra iktidar gücünü korumak adına, üniter devlet adına, homojen ulus devleti kurmak bahanesi ile kendi ülkesinde yaşayan ve öteki gördüğü Kürtlerin, Şiilerin üzerine bombalar attı, katliamlar yaptı. Gazı verenler, bu ileri gitti deyip iktidar koltuğundan hemen almadı, daha fazla işkence, daha fazla acı çekti orada yaşayan haklar ve artık yeter derken işgal edenlerin çıkarına dokundu ve işgal başladı!
İşgal mülteci kapıların açılması demekti...
Savaş mültecililik ile eşit kelimedir.
Savaştan kaçanlar sığınmak ve güvende olmak için batıya göç ettiler.
Çünkü batı ışıltılar içinde, dünyanın en refah ülkesiydi…
Çekici özelliği vardı.
Savaş öncesi insanlar gitmek isterdi belki ama hayat kavgası kimseyi mülteci yoluna düşürmezdi.
Savaş, büyük yıkım olduğu kadar gelir kapısıydı…
Savaştan nemalananlar savaşın ganimetlerini ülkesine götüren işgal güçleriydi…
Birde onların çevresinde olan sırtlan gibi yağmacılar… Kan emiciler, zora düşmüşlerin organlarını satın alıp batıda pazarladılar. Güzel kız ve erkek çocuklarını alıp pazarladılar. Boş kalan topraklara uyuşturucu ekip sattılar… Kara paranın oluştuğu yerde karaborsa oluşması kadar doğal bir şey yoktur. Paranın gücü ile her şeyi mubah, her şeyi yapacaklarını düşündüler ama kontrol altında olduklarını da gözden uzak tutmadılar, cesaretlerinin de bir sınırı vardı, o sınır batının çıkarıdır.
Her savaş işbirlikçiyi yaratır, mülteci yarattığı gibi.
Her savaşın mağduru ve mağdurluk üzerinden para kazanların olduğunu kulağımızın arkasına koyalım, çünkü mağdur denilerek duyguların sömürülmesi ve o sömürüden yeni bir ekonomi yaratıldığı da unutmamak gereklidir, çünkü paranın olduğu yerde her şey mubahtır ve o işleyişin kuralı yoktur. Savaş kuralları ortadan kaldırır ve kendisine özgü yeni kuralları yaratır.
Ortadoğu bugünün ve dünün sorunu değildir, fakat dünün sorunu bugünü kana bulamaktadır. 
Dün yaratılan savaşın sorumluları mutlaka ama mutlaka yargılanmalıdır.
Ortadoğu lideri hayali kuranlar, Sünni çoğunluğun rahatsızlığını ileri sürüp silah sevkıyatı yapanlar, mutlaka ama mutlaka bu çocuğun cesedinde parmak izi vardır.
Olay yeri incelemesi yapan kriminal daireler neden gerçek suçluyu yakalayamaz?
Neden, çünkü hepsi suçlu, hepsi o batan mülteci botunun içinde gölgeleri, korkuları, yaydıkları yalanları vardı...
Dünyanın hakimi olamadılar ama bir çocuğun katili oldular...
Çocuğun cansız bedeni sahilimize vurdu, batıdan tatile gelenler o sahilde beden dinlendirme eksersizleri yapmaya devam etti…
İçim daralıyor…
İçimden bir çocuk hıçkırarak ağlıyor…
Kan denizinde tatil yapmak ve denizde kulaç atanlar, o denizin balıkları insan bedeni ile beslendiğini hiç düşündüler mi?
Savaş, yanı başımızda!
Savaş sahilimizde!
Savaş ne yazık ki artık içimizde ve gözlerimiz kapatmış olsak da artık canımız acıyor!
Savaşlar son bulsun demek kolay!
Önemli olan savaş koşullarını yaratanların bir daha erk sahibi olmasını engellemektir…
Sahile vuran cansız çocuk bedenin de kimlerin parmak izi var?
O çocuğun bir ismi vardır mutlaka ama kimse bilemeyecek, çünkü o bir istatistik rakamına döndü, bugün sahilimize vuran bilmem kaç çocuk!
Ceset torbalarına konulacak ve gözlerimizden uzakta bir yerde, vatanından ve varmak istediği memleketten uzakta elinden çalınan hayalleri ile yok olup gidecek…
Unutacak mıyız!
Elbette!

İsmail Cem Özkan