29 Ekim 2015 Perşembe

Kötü kötüdür!

Kötü kötüdür!

Ülkemiz uzun süre yaşadığı kırılmalarına yeni bir halka eklemekte ve sürekli kırılma yaşamaktadır, kısaca kaos ve krizden kurtulamadan yeni kaos ve krizlerin kucağına oturmakta ve çözüm yolu bulamadan olayların etkisi ve sarsıntısı eşliğinde savrulmaya devam etmektedir. Çöl fırtınası içinde kalmış kervan gibi günlük ihtiyacını yolda gidermeye çalışmaktadır ve çöl fırtınasının yaratmış olduğu tahrişten kervan içinde kalan her toplumsal katman etkilenmektedir.

Ülkemizin en önemli krizi ekonomiktir, liberal ekonomi karma ekonominin yaratmış olduğu çürük alt yapıyı iğleştirememiş aksine var olan çürük da olsa geri kalmış teknolojisinin üstüne yeni bir şey koyamadan ‘özelleştirme’ adına satarak ortadan kalkmasına sebep olmuştur. Uluslar üstü sermaye kendi çıkarına uygun olarak evrensel planlarını katı şekilde uygularken, değişik coğrafyalarda montaj sanayisini geliştirerek, her koşulda ulusların bu montaj teknolojisine bağlı kalarak kapitalist sisteme daha uzun bağlanmasını sağlamak için alt yapı oluşturmaktadır. Her hangi bir coğrafyada ‘devrim’ ile sistemden kopma olduğunda montaj sanayisinin teknolojisini elinde bulunduranlar için doğal olarak devrim ile kopanlar sisteme her hangi bir tehdit oluşturmayacaktır.

Devrim ile sistemden çıkanlar teknolojileri elinden alındığında ve sistemin dışına düştüğünde daha ağır kaos ve kriz ortamında kalmasına neden olacak ve ışıklar içinde camekanlı sokakların yerini karanlık hakim olacağı varsayılmaktadır. Bu karanlığa hiçbir yeni toplum dayanamayacak ve Sovyetler gibi geri dönecektir! Montaj sanayisinin değişik coğrafyalara yayılmasının en büyük nedeni uluslara üstü sermayenin bu öngörüsü yatmakta ve korkusunu bu şekilde önlemeye çalışmaktadır.

Uluslar üstü henüz kapitalist sistemin yasaları kağıt üzerinde oluşmamış olmasına rağmen fiili olarak hayatın içindedir ve her firma belirli coğrafyaya bağlı olarak kalmadan paranın sürekli hareket olduğu bir alanda hayatta kalma yarışı vermektedir. Tröstleşme tehlikesine karşı sistem önlem alamadığı için devler arasında mücadele bir çok ülke ekonomisinin çökmesine kriz ortamında çırpınmasına sebep olmaktadır.

Kapitalist sistem ‘by by Lenin’ ve onun yarattığı sistem derken yenisini oluşturamamış, ulus devleti belki de olması gerektiği zamandan önce tarihin çöplüğüne bırakmaya çabalamış ama hiçbir yasası ve öngörüsü olmadan esen rüzgarın eşliğinde! Bu ‘Yeni Dünya Düzeni’ verilen dönemde ulusların ve uluslaşma sürecini henüz tamamlamamış toplumlarda sermaye birikimi komik bir görünüm almış ve her sermaye sahibi aslında var olan sistemin sadece taşeronu ve taşerona verilen kırpıntılar ile ayakta durmaya çalışan konumuna dönmüştür. Teknoloji üretmeyen her ülkenin sermayesi başka sermaye için sadece montaj ürün yapan bir yedek değnek konumundadır ve istenildiğinde hemen vazgeçilebilecek konumundadır.

Bizim gibi geri kalmış ülkelerin sermayesinin el değiştirmesi sadece dış güç olan uluslar üstü sermeyenin ihtiyacına göre olmaktadır. Yeni sermeye grubu ve işverenler dernekleri ancak hizmet sektörünün temsilcilerinden oluşmakta ve her an ortadan kalkacak gücü temsil etmekteler. Kısaca çöl fırtınası içinde çöl kumlarının hareketli olduğu yerde hiçbir zaman istikrar olamayacak ve istikrarsızlık sürekli krizin ana nedeni olacaktır.

Ülkemiz ‘Ortadoğu’ ülkesi olmasını tercih edenler buna uygun siyasi figürleri toplumun üzerine asmış ve onların kaprisleri ve öngörüsüz maceraperest ruhlarına uygun hava vererek tüketim toplumunun her türlü ihtiyacına uygun olarak tüketici, eğitimsiz ve sadece tüketmeye güdülenmiş bir toplumsal düzen inşaat etmiştir. Bu tercihe elbette sadece ekonomiyi ve toplumsal katmanları etkilemedi, toplumsal kademeler arasında ilişkileri de etkilemiştir. Geçmişte belirli bir ideali savunanlar bu dönemde ideal olanın daha fazla para kazanmak ve parası olanın gölgesinde söz söylemek olduğu keşfetmiş ve her türlü hareketin ‘geçmişte kalacağı’ ve ‘sorgulanamayacağı duygusu’ hakim olmuştur. Bu elbette ahlakı ortadan kaldırmıştı. Kendi bacağından asılan koyun gibi kasabını bekleyen birer kurbanlığa dönüştüğünü farkına bile varmayan kişilikler ve bireyler ortaya çıkmıştır. Geçmişin hesabını vermeyen ve gününü gün eden bireyler. Elbette bu işte de gözü açıklar ve saflar olacaktır, ama ‘Yeni Dünya Düzeni’ saflar için kapılarını çoktan kapatmış, onlar olsa olsa kapı kulu olacaktır.

12 Eylül bizim ülkemizin rotasının değiştiği en önemli kırılma tarihidir, o tarih ile liberal ekonomi ve onun ürünü olan liberal düşünce ülkemize sola küfretme ile kendisini tanımlamış ve geçmişin tüm sol değerlerini piyasa koşullarında alınıp satılan ve geçmişin anılarının pazarlandığı ortama dönüştürerek elde viski, piyano sesi eşliğinde yağmalanmış boğaz görüntüsünde ‘günlük’ yaşayan ve geçmişin tüm değerlerini paraya döndüren ve geleceğin de parası olanın parası kadar yaşayacağı bir düzen olduğunu öngörüsüne göre parası olanın yanında ya kapı kulu ya da sözcüsü olarak varlığını konumlandırmıştır.

Sol liberal adı verilen ve bireylerin öne çıktığı bu süreç ile ülkemiz içinde ‘yaşanan’ adı konulmamış ‘savaşın’ sonuçları kısa sürede kendisini göstermiş, homojen gibi görünen toplumun aslında homojen olmadığı ve gözlerimizden kaçırılan bir çok ayaklanmanın ve katliamın yaşandığı geçmişi olan kapalı bir cumhuriyete sahip olduğumuz gerçeğini toplumun tüm katmanları anlamıştır. Resmi tarih ile eğitilenler bu yeni sürecin sert rüzgarından ‘savrulmuş’ uç noktalarda görüşlerini savunurken ve karşılıklı cepheleşmeye gitmiştir. ‘Vesayetten kurutulacağız’ diyerek yeni ‘vesayetler’ yaratılmış ve bu yeni yaratılan ile de çıkarlar çatışmasına göre bireyler farklı konumlarda kendilerini tanımlama ihtiyacı duymuştur.

Sol liberal, geçmişin hesabını her daim kapatan ve bugünü konuşandır. Geçmişin hiçbir zaman hesabını vermemiş ve vermek içinde onu zorlayacak hiçbir yapı olmamıştır. O yüzden sol liberaller buna güvenerek sürekli saf değiştirmiş ve yeni konumuna vicdanı rahat şekilde uyum sağlamıştır. Bir gün küfürler ettiği bir sermeye sahibine, ertesi gün danışman olarak işe girmesi her hangi bir soru oluşturamamış, düzenin şartları bu denilip geçiştirilmiştir. Ahlak ortadan kalkığı için geçmişte yaşanmışlıkları yeri geldiğinde kullanmaktan çekinmemiş, geçmişin liderlerinin anılarının pazarlandığı ortamlar yaratmaktan da çekinmemiştir.

Sol liberaller ahlaksız ve ilkesizdir.

Yeri gelir kolunun arasına dosya alır arabulucu olur, yeri gelir kürsüye çıkar sözcü olur, yeri gelir rakip olarak gösterdiği bir sermeye ve liderin parası ile ona karşıymış gibi yapıp algılar ile oynar, yeri gelir ‘eşinin’ üstüne kendi biriktirdiği kendi bokunu atar ve bunu dahilik belirtisi olarak pazarlar. Yeri gelir yeni keşfettiği aidatlar ve ırklarının temsilcisi olduğunu vurgular ve kendisine gelecek her türlü eleştiriyi o ırka ve etnik yapıya yapıldığı vurgusunun arkasına saklanır.

Yuvarlak kurulan her cümle ile algı kargaşası yaratılır ve her ortamda kürsüye çıkıp konuşur. Liberalsiz ‘artık’ hiçbir medya ve toplantı olmaz. Liberallerin belirlediği entelektüel hava toplumun daha da çürümesine yol açmakta ve olması olasılık olan demokratik kitle örgütlenmenin önünde en büyük engel olarak çıkarlar, çünkü çürümüşlüklerini ve ahlaksızlıklarını her yere saçmaya devam ederler.

Ülkenin lider kadrosunun yaratmış olduğu kan denizinden hem sorumlu hem de sorumsuz gibi davranırlar. Liderlerden nemalandıkları sürece kandan beslendiklerini liderlerinden saklamazlar ama halka masum ve temiz olduklarını gösterirler. Ama çıkar çatışmasına girdiklerini ise savundukları ve gölgesine saklandıkları liderleri mezara koymak için her türlü yolu mubah görürler ve hatta zamanı gelince ‘kandırıldık’ diyerek de günah çıkarma merasimine katılırlar.

Sonuç, sol liberaller kötüdür ve kötüden iyi çıkmaz. Kötü kötüdür. Geçmişin hesabını vermeyen ve geçmiş ile yüzleşmeyen her kötü kötülük yapmaya devam edecektir.


İsmail Cem Özkan