13 Kasım 2015 Cuma

Ankara garının önünde…

Ankara garının önünde…

İnsan bedeni üzerime yapışıyordu. Benden kopanlar ise başkalarını üstüne. Beton rengini kırmızıya dönderirken, zemin karanlık olmuş, barut rengini betona vermişti. Etrafa yayılan kendi parçamı görüyordum, benim dışımda bir şeyler oluyordu ama benden kopuyordu bir şeyler. 

Ankara garı önündeydim, soğuk ve ayazın hakim olduğu bir günde uzaktan gelen arkadaşlarımın sıcaklığı ile omuz omuza vermiş halaya durmuştum. Halay havada asılı duran ayazı ısıtıyor, gün henüz üzerimize yeni yeni vuruyordu. Güneş ısıtmamıştı hala, soğuktu, dost sıcaklığı arasındaydım.

“Bu meydan kanlı meydan” diyerek Ruhi Su binlerce yık ötesinden sanki bize sesleniyordu, aramızda olmayanlar bile halayımıza katılmış bizle birlikte slogan atıyordu. Her yer direniş olmuştu, yıllar önce olduğu gibi. Taksim meydanında ortaya çıkan bir pratikten üretilmişti slogan, gerçekten her yer direniş, her yerde özgür alanlar oluşmuştu. Özgürlük türküleri, özgürlük içinde yeni besteler çıkıyor dillere yapışıyordu. Direniş kendi müziğini yaratmıştı, kültürü kucaklaşma ve birbirine danışmadan bir işin ucundan tutmak olmuştu. Direniş kültürünü yaratıyordu, yeni insanına ilk dokunuşunu veriyordu. Parçalıyordu geçmişe ait olanı, yeniden oluşturuyordu. 

Direniş parçalıyordu, yeniden yeniden oluşuyordu binlerce yıldır yoğrulan insan yeniden biçme giriyordu. Ankara garında bu sefer vücudum parçalanıyordu, ruhum ile birlikte. Yeniden biçe giremiyor, arkadaşımın kazağı üzerine bir nokta gibi etim saplanıyordu. Özgürlük türkülerimiz dillerimizden çıkmış barut kokusu ile havaya karışıyordu. Korkunçtu, korkunç olanı yaşıyordum ve korkunç olanın korkunç olduğunun bile farkında değildim. Parçalanıyordum… 

Ankara garı, birinci dünya savaşı başlangıcında Varşova garı önünde gibiydi. Aniden gökten gelen bir bomba patlamıştı Varşova Garı önünde ve onlarca insan hava uçmuştu, umut dolu, gideceği yerin hayalini kurarken, geldiği yerden hayallerini getiren insanlar. Varşova Garı 1 Eylül günü havaya uçmuştu, gökten yapan Nazi bombaları eşliğinde. Ankara Garı önündeydik, arkamızda bir bomba patladı, umutlarımızı, söyleyeceklerimizi ve yaşayacaklarımızı havaya uçurmuştu. Tıpkı Varşova Garı önünde bekleyen isimsiz insanlar gibi, kimse onların acısını ve yasını dahi tutamadı, birkaç günde Almanya bütün Polonya’yı işgal etmiş, işgal güçleri hayatta kalanları kamplara götürmek için trenlere bindirmişti. Gar yıkıntısı altında ölülerin kanlarının üzerine basarak geçmişti kamlara giden Yahudiler, Komünistler… Kanlara barak gittiler acılarını yaşayamadan… Acılarımızı yaşayamadan kanlarımızın üzerine basarak yardıma koştu dostlarımız. Etrafı kaplayan gaz bulutu altında... Yardıma geleceğine gaz sıkmışlardı, kanlarımızı temizlemek ister gibi Toma’lardan su sıkmışlar, nefes alamaz halde bırakmışlardı. Ölüyorduk, nefesimiz ciğerimize gitmiyordu. 

Nefesimizi ciğerimize gitmiyordu, son nefesimizi gaz bulutu eşliğinde veriyorduk. Eskiden olsa öksürür, küfür ederdik, şimdi sesim çıkmıyordu, son nefesim gaza karışmıştı. Üzerimizde bomba patlamış, arkasından gaz fişekleri yanlarımıza düştü, beyaz dumanlar çıkararak.  Ölüyorduk, ölürken bile etrafımızda yaşanan koşturmaların farkındaydık, izliyorduk. Her şey bizim dışımızda gerçekleşiyordu. Bizim dışımızdaydı ama merkezinde biz vardık. Parçalanıyorduk, uçan parçamı gördüm biraz gözlerimin önünden geçti, tansiyon düştüğünde gözün önünden geçen bir karaltı gibi. Geçti gitti… 

Geçti gitti, gözlerimin önünde her şey geçti gitti, farkındaydım, izliyordum. Vücudum beni terk etmişti ama bilincim hala benimleydi. Duman, kan, beton, arkadaşımın bir parçası üzerimde. Kanım kanına karışmış, kanı kanıma karışmıştı. Kan kardeşi olduk. Hiç tanımadan, istek yapmadan, bir olduk, tek gömleğe giren canlar olduk, bir olduk. Hepimiz birdik, birimiz hepimiz oldu. İnanmıyorsanız gelin bakın gömleğimizin içine, her birimizi görürsünüz. Kimse bizi birbirimizden ayıramayacak, çünkü arkamızda patlayan canlı bomba bizi tek yapmış, yüreğimizi arkadaşımızın eline düşürmüştü. 

Bu meydan kanlı meydan, bu meydan barış isteyenlerin sesi oldu.

Bizler de bir gün bir kavgada, bir meydanda sizlerin sesinize karışacağız, sessizce. 

"O büyük gün geldiğinde 
ben kimbilir kaç yıldan beri 
ebedi yatağımda toprağın derinliklerinde 
sonsuz bir uykuda uyuyor olacağım 
fakat alınca ne zamandır beklediğim haberi 
uyanıp, sesimi kimse duymadan 
o büyük zaferin tarifsiz coşkusuyla 
kara toprağın altından, ben de haykıracağım. 
Unutup geçmişte kalan acı dünü 
kimbilir belki bir kış günü 
üzerimi yorgan gibi kaplayan 
bembayaz karın soğuğundan.... 
ya da sonbahar mevsiminde 
kemiklerime işleyen yağmurdan duyacağım 
ve milyonları saran o doyulmaz sevince 
ben de sessizce ortak olacağım. 
Mevsim ilkbahar sıcak bir yaz olsa da 
gece gündüz farketmez ben her zaman hazırım 
adımın yazıldığı taş bile yıkılsa da 
kalmamış ta olsa şu dünyada mezarım 
hatırlayıp tek canlı gelmese başucuma 
o müjdeyi ben doğadan alacağım 
nasırlı ellerce yaratılan o görkemli bayrama 
hiç kimse farketmeden ben de katılacağım.”

20 Ağustos 1981'de Adana Cezaevi'nde haykırmıştı Mustafa Özenç, 10 Ekim günü saat onu dört geçe aynı şekilde haykırdık. 

Duygularımız ortaktı, dileklerimiz ortak. 

Ankara Garı önündeydik, an KARA oldu!


İsmail Cem Özkan