Kayıtsız ve basiretsiz!
Kayıtsızlığın ve basiretsizliğin hakim olduğu bir dönemi yaşıyoruz.
Kayıtsızlar ama rahatsızlar... Yapacakları güçleri var ama basiretleri yok! Her
şeyin farkındalar ama seslerini kısıp izleyiciler. Gelecekleri için, kaybedecekleri
kişisel kazançları için...
Kayıtsız ve basiretsizlerin çoğunluk olduğu yerde her mücadele
kayıtsız izleyenler tarafından tepkisizce izlenir ve büyük çoğunluk günlük gezmeleri
ve eğlenceleri arasında yapılanın farkına bile varmaz. Yapanlara itiraz edenler
ve tepki duyanları ise maceraperest ve acı çekmeyi zevk haline getirenler olarak
görürler...
Sürekli seçim yapmaya zorlanan biri, var olanın dışında başkasını
seçeceğini farz etmek yaşadığı toplumun dışında yaşadığının ispatından başka şey
değil...
Sürekli baskı yapanların seçim ile kazandığı bir süreci yaşıyoruz.
Ne kadar güçlüyse o kadar iktidarda kalan ve her daim iktidarda kalmak içinde sürekli
baskıyı ve baskı içinde fütursuzca harcama yapmaktan çekinmeyen bir erkin yaşadığı
süreçte, sessizce olanlardan rahatsız ve sadece homurdanarak günleri geçiriyoruz…
Homurdanıyoruz, her şeyden rahatsızız!
Her şey gözümüzün önünde oluyor, üstelik hiçbir şeyi saklamaya
ihtiyaç duyulmayacak şekilde… Ama çıkarlarımız bizim gördüğümüz şeyi fark etmemizi
engellediğini, fark etsek dahi ‘çıkarımız gereği’ sessiz kalıp kayıtsız kalmayı
tercih ediyoruz. Tercih ediyoruz, açık faşizmi bize zarar vereceğini düşünmediğimiz
için... Hep ötekiler zarar görür ve bizim dışımızdadır…
Sessiz kalıyoruz, çünkü yaşam kalitemizin kazançlarımızı ile
orantılı olduğunu ve kazancımız yerinde olduğu sürece rejim değişikliğinin bizi
etkilemeyeceğini bilinçaltımıza telkin ediyoruz. İran’daki gelişimleri, Afganistan’ı
görmeden sadece şimdiki zamanı ve anı yaşamaya özen gösteriyoruz. Parası olmayan
ve fakirin zaten tercih hakkı yoktur, gelene paşam, gidene ağam, var olana hacım
/ efendim demeye devam etmek zorunda…
Kaybedeceğimiz bir şeylerin olduğunu bildiğimiz için devletin
değişimine sessizce onay veriyoruz. Çünkü itiraz edenin başına neler geldiğini sürekli
ekranlardan görüyoruz, hatta düşene bir tekme atmak için sıraya bile giriyoruz,
çünkü güçlüden yana gözükmek her zaman kazançlıdır, en azından çocuğumuzun geleceği
için erkin elinden öpmek gerek!…
Onay veriyoruz, çünkü kaybedeceğimiz artık fazla bir şey kalmadığına
inanıyoruz, elimizdekini korumak için sadece sessizce bize verilen onay günlerinde
gidip sandığa güçlü olanı seçerek ‘istikrarı’ koruduğumuzu kendimizi kandırarak
kabul ettiriyoruz.
Bilimsel eğitimden geçtiğini iddia edenlerin ‘zemzem’ suyunun
ne kadar yararlı ve şifa verici olduğu üzerinde ki tartışmaları artık sıradan ve
günlük bilimsel çözüm yolu olduğunu düşünen bir eğitilmiş kesim var. Bu eğitilmiş
kesim hangi üniversitede, hangi kürsüden para kazanacağını ve öğrencilerini müşteri
görme alışkanlığı kazandığının farkında bile değil.
Öğrenci müşteri oldu…
Hasta müşteri oldu…
Afet kurbanları müşteri oldu…
Kronik hasta olanlar müşteri oldu…
Su tüketenler müşteri oldu…
Organik ürünleri tüketenler müşteri oldu…
İşçiler müşteri oldu, kiralık firmaların elinde...
Patronlar müşteri oldu, uluslar arası pazarlama firmaların elinde…
…
Müşteri olmayan kaldı mı?
Müşteri olarak bakılan yerde, çıkarların çatıştığı noktada toplum
içinde basiretsiz ve kayıtsız kalanların artmış olması tesadüfi değildir. Toplum
mühendisleri ulusları basiretsiz ve kayıtsızların çoğunlukta olması ile yok ediyor,
yerine ne mi gelecek? Şimdiden kimse bunu açıkça telaffuz edemiyor…
Güruhların hakim olduğu bir yaşam alanında, basiretsiz ve kayıtsızların
çoğunluk olduğu bir sürü konumunda, olaylar karşısında homurdanarak rahatsızlığımızı
kendimiz duyacağımız ses ile sadece kendimize fısıldıyoruz.
Korkuyoruz, korktukça kayıtsız kalmayı tercih ediyoruz…
Basiretsiz ve kayıtsız olduğumuzu kendimize dahi söyleyemiyoruz
ama yaşıyoruz…
Arada sırada sokağa çıkıp bir eyleme katılıp ömür boyu onun anısı
ile yaşayan sıradan vatandaş olmak dışında artık yapacağımız pek fazla seçeneğimiz
olmadığına inanıyoruz…
Tükeniyoruz…
Tüketiyoruz…
İsmail Cem Özkan