22 Aralık 2015 Salı

Yandaşlar, yandaş kurumlar içinde nefes alır!

Yandaşlar, yandaş kurumlar içinde nefes alır!

Ülkemiz kurulmadan önce de yandaş vardı, kurulduktan sonra da yandaş oldu. Devlet işlerinde yandaşlar her daim avantajlı, yandaş olmayanların için ise devletin anlamı baskı ve zorbalık demekti. Devlet ile iyi geçinemeyenlerin sonu ya sürgün ya da bütün mal varlıklarının elinden alınmasıdır.
Devlet ile uğraşmayacaksın!
Devlet kendisini ulus devlet olarak tanımlamaya başladığında ise yandaş olan azınlıklarda gözden çıkarıldı ve mallarına el konularak ulus devletin anlayışı içinde olan milli sermaye yaratıldı. Yoktan zenginler yaratılarak sermayenin uluslaştırılması sağlanmış oldu denir ama ortada sermaye olmadığı için uluslaştırma süreci devletin elinin değdiğinin zengin olması ile sonuçlandı. Devlet ile iyi geçinen yandaşlar bu sihirliği değneğe dokunmak için bir birini ezdi ve bugün yaşadığımız sermayedarlar bu kavganın sonucunda ortaya çıktı.
Yandaşlık zenginlik, refah, hayat standardının yüksek olması anlamındadır.
Her dönemin yandaşı iktidara göre değişmiş olsa da, sonradan zengin olanlar ellerinde ki sermayeye sermaye katmak ve var olanı korumak adına devleti idare edenlere nüfus etmeyi ve onları dolaylı kontrol etmeyi öğrendiler. Çünkü devletimiz iki kutuplu dünyanın sınırında tampon olarak kuruldu ama özgür dünyayı korumak adına duvar olarak inşaat edilmişti. Demir perdenin arkasında kalan dünya her daim yabancı, uzak olarak algılandı, düşmanlık o uzak ve bilinmeyene karşı beslendi, devletin varlık sebebi olan düşman bilinmeyen üzerine kuruldu, kim ki o demir perde ülkesinde yaşayanlara sempati duydu, başından her türlü bela eksik olmadı. Tarihimiz ve eğitim sistemimiz bu tampon ülkenin çıkarına göre yapıldı, bilinerek ve isteyerek bilimden uzak, dışa bağımlı, sermayenin ancak montaj sanayisi olarak gelişmesine olanak sağlanan, uluslar arası firmaların Türkiye’de ki şubesi ya da temsilciliği görevini yapar şekilde geliştirildi. Uluslaşma sürecini yaşayamayan ama ulusmuş gibi hissedilen ülkede iç çatışma eksik olmadı, çünkü ulus devleti anlayışında her şey tek olması gerekliydi ama ülkede hiçbir şey tek değildi. İnanç çok çeşitliydi, mezhep sayısını bilen yoktu, dil her kültürün, her yerleşimin kendisine ait dili ya da şivesi vardı. Eğitim denen şey büyük şehirlerde var olan başka ülkelerin kültürünü öğreten okullar dışında yok gibiydi. Kolejler ve özerk okullar dışında ahali ancak kendisini ifade edebilecek bilgi ile donanımlı ama başka ülkelerde olanlara yabancıydı. Başlarına ne gelirse gelsin Allah'tan geldiğine inandırılmış, hastalıklar ile boğuşuyor, sevdiklerini erken yaşlarda ya kaybediyor ya da erken yaşlarda ihtiyarlıyorlardı.
Ulaşımın artması ve ülkenin tarımını dışarında birileri belirlediği günden sonra köylüler köyde yaşayamayacak hale geldiğinde şehre doğru göçler hızlandırıldı. Montaj sanayisi için kurulan fabrikaların etrafında şehirler oluşturuldu. Şehirlere göç edenler kendilerinin başlarının çaresine bakmaları istendi, onlar da kamu mallarını yağmalayarak başladılar, ama burada da yandaş kavramı ortaya çıktı, yandaş olan taş ile çevirdiği toprağı arazi olarak sattı. Yandaşların cepleri para ile doldurulurken, usulsüzlüklerin üstü kapandı, gerek olduğunda ise usulsüz olanlar yasaların güvencesi altına alınarak yandaşlar korundu.
Yandaş olmak, özgür olmak anlamındadır.
Gel zaman git zaman devletin sahipleri hükümler ile birlikte el değiştirir gibi yaptı ama kazananlar genelde hep aynı, kaybedenler her daim çoğunluk oldu.
Devlete hiza vermek için darbeler oldu, koltuğunda yolsuzluk batağına saplananı yolsuzluk yüzünden değil, gayr-ı meşru çocuk yaptı diyerek astılar. Devlet ile kavga edeni ise ibreti aleme ders olsun diyerek sallandırmaktan geri durmadılar, her bir birey bu idamı hissetsin diyerek medyatik yapmaktan da geri durmadılar. Devlet düşmanın sonu beslemek değil ölümdür dediler. Astılar, işkencede öldürdüler, pusu da yok ettiler, faili meçhul diyerek kaçırıp sessiz bir yerde öldürüp ailesine ayakkabısının tekini gönderdiler, bağcıkları çıkarılmış ölüler sokaklara ve caddelere bırakıldı. Her bir korkuyu yaymak ve yandaş olmayanın sonu bu denildi. Yandaş olmayan korku içinde yaşasın, yandaş ise öğlen yemeğini rahatlıkla yesin, doğum günü partilerinde arkadaşlarına hava atacak kadar görgüsüz partiler versin diye kollandı. Yandaş olan medya sahiplerine köşk alacak kadar para kazandırıldı, akşam ekmek götürme derdinde olana ise açlık ile eğitim verildi… ya yandaş olacaksın istenileni yazacaksın, istenileni göreceksin, istenildiğinde devletin bekası için yalan söyleyeceksin, düşmanlığı körükleyecek, hakların bir birini boğazlaması için ortam yaratacaksın. Medya da yandaş olmak demek diğer yandaşlardan farkı yoktur, her yandaşın fiyatı vardır ama artık bireyin değil medyanın kendisinin fiyatı var. İçindekiler ile alınıp satılmakta ve birden habercilik yapanlar yandaş haberci oluvermektedir. Yandaş kurumu ile alınıp satılan, serbest piyasa koşulları içinde fiyatı belirlenen her hangi bir maldan farkı yoktur. Her bireyin fiyatı vardır diyerek insanları birer mala döndüren anlayış yandaşlık kurumunun kökleşmesi ile olağanlaşmıştır. Yandaş olmanın bedeli, peşinden bir çok olasılığı kabul etmekten geçer. Sessizce kalıp verilen görevi profesyonel anlayışa uygun olarak yerine getirilmesi beklenir.
Profesyonellerin görevi ret etme hakları yoktur, işlerinden kovulmuş olsalar da maaşlarını aldıkları ayın sonuna kadar onlara hizmet etmesi beklenir. Ona da etik kural derler…
Yaşadığımız zamanın ruhu içinde yandaşlar yandaş medya içinde transfer sezonu açmış, yandaş olanlar devlet olanağından çıkıp holdinglerin medyasında yer almaya ve oradan halka inandıkları yalanları söylemeye devam edecek.
Yandaşların önemli bir bölümü medya içinde devşirme usulü elde edilir. Sol medyada isimlerini duyurmaya ve kırılganlıklarını ortaya koyanlar kısa sürede büyük medya içinde izlenmeye alınır ve fırsat bulunduğunda transfer edilir. Önceleri küçük ücretler ile çalışanlar gösterecekleri biata uygun olarak fiyatları artacaktır. Gerekli özveriyi gösteremeyenler doğal seçimde olduğu gibi yok olacaklardır. Kısaca yandaş medyanın deliğinden aşağıya bırakılıp öğütülecek ve onların kaderleri ile baş başa kalması sağlanır. Eğer kaderini iyi kullanan olursa fırfır dönerek delikten aşağıya düştükten sonra yine mazlumun yanına ‘mağdur’ olarak dönüp kovulduğu yere her türlü saldırgan dili meşru görerek saldırır ki, bu sayede yeniden transfer olmak için koşul yaratır. 
Biat edenler her girdikleri ortama biat ediyor gibi gözüküp yandaş ya da candaş olmak için her türlü olanağı kullanmaktan çekinmez.
Yakın tarihimizin içinde bu transfer olanların önemli bir bölümünün geçmişte BirGün gazetesi ve ÖDP içinde siyaset yaptığı gerçeği ile ne yazık ki karşı karşıyayız. Elbette bugün var olan BirGün ve ÖDP geçmişteki ile ilgisi sadece isim benzerliği ile sınırlı gibi gözüyor olsa da ne yazık ki onların tarihinde bugün ki yandaşların yer alması bir sorun olarak durmaktadır. Sorundur, onlara o günlerde bu yandaşlara olanak verenler, onların değişimine göz yumanlar, denetimsiz, yeter ki partide rakam ve gazetede sayfa dolsun diye bakanların geleceğe bıraktıkları kötü mirastır. Elbette yaşananlar büyük tecrübedir ama bu tecrübe 12 Eylül öncesinden birikimde de olmasına rağmen, nasıl olur da yeniden yeniden aynı hatalar yapılıyor? Tarihimiz ile yüzleşilmeden yüzleşilmiş gibi yapıldığında her şey yeniden yeniden başımıza gelmeye devam edecektir...
Bugün solun yaşadığı sıkıntıların temelinde işte tecrübelerin bugüne taşınmamış olması ve el yordamı ile yeniden yol bulmaktır. Örgütmüş gibi örgüt olmak, gazeteymiş gibi gazete olmak, partiymiş gibi parti olmak ne yazık ki bu sıkıntıları tekrar tekrar yaşarken, dönenler, para karşılığında (profesyonel) beynini, hayalini satanlar size, bize karşı her türlü oyunun aracı, amacı ve hançeri olmaktadır.
Holding ve devlet medyasından (yandaş olanlardan) bize karşı, sola karşı nefretlerini dillendirenler, bizler ile alay etme / küçümseme cesaretini bulanlar ne yazık ki bizim eserimizdir, onlara bu olanağı el yordamı ile / bırakalım yapsınlar/ bırakalım tecrübe etsinler anlayışının bir ürünüdür...
Yandaş olmayan ama mazlumdan, işçi sınıfından yana tavır koyanlar onurları ile fırfır dönmeden bugünlere gelmiş olsa da kirlenen siyasi ve kültürel ortamın yaratmış olduğu liberal düşünce ve yaşam içimize sızmış ve bugün karşılaştığımız kafa karışıklığını yaratmış ve bulunduğumuz atmosferi kirletmiştir.
Yandaşlar, yandaş kurumlar içinde nefes alır!
Yandaşları, yandaş kurumlardan delikten aşağıya süpürdüklerinde onları mazlum olarak görmeden, aramıza almadan onları yaptıkları ve tercihleri ile baş başa bırakabilmiş olsaydık, bugün yandaş medyadan bizden ayrılan ve yandaş olanların hakaretine, küçümsemesine karşı karşıya kalmaz ve okurumuzun bir bölümünü onları izler halde bırakmaz olurduk.

İsmail Cem Özkan

Not: BirGün ve ÖDP görünen olduğu için seçilmiş sadece bir örnektir ama aynı şey diğer sol medya içinde geçerliliğini korumakta ve örnekleme aranırsa mutlaka bulunacaktır. Cumhuriyet Gazetesi ve CHP bugün ki haline bakarak adını andığım parti ve gazeteden pek farklarının olmadığını görebilirsiniz. Genel bir durumu somut örnek üzerinden değerlendirerek somut durum tahlilinde kullanmak istedim sadece. BirGün ve ÖDP kurulduğu gün ki ne gazetedir ne de parti. Bugün daha farklı duruşu ve çizgisi vardır, ne yazık ki isim kirliliğinden nasibini almıştır.
Medya içinde örneklediğim durumu bir çok alan içinde ve kurum içinde de örneklenebilir.
Cem


Ödüller ile besledik yandaşları, yandaş topladık ödüller ile…

Ödüller ile besledik yandaşları, yandaş topladık ödüller ile…

Türkiye’de ödül ve ödüllendirme sisteminde yandaşlık çok önemlidir. Yandaş olanı ödüllendirme kavramı sağ sol fark etmez her iki tarafın ortak hareketidir. Bu ülkenin kültüründe var, ödül ve ödüllendirme. Bu sayede şartlama ile düşünmeden hareket etmek ve bilinç dışı ama içgüdüsel birliklerin oluşmasını sağlamaktadır. İçgüdüsel birliklerin oluşturmuş olduğu topluluk da kendisini semboller ile ifade eder ama o sembollerin gerçek anlamı üzerine hiç düşünülmez, sadece içgüdüsel ve çoğunluk öyle taktığı için semboller takılır. Ödüllendirme kişilerin üzerine takılan bir sembol işlevi görür, kişiye olmadığı unvan verilir ve o unvana uygun davranması beklenir. 
Dünyanın en önemli ödüllendirme sistemi Nobel ödülleridir. O ödüller devletlerin/ firmaların ve siyasi gereksinimlerin ihtiyacına göre belirlenir. Kim kendisini öne çıkarmak istiyorsa, ya da bir devlete gerektiği kadar önem verdiğini göstermek için ödül mekanizmasına uygun bir aday seçilir ve o adaya ödül verilir. Adayın ödül verenin ihtiyacına cevap verebilecek karakterde olması önemlidir, yani ödülün ağırlığı altında kalacak ve istenildiği gibi bükülecektir. Orhan Pamuk bu ödülü karakteristik özelliğinden seçilerek almıştır. Önde olmak için, her yerde kendisini göstermek ve yazdıkları ile ünlü olduğunu göstermek için her türlü sosyal aktiveler içinde yer almış ve önüne gelen her projede kendisini göstermiştir. Amerikan üniversitelerinde okuyanların okuldan daha çok sosyal projeler içinde yer alması ve hangi sosyal proje içinde ne görev baktığı okuduğu derslerde gösterdiği başarıdan daha önemli olmasının bir nedenidir. İşveren kişinin bilgisi değil sosyal toplumda gösterdiği başarı ve girişkenliğine bakmaktadır. Orada verilen bursların önemli göstergesi burs adayının sosyal yaşamda ki işlevidir. Amerika üniversiteleri elbette sermayeye hizmet eden ve kalifiye eleman yetiştiren yerlerdir. Bilim orada sermeyenin ihtiyacına yönelik kullanılan araçtır. Ödül alanlar ödüle layık olmak için tüm enerjisi ile çalışır ve bir maaşlı eleman olmanın dışına çıkamaz.. Orhan Pamuk örneğinde olduğu gibi yayınevleri ona sipariş verdiği kitap ile transfer etmekte ve yazacağı kitabı peşinen satın alarak piyasa içinde PR çalışmasını yapar. İktidar (erk) sahibi ile çatışmaz, gerek görüldüğünde onu iyi niyeti ile eleştirir, karşısında durmaz… ödül almadan önceki Orhan Pamuk artık yoktur, çünkü ödül alana kadar toplumsal olaylara duyarlı, ezilenin yanında yer alan yazar artık yoktur, o lüks salonlarda seminer veren, parası ile müze kuran, ülkeden ülkeye gidip değişik dillere çevrilen kitaplarını pazarlayan biridir. Ödüllendirme sayesinde Türk devletine bakın sizin de değerleriniz var hissi verilmiş ve uluslar arası kamuoyunun parçası olduğu hissiyatı bilinçaltına pompalanmıştır. Ortadoğu savaşının olduğu bir zamanda bu ödülün verilmesi devletin üzerine yüklenen bazı misyonların da olduğu kulağa fısıldanmış ve beklentilerin karşılanması istenmiştir. Rollere uygun davranışlar uluslar üstü firmaların çıkarlarına uygun bugün dahi yapılmaya devam etmektedir. 
Ödül almak için sıraya girenler, daha önce ödül almışların yolunu taklit etmekten geri kalmazlar. Çünkü başarılmış yoldan gitmek bir çok zorluğu peşinen atlamak anlamına gelir. Sosyal olaylara duyarlı biri, her gördüğü çelişkiyi yazan, fotoğraflayan, belgesel filmi çeken biri ödül almak için kurumların gözüne bakmaktadır. Zamanın ruhuna ve çoğunluğun davranışına uygun olarak davranır. Gerek gördüğünde bir referandumda ‘yetmez ama evet’ sloganın arkasından erk sahibine biat eder, gerek gördüğünde aldatıldık diyerek günah çıkarır… Önemli olan ödül almak ve ödüle uygun beklentileri yerine getirmektir.  Fırfır dönenlerin ödüllerini bir sağ kurum, bir sol kurum verir. Ödül alan için kimin ödül verdiğinin önemi yoktur, gündeme gelmesi yeterlidir, nihai hedefi ne ise onun beklentisini taşıyarak! Ödül beklediği dönemde erk sahibi ödül vermemişse, oradan ödüllendirilmemişse (balkondan teşekkürü adını zikrederek almak gibi) o zaman ona muhalif olur ve eleştiri dozunu ödül alacak şekilde bir seviyede tutar, daha ileri gitmez, çünkü ilerisi dönüşü olmayan yoldur! 
Geçenlerde fark ettim ki solcu gibi gözüken bir kurum, erk sahibini zamanında can-ı gönülden destekleyen birine ödül vermiş, sanırım bu zata erk sahibi ödül vermedi, bari biz verelim de yanımızda olur onun popülaritesi sayesinde bizim de (kurumun) ismi duyulur duygusu içinde… 
Ödül veren kurumlarında isminin duyulması ihtiyaçtandır, yoksa neden versin ödülü? 
Kurum ilişik içinde olduğu ve kendi gündemleri içinde yolları kesişen ilişkilere verir, bizim gibi ülkede ahbap çavuş ilişkisinin olduğu akşam takıldığında bir iki kadeh atılan sohbetler dahil olanların ödüllendirilmesi yapılır… Elbette tüm ödüller için diyemem, arada ilişkisi olmayan ama tanıdığı arcılığı ile torpil yapılan kurumlar da olduğu gibi işini layığı ile yapan azınlık da kalanlar da var olabilir...  
Dostluk ilişkisinin baki kaldığı kurumların bir birine ödül vermesi yeni bir şey değildir, yarışma açılır ve denir ki ödül alacak vatandaşa bir iki şey gönder de sana ödül verelim! Bu etik mi, elbette dışarında bakınca etik gibi gözükmez ama uygulamaya bakarsanız etiktir, kimse bu işten şikayetçi değildir. Elbette yarışma ve sergi adı altında parasını kaptıranlar rahatsız olmuşlardır ama onlarında yapacağı bir şeyleri yoktur. Asıl rahatsız olması gerekenler ödülü alanlardır, çünkü sermayenin her şeyi mubah gördüğü çağımızda ödülü ret etme hakkına sahip olanlardır… Ülkemizde kaç ödül alan bu gerekçeler ile ödülü ret etmiştir? Benim bildiğim kadarı ile yok gibi… Etik kavaramı nasıl olsa yok alalım, felekten bir akşam çalıp eğlenelim denmiş gibi... 
Ödül alanda ödül verenin de artık etik kavramını bir hatırlasalar diyorum ama kim duyar ki? Dostlar alışverişte görsün, arada ödül de versin!  Bir çok ödül yüz akı olması gerekirken bizim gibi ülkede aslında yüz karasıdır... 
Ödülü ile övünenlerin yüz karalığı kızarmayı örter! 
Bu ülkede onurlu olmak erdemdir, ama erdemli gibi davrananların yüzünden erdem yerini onursuzluğa bırakmıştır... O yüzden olsa gerek ahbap çavuş ilişkileri ile verilen ödüller onurlu gibi orta yerde sergileniyor ve paylaşılıyor... Gerçekten erdemli olanlar ise kimse tanımaz, konuşmaz, duymaz... Onlar kendi sessizlikleri içinde yok olup giderler... En erdemli şey erk gücüne karşı onurluca kavga edip, bu kavgayı ben yapmadım biz yaptık diyebilmektir... 
Biz olmak ise dedikodular ve şöhret olmak hevesi yüzünden her daim askıda kalmış, belirli insanların sesinin duyulduğu alan olmuştur... Biz kavramını kullananların görünenlerine bir bakın son kırk yılda aynı insanlar olduğunu görürsünüz... 
Al külah ver ödülü, ver külahı al ödülü!... 
Ödüller ile besledik yandaşları, yandaş topladık ödüller ile…
Ödüller sayesinde kimler iktidarını korumadı ki? 
En küçük birimden en büyük kuruma kadar oynanan senaryolar neden hep aynıdır?

İsmail Cem Özkan