7 Ocak 2016 Perşembe

Yıldönümünde taciz!

Yıldönümünde taciz!

Bundan bir yıl önce İslamcı militanlar Paris’te yayın yapan ve mizahtan başka bir şey yapmayan Charlie Hebdo dergisini basarak mizah ustalarını öldürdü. Bu mizah ustalarının ölüm günlerine denk gelen günlerde Köln garında taciz olayı gündeme düştü. Köln polisinin açıklamasından taciz edenlerin İslamcı oldukları ön duygusu verilmekte ama direkt olarak isimlendirmemekteler. Suriye ve Irak gibi ülkelerden gelen ve bütün Avrupa’yı doğudan batıya yürüyerek geçen mülteciciler bu olayın faili olarak gündeme getirildi.
Olaylara karikatürize ederek bakarsak gerek Charlie Hebdo baskını gerek Köln garında gerçekleşen olay bir kurgunun sonucu olduğu hissiyatı güçlü bir şekilde bende oluştu. Çünkü Almanya / Fransa polis devletidir ve her türlü önlemini yılların birikimi ile almış ve polis’ten habersiz hiçbir şey yapılamayacağı gerçeği ile karşı karşıyayız. Alman istihbaratı her türlü olumsuz durumdan sonuç çıkarmış ve bir daha aynısını yaşamamak için önlemini almış güçlü bir örgütlenme ve gelenek sahibidir. Bizdekiler gibi işkence ile sonuç almaz, olayların izlerini sürer ve o sürmeden çıkardığı tecrübeyi meslektaşlarına aktarır. Bu gelenek Prusya İmparatorluğundan başlayarak, bugün birleşmiş Almanya istihbarat için geçerlidir. Alman istihbaratı çoğu zaman diret istihbaratçı çalıştırmak yerine dolaylı istihbarat bilgileri toplayanlar eli ile çok gelişmiş bir bilgi hazinesine sahiptir. O kadar gelişmiş bilgi hazinesi vardır ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun kirli çamaşırları bile orada durmaktadır. Bırakın son dönem teknoloji ile elde ettikleri bilgileri.
Fransa’daki saldırı masum değildir, saldırının olduğu dönemlerde yazdığım yazılarda da vurguladım, gelişmiş bir emperyalist kültürün kendi topraklarında olacak her türlü olumsuz olayı önceden tespit edip engelleme özelliğine sahiptir. Fransa açık sömürge döneminde sömürgelerden gelebilecek terörist ve anarşist (Fransa öyle adlandırmış ama bana göre bireysel saldırılar dışında örgütlü bağımsızlık mücadelesi bu kavramlar ile tanımlanamaz.) saldırırları nasıl kendi toprağına ulaşmadan yok ettiğine dair birçok kayıt ararsanız bulabilirsiniz. Topraklarına yakın Cezayir’de gerçekleşen iç savaş (kurtuluş savaşı) Fransa’yı ateş çemberine atmamış, aydınların başkente gösterileri ile sınırlı kalmıştır.
Gerek Fransız gerek Alman istihbarat örgütleri ve birleşik hareket ettikleri ortak yapılanmalar Avrupa üzerinde olabilecek her türlü siyasi girişimi titizlik ile takip eder ve kendi iç kamuoyu için bazı olayların olmasına ya izin verir ya da kendisi yapar düşman olarak görülenlerin üstlerine yapıştırılır.
Alman güvenlik güçlerinin izin vermediği her türlü protesto eylemi katı bir şekilde bastırılır ve insan hakları hemen askıya alınır. Gözlerden uzak hücrelerde gerçekleşen intihar eylemleri olarak kamuoyuna sunulur…
Köln tesadüfen seçilmiş bir yer değildir, yabacıların yoğun olarak yaşadığı ve ülkelerine gönülden bağımlı vücutları orada kalpleri ülkelerinde atanların gettolarda yaşadığı bir merkezdir. Köln belediye başkanın seçimi ve seçim öncesi yaralama olayı da bir kurgunun parçası olarak tarihin bir yerine not olarak düşülmüştür. Köln, Hitler Almanya’sında Homoseksüellerin ilk toplama kampı olarak dikkat çeker ve bugün Fuar alanı olarak kullanılan yerde toplu infazlar ile tarihten bize not gönderir. Katoliklerin içinde yaşayan Yahudilerin evlerinden tek tek alınıp toplama kamplarında ölüme gitmeleri bugün dahi Köln sokaklarında birer metal üzerine not olarak varlığını korur. AİDS hastaları için bile (tarihin karanlık döneminde yaşanan katliamı bir nebze de özür anlamına gelen) taşlar üstüne isimleri Köln eski merkezinde sahil kenarına doğru durmaktadır. Köln Nazi döneminden sonra ilk başbakan veren şehirdir ve Katedral ile sembolize edilerek Katolik dünyası için önemli bir merkez olarak dikkati çeker. Kısaca Köln tesadüfen seçilmiş bir merkez değildir ve geçmişin katliamından ders alan şehir belediyesinin mütevazi hoşgörü kültürünün nasıl kötüye kullanılabileceği ve hoşgörü şehrinin daha da sağa kaymasını olanak veren ortam için seçilmiştir.
Hoşgörülü bir Avrupa istenmemektedir. İslam düşmanlığı toplum içinde yaygınlaşması Ortadoğu’ya doğru yapılan kirli siyasetlerin ve ticaretin üstünün kapanması anlamındadır. Federal hükümete baskı yapmak isteyen bazı odaklar bilerek ve isteyerek bu merkezde gerçekleşen olayı daha katı bir İslam düşmanlığına ve yabancıları dışlamaya doğru kullanarak Almanlar arasında var olan sorunları bastırmak için kullanacaktır. İşsizlik, enflasyon, doğu Avrupa’da Rusya karşısında zayıf düşen Alman politikası Alman geleneğine geçmişine yönelik zafiyet olarak gören güç odakları Almanya içinde vardır.  Yeni Ortadoğu içinde güç olarak yer almak isteyen Alman silah sanayisi işverenleri için mülteciler önemli koz vermektedir ve istedikleri ortamı yaratarak merkezi hükümeti sıkıştırıp silah sanayisinde kirli ilişkilerin üstünün bir daha açılmamak üzere kapanmasını talep ettiği duygusunu bende oluşmasına sebep olmaktadır.
Mülteciler ve İslamcı militanlar aslında birileri için birer neden sonuç ilişkisi içinde maşa/araç görevini görmekte ve silah sanayisinden çıkarı olan güç odakları için istenilen politikalar için ortam hazırlanası/ lobi faaliyeti için kullanılmaktadır. Bu durum gerek Fransa ve gerek diğer Avrupa ülkeleri içinde geçerlidir.
Charlie Hebdo dergisinin baskının birinci yılında garda gelen taciz skandalı bir skandal değil, bir kurgunun parçasıdır. Bu parçaya alet olanlar ne yazık ki başlarına örülen çorabın farkında değillerdir, farkında olanlarında artık yapabilecekleri ellerinde güç yoktur. Hibrit savaşlarının kuralları gereği birileri birilerinin adına savaşmakta, mülteci olmakta ve Avrupa / Amerika’da kendi iç kamuoyunun gücünü arkasına almak isteyen sağ politikaların güçlenmesi için birer araçtır. Kurgu olduğunu bile bile birçok kişi bu oyunun parası olmuş ve sol politikacılar / aydınlar / sanatçılar bu kurgu içinde demokrasi kuralları içinde yok edilmiş ve edilmeye devam edilmektedir.
İsmail Cem Özkan


4 Ocak 2016 Pazartesi

Savaş gerisi…

Savaş gerisi…

Savaş gerisinde (cephe gerisi) kalan halklar her zaman erk sahibini destekleyenlerin gözünde potansiyel düşmandır ve savaş durumunda gelip hançeri sırtından saplayacağı inancı yaygındır.  Bu inancı her dönem erk sahibi olan iktidardakiler sistematik ve düzenli bir şekilde gündemde kalmasını sağlamış ve düşman gördüklerine karşı her dönem örgütlü olarak saldırmış, onları provoke etmiştir.
Osmanlı döneminde düşman Yahudiler ve Hıristiyanlardı. Ulus devleti şeklinde oluşturulan Türkiye Cumhuriyeti devletinde ise azınlık ve dışında kalan ‘diğer/öteki’ olarak kabul edilen her kültür, inanç, halk düşman olarak görülmüştür. Ve devlet eline geçen her fırsatta düşman olarak gördüklerini cezalandırmıştır. Ölen her daim ötekilerden olmasına rağmen suçlu da yine ötekilerden bulunmuştur. Gerek işbirlikçi, gerek dönekler yanında yasalar ile suçlu her dönemde öteki olarak kabul edilendir.
Osmanlı çökme dönemi ve Türkiye cumhuriyeti kuruluş ve yapılandırma döneminde bir çok toplu kanlı olay olmuş ve resmi tarih hepsinin üstünü ya örtmüş ya da devlet, istemeyen bazı odaklara karşı savaşmış olarak gösterilmiştir. Gerek gördüğüne İngiliz ajanı, gerek gördüğüne Amerikan Mandası isteyen, gerek gördüğünde suç bulamamış olmasına rağmen dava dosyaları yok edilen ama İstiklal Mahkemesi /devamı olan mahkemeler (olağan üstü, devlet güvenlik…) tarafından verilmiş idam cezaları tarihin karanlık dehlizlerinde bulunmaya devam etmektedir. Türkiye, Osmanlının devamdır, düşman kavramını da oradan miras almıştır. Abdülhamit ve İttihatçı paşalar tarafından uygulana cephe gerisini temizleme operasyonları bugün dahi canlılığını korumakta ve savaşa göre cephe gerisinde yer alan öteki kabul edilenlerin üstünden düşük yoğunluklu savaş baskısı ortadan kalkmamıştır. Barış dönemi gibi gözüken dönemlerde asimilasyon politikalar acımasızca uygulanmış, yatılı okullar/ devlet okulları ve askerlik zor ile devletin dilini, dinini ve mezhebini kabul ettirilemeye zorlanmıştır. Bu suç sistemlidir, düzenlidir ve hukuka uygun şekilde milyonlarca insanın gözü önünde ama çoğunluğa hissedilmeden yaptırılmaktadır. Devlet erkini kim eline geçirirse geçirsin bu devlet politikası aksaksız ve düzenli bir şekilde yapılmaya devam etmektedir.
Bölgemiz Ortadoğu kirli oyunlarının olduğu bir bölgede yer almaktadır ve bu bölgenin enerji kaynaklarının önemli bir bölümüne ev sahipliği yaptığından hala paylaşım ve çıkar çatışmalarının merkezindedir. Emperyalist devletlerin çatıştığı alanda orada yaşayan halklar ne için, kim için ve neden savaştıklarını bilmeden iç savaş ve bölgesel savaşların hiç bitmeyen kıskacı içinde yaşamaya ve çevresinde savaşı yaymaya devam etmektedir. Ortadoğu ülkesi konumuna düşen Osmanlının devamı olan ülkede bu savaşlardan elbette nasibini almaya ve ekonomik / teknolojik anlamda her dönem bağımlılık ilişkisinde yaşamaya ve ayakta kalmaya çalışmaktadır.
Türkiye kuruluşu her ne kadar resmi tarihe göre Kurtuluş savaşı sonucunda bağımsızlığını kavuştu denilse de politika ve tarih bilgisini karşılaştırmalı inceleyenler için bu yalanın pek değeri yoktur. Türkiye zamanın koşullarına uygun olarak tampon bir ülke olarak kurulmuş ve zaman içinde NATO’ya üyelik ile artık Sovyet bloğunun sınırında duvar olma özelliğini benimsemiştir. Türkiye’yi kuran anlayış ulus devletinin tanımına uygun olarak devletini biçimlendirirken sermayesini uluslaştırma adına azınlıkların elinde bulunan sermayeyi zor ile Türkleştirmiş ve yeni zenginler yaratmıştır.
Türkleşen sermeye ama Osmanlıdan kalan ama istenmeyen Kürt ve Alevi nüfusun nasıl eritileceği konusu her dönem için cevaplandırılması gereken bir sorun olarak kalmıştır. Açık saldırı yanında asimilasyon politikaları özellikle bunlar üzerine yoğunlaştırılırken, daha az nüfuslu Hemşin, Laz, Pontus’dan kalan Rumlar, Çerkezler, Arnavutlar, Makedonlar… ve diğer halklar ve kültürler de bu politikalardan etkilenmişlerdir.
Türkiye yeni bir Ortadoğu savaş girdabının içine hızlı bir şekilde çekilmektedir. Çünkü son 20 yıllık ülkeyi yöneten anlayış, bağımlılık ilişkisini daha da güçlendirmiş ve kendi çıkarını öne alarak özelleştirmeyi halk adına ama yandaş lehine yapmıştır. Devlet küçülürken elde ettiği gelirler dolaylı vergilere doğru kaymış ve bütçe açığını kapatamayacak, tüketime dayalı bir kültürün yerleşmesine de sebep olmuştur. Sürekli ekonomik kriz ve onun dolaylı etkisi olan siyasi kriz ülkenin iç işleri kadar dış işlerini de etkilemiş ve bütçe açığını bir koyup üç alma telaşı ile komşu ülkelerin iç işlerine ve Ortadoğu savaş ortamına doğru cüretkar hamleler yapılmasına neden olmuştur.
Özal’ın liberal savurganlığını bugün ki dört eğilimi temsil ettiğini söyleyen de parti de daha açıktan yapmaktadır. Irak savaşı ve sonrası yaşanan kaotik ortam mezhep savaşına doğru eğimlendiği bir ortamda cephe gerisi düşman tanımına göre Aleviler hakkında olur olmaz fetvalar verilmekte, düşman olarak gösterilerek cephe gerisinin boşaltmak için hamleler (katliam girişimleri) olma olasılığı artmıştır. Zaten düşük yoğunluklu savaş ile Kürtler açıktan katliamlara uğramakta ve köyleri, ilçeleri boşaltılmaya devam etmektedir.
Ermenilere yapılan ‘tehcir’ yerine başka bir uygulama bugün devletin gizli odalarında senaryolaştırılmakta ve ona göre ortam yaratılmaktadır.
İran ve Suudi Arabistan gerginliği elbette basit ve sıradan bir olay değildir. Ortadoğu bataklığında mezhep savaşı demektir. Suudiler dünyada İslam adına terör yapan her oluşumun içinde maddi olarak yer alırken (Hibrit Savaş kuralına göre) şimdi kendisi bir maşa konumuna düşmektedir. Saddam Hüseyin’e verilen rol bu sefer Suudilerin tanınmayan prenslerine ve kralına verilmektedir.
Mezhep savaşı Osmanlı’nın en çok sevdiği savaştı, şimdi onun devamcısı devlet mezhep savaşı yapmak için hızlı adımlar ile çöl kumlarına doğru sürüklenmektedir. Elbette bu mezhep savaşının galibi olmaz, ama çöl kumları kana doyacaktır. Çöl kumunda kırmızı güller kan ile sulanarak açacaktır.  IŞİD mezhep savaşının en açık Hibrit savaş aracıdır. IŞİD’i kuran ve besleyenlerin birlikteliği artık saklanamayacak konumundadır.
Cephe gerisi senaryosu bugünlerde bir yerlerde biçimlendiriliyor. Bu savaşta cephe gerisinde kalacak halklar bir arada bir birini desteklediği sürece devletin yönetenlerin macerasına uymayacak ve kendi ayakları üzerinde kendi kaderlerini çizecektir. Mezhep savaşları bizim savaşımız değildir, savaşa katılmayacağız!
Cephe gerisinde yer alan halklara kalkacak her el kırılmalıdır, aksi halde kim, ne için, kimler için savaştığını bilmeden bir birini boğazlayacaktır…

İsmail Cem Özkan