20 Ocak 2016 Çarşamba

Harakiri ya da kendi kendini yok etmek!

Harakiri ya da kendi kendini yok etmek!

Ülke tarihi içinde birçok kırımla yaşanmıştır, yaşanmaya da devam etmektedir. Her kırılma geçmiş ile bağlantısı olan hareketlerin ve toplumsal ilişkilerde değişim anlamına gelir. Her değişim pozitif anlamında değildir, birçok davranış alışkanlığımızın da tarihin çöplüğüne atılması anlamına gelen negatif yönü de mevcuttur.

Siyasi örgüt olmanın temel üç saç ayağı olduğu vurgusunu değişik zamanlarda yazdığım yazılarda vurguladım, onların başında para, lojistik ve istihbarattır. Bunlardan birinin eksik olması o siyasi hareketin örgüt olup olmadığı tartışma konusu içinde yerini alır. Bugün devlet denen mekanizma bu üç saç ayağı üzerine oturmuş ve baskı aracını da bu ayakları yere basan örgütlenmesi sayesinde yapmaktadır. Devletin olanağını kullanan her siyasi parti ve yapı ondan aldığı güç ile rakiplerini baskı altına almakta ve hatta onlara yaşam alanı dahi bırakmamak için her türlü kanun dışı ama fiiliyatta olan uygulamayı hayata geçirmekten geri durmadığını da şahitlik ediyoruz.

Türkiye sol hareketi kendi içinde tutarlı örgütlü bir tarih çizgisine sahiptir. Örgütsel yapısı içinde insanını çabuk harcayan ve tarihin çöplüğüne atarken günahlarını ve uydurulmuş günahları açıklamaktan çekinmemiştir. Mahkum etmiş, yargılamış ve işe yaramaz diyerek de damgalamaktan geri durmamış, hatta bir bölümü Sibirya toplama kamplarına gidenlerin arkasından el sallamayı da unutmamıştır. Örgüt içi hesaplaşma veya başka söylem ile cinayet farklı gerekçeler sürülmüş olsa da varlığını hep korumuştur. Örgüt içinde liderlik kavgası ve tek doğru kavramı hep var olmuştur. Dergiler, örgütün doğrularını yazmış ve taraftarlarının ve sempatizanlarının da o doğruları mutlak doğru kabul ederek sol yapılar arasında yaşanan çatışmaların da gerekçeleri olmuştur. Kapitalist sistem eleştirisi var olan sosyalist sistemleri mutlak doğru kabul edenler ile bunların dışında orta yol yerel denemeleri de kendisine doğru kabul edenler kendi hakimiyetleri altında başka devrimci örgütlerin yaşaması ve gelişmesi için olanak vermemiştir. Merkezi örgütlerin bu şekilde katı uygulamaları, kırılma süreci ve sonrasında yaşanan sorunlarında temel nedenlerinden biri olarak gördüğümü baştan belirteyim.

Çıkış noktaları ve zamanı farklı olan sol hareketleri birleştiren devletin onlara yaptığı operasyonlar ve karalamalarıdır. Devlet solu tek tipleştirmiş ve hepsini düşman olarak görmüştür. Kontrgerilla eğitimi ve uygulamaları solu yok etme üzerine kurmuş ve onlara uygulanan her zulüm meşru görmüştür. Türkiye kendisine özgü tarihi içinde solu besleyen öteki olarak kabul edilen toplumsal katmanlardır. Kürtler ve aleviler sol yapıların ana omurgasını oluşturmuş olmasına rağmen, sınıf merkezli örgütlenenlerin içinde ırk ve din / mezhep ayrımı en azından tartışmalar içinde gündeme gelmemiştir. 12 Eylül zindanlarında azınlıktan gelen örgüt üyeleri birbirlerini sahiplenmesi ve örgüt ayrımı yapmadan bir arada dayanışma içinde olmaları eteklerde birikecek taşlar için ileride bir neden olarak güdeme gelecektir.

Sol, içinde ki çatışmaları ve sonuçlarını gerçek anlamda özeleştiri mantığı içinde üzerine gitmemiş ve bir daha oluşmaması için örgütsel yapısını değiştiremediği için sol içinde ve sol yapılar arasında çatışmalar güçlü olduğu süre içinde her daim varlığını korumuştur. Çatışması gereken kesim ile çatışma yerine sol bir biri ile girdiği güç kavgasında önemli kadroları kaybetmiştir. Bu durum ileride oluşması muhtemel güven ortamı için güvensizlik yaratmış ve bu güvensizlik ortamında oluşan her türlü birlik ve cephe girişimi gerçek anlamda başarılı bir iş yapmadan dağılmasına sebep olmuştur. Saldırganın ortak olduğu yerlerde sol yapılar ortak mücadele alanında yer almış, birlikte savunma konumunda kalarak daha fazla ölümlerin oluşmasını engellemiş olsalar da bu birliktelik yerel olmaktan öteye bir anlam ifade etmemiştir.

Solun hakim olduğu bölgelerde kendi kitlesini oluşturan tarafsız gibi (ya da başka yapılara sempati duyanlar) gözüken insanına sahip çıkmamış, örgütsel gücünü yandaş olarak gördüklerini koruma üzerine kurmuştur. Bu tercihini hiçbir şekilde sorgulamamış olması kırılma süreci içinde kendisini arkadan hançerleyecek yapıların kendi içinde yeşermesine olanak vermiştir. Sonuç da özeleştiri eksikliği ve olayların peşinde sürekli olaya göre hamle yapmak zorunda kalan solun 12 Eylül sonrası oluşan atmosfer içinde örgütlü bir şekilde dağılmasına sebep olmuştur.

12 Eylül, Türkiye sol hareketinin örgütlü bir şekilde yok olmasına olanak sağlayan ortamı yaratmıştır. O ortamda solcular örgütlü gücünü korumak yerine kızgınlıkları ve hayal kırıklıklarını toplayarak ‘eteklerine taş’ biriktirmişlerdir. Eteklere toplanan taşlar o kadar güçlü gerekçelere dayandırılmıştır ki, örgütlü olarak yargılananlar kendilerini örgütlü olmadıklarını ispatlamaya girişmiş...

Örgütsel yapısını elinde bulunduranlar örgütü, örgütlü ve sistematik olarak zamana yayarak 12 Eylül öncesi ile var olan tüm bağları zayıflatmaya ve hatta tamamı ile yok etmek için eteklerde oluşan taşları gerçekçe göstererek örgütsel olması gereken kanallar yok edilmiş, birlikte Filistin askısında ifade verenler arasında diyaloglar bile kopmuştur.

İşkenceden geçen sol, duvarlara sesini bırakırken, aslında başka şeyleri de işkence duvarlarına asıyordu. İşkence sistematik olarak hapishanede de devam etti, kafese konanlar, hücrede tecritli yaşayanlar, hayattan kopmuş kendi can derdine düşmüş merkezi yapıların bireyleri olaylara müdahil olmak yerine, olayların kendilerine müdahale etmesine izin verdiğini cezaevinden çıktıktan sonra yaşanan tartışmalar ve örgütsel olarak çıkan dergilerde satır aralarına düşen kelimelerden çıkarıyorduk.

Ölenlerin hepsi onurumuzdur ama ya yaşayanlar?

12 Eylül mahkemelerinin vermiş olduğu kararlar sonrası cezasını çekenler, zaman içinde göreceli olarak özgürlüklerine kavuştuktan sonra dağılmış olan örgütsel yapısını toparlamayı acil iş olarak görmeyen ama geçmişten gelen isimden aldığı güç ile örgütsel yapılar arasında nasıl bir gelecek ve yaşama nasıl müdahale ederiz içerikler ile toplantılara müdahil olan geçmişin lider kadrosu, toplantılarda kararlar alınıyor ve yasal zeminde birlik adı altında partiler ve dernekler kuruluyordu. Ortak bir şey yapılması gerektiği fikriyatı öne sürülürken, kimse bulunduğu zemini ve örgütsel gücünü tartışmaya bile açmıyordu. Bireyler yana yana geliyordu, ortak bir şeyler oluyordu ama ortada onları ileriye taşıyacak ne fikir birliği ne de ortak mirası ileriye taşıyacak örgütsel yapısı vardı.

Genel anlamda sol dağılmıştı, dağılmayanlar ise büyük yaralar almıştı. Nefes alamaz koşullar içinde yurt dışından gelecek para ve dışarıda kalmış henüz ilişkiler deşifre olmamışların ilişkilerin yaratmış olduğu taze kan ihtiyacını karşılıyordu, fakat her ne kadar aktarma su ile değirmen dönmeyeceği gibi 12 Eylül ile sonrası oluşan zeminin farkları net olarak tespit edilmemiş, somut duruma uygun somut tahlil yapılamıyordu.

Yapılıyor gibi yapılıyor ama daha çok duygusal yorumlar olduğu zaman içinde ortaya çıkıyordu, çünkü her şey konuşuldu denilen birlik çatıları altında sorunlar ortaya çıkıyor ve duruş noktasına göre değişen olaylara bakış değişim yaratmıştı.

Kürt ulusal hareketlerinin yaratmış olduğu yeni mücadele alanı ve ilişkileri artık hiçbir şeyin eskisi olamayacağını işaret ediyordu.

Yeni konumlanmış ülkenin siyasi zemini, Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi işlemeye başlamış, kan ile para kazanan liberal ekonominin hakim olduğu düzlemde sol hala eski alışkanlıkları ile duygusal olaylara bakma eğilimi içinde ama eteklere biriktirilmiş taşların da atılamadığı ve ayak bağı olduğu bir sürecin içindeydi. Bu süreç örgütlü yapıların bir bölümü örgütsel olarak eskisini yok etmek ve yeniden konumlanmak için uygun koşulların oluşmasını olayların akışına izin vermiş, müdahil olma yerine izlemeyi seçmişti.

Birlik arayışları Özgürlük ve Dayanışma (ÖDP) ile taçlandırılacak ve bu süreç açıkça örgütlü yapıların yeniden biçimlendiği ve ayrıştığı süreci ne olarak ifade edecekti.

Yeni somut duruma uygun olarak Kürt sorunu merkezli tartışmalar yeniden yapılanmayı ve örgütlenmenin yollarını açacaktı. 12 Eylül öncesi ülke gündemine müdahil olacak kadar kitlesel örgütlerin artık kitlesel olmadığı kurulan yeni siyasi partilerin seçimlerde gösterdiği performans ile ortaya çıkacaktı.

Görünen ile somut olan arasında oluşan algı farklılığı yeniden duygusal birliktelikleri oluşturmuş, sol içinde hiçbir zaman olmayan tartışmalar yeniz zemin üzerinde ortaya çıkacaktı. Bu süreç örgütlü olanlarında artık örgütsüz bireyler topluluğu haline dönüştüğü süreci yarattı.

Geçmişin sembolleri ve dergileri söz söylemek için kullanılan birer simgeye indirildi, yeni söylemler bu simgeler üzerine oturtulmaya çalışıldı. Duygusal bir arada duranların duygusal olarak bireyselleşmeleri bir bölüm bireyin geçmişin ticari olarak nasıl kullanılacağı konusun önünü açmıştır. Var olan sosyal demokrasi partisi içinde ihale almak ve ihale işlerini yürütmek için geçmişte yaratılan ilişkiler açıkça kullanılmış ve eteklerde oluşmuş olan taşlara daha fazla taşın birikmesinin de yolunu açmıştır.

Maddi anlamda zenginleşen ve fakirleşen ve sahipsiz bırakılanlar arasında uçurum artmıştır.

Bu sürece müdahil olması gerekenler sessizce olayları izlemek ve olacağı yere kadar gitmesi içinde sessizlik içinde kalmayı tercih etmişlerdir. Liberal düşünce ve yaşam biçimi adlandırılmadan ve etiketlendirilmeden sol yapıların da üzerine yapışmış ve kimse bu etiketi üzerinde atmak içinde hareket dahi etmemiş, sessizce olayı geçiştirmişlerdir.

Sol, 12 Eylül tarihinden önce başlayan yenilgi sürecini, 12 Eylül sonrası cezaevi süreci sonrasında tamamlıyor ve yeniden örgütlenmek için yol arıyordu.

Olaylar ister istemez bireyleri bir birinden uzaklaştırmış, bir bölüm ise inat ile yan yana durmayı seçerek belki de istem dışı üstlerine kalan yapılardan nasıl yeniden örgüt kurabiliriz ve yeniden nasıl yaşama müdahil oluruz arayışına girmiştir.

Dağıtılan ve yıkılan örgüt taşlarından yeniden yaratılmaya çalışılan bir birliktelikler bu süreçte devam etmektedir.

Elbette, hayat ve tarih boşluk kabul etmez, yaratılan boşlukların yerini mutlaka bir şeyler alır, ama bu boşluklarda oluşanlar ne kadar sol ve ne kadar örgüt olarak adlandırılacaklarını tarih ileride bize anlatacaktır.

Tarihsel kırılma süreci içinde en son büyük kırılmada Türkiye sol hareketi genel olarak neden harakiri yaptı?

Bu soruya verilebilecek her yanıt gelecek için atılacak adım için önemli ipuçlarını vereceğini düşünüyorum. Çünkü kırılma zamanında ve sonrasında oluşan siyah noktalar içinde yaşananları dışarıdan bakan bizlerin bilebileceği somut veriler elimizde yok. O süreci yaşayanların önemli bölümü ne yazık ki doğanın yasası ve yaşadıklarının ona vermiş olduğu hastalık ile aramızdan ayrıldılar, ayrılmayanlar ise duruş noktalarına göre yaşanmışlıkları henüz gerçek anlamda anlatmadıkları için bilgi kırpıntısı ile ancak hissedebiliyoruz. Hissettiklerimizi ise ne yazık ki her zaman dillendiremiyoruz, çünkü var olana zarar vermesin, hiç yoktan eldekiler ile idare edelim duygusal tepkisi ile olaylara bakıyoruz.

Sol örgütlü yapıların önemli bir bölümü, büyük kırılma ile örgütlü olarak kendilerini yok ettiler, şimdi o yıkıntılardan yeniden yapılar kurulmaya çalışılıyor.

Geçmişin yapı taşları ile yeniden geçmiş yaratılamaz ama geçmişi eleştiren ve bir daha olmaması için önemli dersleri bize verebilir.

İsmail Cem Özkan