25 Ocak 2016 Pazartesi

Mazlumun yanından bakmak!

Mazlumun yanından bakmak!


Toplumun dönüşümünde her ilerici adım mazlumun yanından olmak ve oradan bakmak ile olduğunu tarih sayfalarını biraz kurcalarsanız farkına varırsınız. Eğer duruşunuzu iktidarda yer alan tarafından koyuyorsanız iktidarın sizin için düşündüğü iyiliğine katlanmak zorundasınız, çünkü hiçbir iktidar başkası için iyilik düşünmez, kendi iktidarını daha uzun sürdürebilmek için çıkar ilişkisi çerçevesinden bakar ve ona göre adımını atar. İktidarda olanlar her daim tutucudur ve var olanın değişmesini istemez. Popüler söylem ile istikrar bozulsun istemez.

İktidar da kim olursa olsun baskıyı temsil eder. Çünkü var olanı korumak ve değişimin önünde durabilmek için baskı aracını devlet eli ile kullanmak zorundadır.

İktidar mücadelesini kişisel mücadeleye döndürenler, olayı kişiselleştirip kişilerin yaptığı davranışlar üzerinden siyaset ve politika belirleyenler aslında var olan hakim düşüncenin ve ekonomi politikanın değişmesini istemeyenlerin yapmış olduğu mücadele yöntemidir. “Aslında politika iyi ama yönetenin kişisel hırsları bu iyi olanı kötü yapıyor ve tüm sorunlar bu kişinin ego sorunundan kaynaklanmaktadır” anlayışını temsil eder. Bugün iktidar mücadelesi yapan tüm siyasi partiler kişi üzerinden karşısındakine saldırıyorsa aslında sorunların üstünü örtmek ve devletin çıkarını koruyan bir duruşları olduğunu söylemek sanırım abartı olmaması gerek. Devlet politikası her şeyin üstünde gören ve devletin çıkarına göre duruşunu belirleyenler, iktidar mücadelesini kişiler üzerinden yaptıkları sürece var olan iktidarın değişimin imkansız kıldıklarını ve her seçimin birer referandum gibi algılanarak var olan dengelerin üç aşağı beş yukarı korunması anlamındadır. Kişiselleştirilen her siyasi iktidar mücadelesi öteki anlamında “ben halimden memnunum ve elimde olan ile idare etmesi beni rahatsız etmemektedir.” Muhalefet yapılar kendi iç iktidar mücadelesini acımasızca yaparken iç mücadele biçimi de kişiler üzerinden olmasına özen göstermektedir ve moda değimi ile bizim partinin geleneğinde ve ahlakında liderinin dışında konuşması ve liderin konuşması üzerine başkasının konuşması olmaz lafı dillendirilir. Lider her şeyi bilendir ve onun önsezileri / sözleri doktrin gibi anlaşılır, tartışılmaz. Liderin belirlediği teşkilat yöneticileri, liderinin daha rahat politika yapması ve kamuoyunda daha fazla ilgi bulması için ‘PR’ (Public Relations = Halkla İlişkiler) çalışması yapar. Liderin seçtiği teşkilat ise demokrasi gereği kongrelerde liderlerini seçer.  Liderin seçtiği milletvekilleri ve belediye başkanları ise yine kongrelerde liderlerini destekler ve gelecek seçimlerde bir daha seçilme şansları olsun diye. Demokrasi öyle bir sarmaldır ki, lider etrafında yapılmış örgütlenme içinde örülmüş bir çıkarlar ilişkisi bütündür. Bu ilişki ile bürünmüş siyasi yaşam elbette kişiler üzerinden olaylar yorumlanacak ve politika ve projeler her zaman geri planda kalacaktır. Geri planda kalan projeler de elbette uygulanan projelerden ve planlardan pek farkı olmadığı programlara bakarak görülebilir. Ülkemizin planlarının üzerinde her zaman ABD damgasını görebilir, güvenlik projelerinde ise NATO damgası sürekli yerini korumaktadır. NATO bilgisi ile kurulan Kontrgerilla faaliyetleri sonucu kaç insanımızın kanı toprağa düştüğünü kimse net olarak söyleyemeyecek konumdadır. 

İktidar yanından ya da onun belirlediği noktadan olaya bakınca değişimin ne kadar imkansız olduğunun farkına varmak kısaca anlattığım perspektif ile de ortaya çıkmaktadır. Değişim isteyenler, toplumu ileriye taşımak isteyenler her zaman çoğunluğun ve iktidarın penceresinden değil mazlumun ve azınlığın penceresinden bakmak zorundadır. Tüm toplumsal dönüşümler mazlumların iktidar ile girdiği mücadele sonucunda ileriye taşınmıştır, iktidar ise bu ilerici adımları zor ile bastırmış toprağın kan ile sulanmasını sağlamaktan başka şey yapmamıştır. Eğer bir ülkede her hangi bir azınlığın hakkı yok sayılır ise o ülke çağdaş, demokrat ve insan haklarına saygılı bir toplum değildir. ( Bu tanımın içinde Fransa ve benzerleri de yer almaktadır ve Fransa bana göre en barbar ülkelerden biridir, çünkü orada Bask ve diğer halklar yok sayılmaktadır. ) Azınlık hakları ve ona gösterilen saygı/ olanak toplumun hoşgörülü olup olmadığının da resmidir. Çoğunluk hakları her toplumda zaten korunur ama azınlıklar en ufak ekonomik dar boğazda ya da siyasi kaos içinde hedef olabilmekte ve toplumun nefret söylemleri ve linç kültürü onlar üzerine doğru dönmektedir.

Ülkemiz demokrat, çağdaş, ileri ve azınlıklara karşı hoşgörülü bir devlet yapısından çok uzaktadır. Devlet anlayışımız içinde hoşgörü kelimesi sadece havada sallanan bir balondan farksızdır, uygulamamız ve hukuk anlayışımız zor kavramı içinde yerini bulur. İktidara göre ve çıkarına uygun şekilde devlet olanakları değişim göstermekte ve kararları iktidarın o anki çıkarına uygun şekilde değişime uğramaktadır. Yasalarca hakimlere verilen kişisel tolerans hakkı iktidarın çıkarına uygun olarak kullanılmaktadır.

Mağdurluk her toplum için söz konusudur, önemli olan mağdur olanın bir daha aynı şekilde mağdur olmaması için o koşulları ortadan kaldıran düzenlemelerin yapılmasıdır. İlerleme ancak bu şekilde olması gerekirken, bizde bir birine benzer mağdurların çok olması ve gün geçtikçe de ortaya çıkması aslında biz yaşananlardan ders almadığımızı ve çoğunluğun haklarının korunduğunu idrak etmemize yol açmaktadır.

Yakın tarihimiz içinde birçok olay yaşadık. Bir biri ile bağlantısı olmayan ama bir biri ile iç içe geçmiş birçok cinayet, katliam yaşadık. Dink cinayeti, Trabzon’da öldürülen papaz cinayetinin devamı gibidir, Malatya’da işlenen misyoner cinayeti de onun devamı konumundadır. Katilleri farklıdır ama işleniş biçimi ile hedef seçimi aynı mantığın ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Mağdurluk ortadadır ama onu ortadan kaldıracak hiçbir düzenleme olmadığı gibi yeni cinayetlerin oluşmasını sağlayan siyasi ortam her zaman mevcudiyetini korumaktadır. Bu olaylardan ders alıp nasıl bu cinayetleri önleyebiliriz konusunda yasal/idari hiçbir düzenleme olmamıştır.

Halk olarak bizler, bir Ermeni öldürüldü “hepimiz Ermeniyiz” diyerek mağdurun arkasında ve yanında olduğumuzu ilan ettik…

Ben kişi olarak mazlumdan yanayım ve mazlum Kürt olmuş, Süryani olmuş, Laz olmuş, Ermeni olmuş, Gürcü olmuş… diye bakmam, onun yanında durur, ezilmemesi için, yaşaması için, birlikte yaşayabilmek için onun yanında dururum, tıpkı Hrant'ın yanında durduğum gibi…

Mazlumların hakları verilirse hayat daha güzel ve yaşadığım yerler daha renkli olur. Azınlıkların hakları olduğu sürece özgürlüklerden, hoşgörüden bahsedilir, yoksa hakları; orada ne özgürlük olur ne de hoşgörü. O yüzden her gün ölen her Kürt ile ölüyorum, her acı çeken ile kanıyorum, her göz yaşına ortak oluyorum…

Artık yeter!

Bu kadar acı çektirmeyin bize, birlikte yaşayalım!


İsmail Cem Özkan