4 Nisan 2016 Pazartesi

Çıkarlar, demokrasi mücadelesinin altını boşaltıp doldurabilir!

Çıkarlar, demokrasi mücadelesinin altını boşaltıp doldurabilir!

Demokrasi mücadelesi olarak gösterilen birçok etkinlik aslında demokrasi değil, iktidar mücadelesidir. İktidar için girişilen kavgada özgürlük, demokrasi, hoşgörü kelimeleri sık sık kullanılır ama hayatta karşılığı olmayan altı boş olan cümlelerin birer parçası olurlar.

Türkiye'nin ilk anayasası "Özgürlük, Adalet, Kardeşlik, Millete Eşitlik" sloganları eşliğinde 23 Aralık 1876 ilan edilmiştir. Bugüne kadar o sloganda yer alan kelimeler hala gündemde ve gündemin sıcak ve yumuşak karnı oluşturmaktadır. Azınlıklardan her hangi biri ne zaman özgürlük dese, çoğunluğun baskı kırma özgürlüğü ile karşılaşır. Kardeşlik kelimesi zaten baştan aşağıya yanlış algılar üzerine oturmaktadır, çoğunluk ve güçlü olanın zayıf ve güçsüz olanı dövmesi, hırpalaması ve kendisi gibi düşünmeye zorlaması kısaca asimile olmasını ve değişmesi üzerine kuruludur. Küçük ve zayıf kardeş abisi ne derse onu yapmak ile yükümlü kılınır ve ona benzemesi için sürekli karşılaştırma yapılır. Bakın bizim dilimiz ne mükemmel her şeyi açıklayabiliyoruz der, ama onun dilinin güdük kalmasının tek sebebi olduğunu görmezden gelir. İmkanı olsa belki çoğunluğun konuştuğu dilden daha fazla kelime üretebilecek! Millette eşitlik tekil olarak algılanır, tek ulus, tek bayrak, tek dil, tek mezhep, tek din, tek… kısaca eğitimde tek, güvenlikte tek anlayış eşitlik kavramını zaten ortadan kaldırmaktadır. Millette eşitlik diyerek imza verenler, ilk anayasanın yazımına katkı sunan azınlık üyeleri ilk baskı görenler olmuştur.  

Ülkemizin tarihi genelde dışa bağımı şekilde gelişmiştir, içeriden birileri istedi değil, dışarıdan birileri istedi diye yapılmıştır. Kendi aklı ile düşünmek yerine ısmarlama fikirler kolaj usulü yapıştırılmış ve topluma giydirilmeye çalışılmıştır. Alışkanlıklar ve kültür biat etme üzerine kurulu toplumda özgürlük de tepeden aşağıya sözde verilmiş ve ilk özgürlük istemi ve hareketi karşısında hemen ortanda kaldırılmış, isteyenler de askıya alınmış, işkencelerden geçirilmiş… Onların tabanı olduğunu gördüğü kesim üzerinden de baskı gerek toplumsal linç için zemin hazırlanmış gerek devlet kendi imkanları ile saldırmış, kararnameler ile yaptığı usulsüz işleri yasal kılıfa büründürmüş. Kendi aklı ile içselleştiremeyenler, başkalarından gelen baskılara boyun eğmiş ve dışarıya karşı hoşgörü, içe karşı otoriter bir toplum çıkar çatışmalarının ortasında kurulmuş…

Türkiye kurumları ile Osmanlının devamı olarak kurulmuş ve parçalanarak bugün ki halinde daha kontrol edilebilen sınırlar içinde kurulmuştur. Osmanlı’dan aldığı mirası bir çok kurumları ile bugün de yaşatmaktadır. Osmanlı zamanında cephe gerisi boşaltma adı altında tehcir, Abdülhamit'e 'kızıl' lakabını takan katliamların başka boyutta kısa tarihimiz içinde küçük ya da büyük boyutta yaşadık… Türkiye sürgünler ülkesi gibidir, her olumsuz gördüğünü bir yere rahatlıkla sürebilmekte ve cezalandırılabilmektedir. Osmanlı zamanında sürgüne göndermek ve başka ülkeler tarafından sürgüne gönderilmişleri almak doğal bir şeydir. Muhacir, mübadil, mülteci… yabancısı olmadığımız kelimelerdir...

Türkiye devletinin doğuşu dönemin uluslar arası ilişkilerde ki çıkar çatışması ve güç göstergesi sonucunda dış güçler arasında karar verilmiş ve o karar sonucunda ihtiyaca uygun şekilde şekillenmesine olanak verilmiştir. Elbette bu sadece bizim gibi ülke ile sınırlı değildir, cetvel ile çizilen devletler ve çıkarlara uygun küçük devletlerin kurulması ve sonra onları çıkarlar gereği başka ülke tarafından işgal edilmesi o dönemin karmaşık olayları içinde yer alır. Burada gözden kaçırılan gerçek, bir ara ya da tampon olarak kurulan ülkenin içişleri bir biri ile çatışan devletlerin karşılıklı görüşleri ve uzlaşması ile biçimlendirilmiştir. Örnek biz demir perde ve önünde yer alan devletler tarafından arada sınır boyunda kurulmuş bir devlet olduğumuza göre, bizim içişlerimizi daha iyi anlayabilmek için iki grup ülkelerin bize bakışına bakmamız da fayda var. Her karar ve darbe gibi olaylar icazet almadan olmayacak şekildedir. En baskın gibi gözüken, sanki ülke içinde çıkarı yok edilmiş gibi gözüken bir tarafın darbe sonrasında fazla refleks göstermediğini gözden kaçırırız. Onlar adına ülke içinde adım atanlar, toplumsal dinamikte yer alanların tepkileri ve onlara yönelik operasyonlarda gösterilen tepkiler, kuzey ülkemizin çıkarı ile paraleldir… en çıplak olarak 12 Eylül sürecinde yaşadık, Sovyetler topraklarına giren devrimciler, aynı hızda geri askeri rejime iade edilmişlerdir. Çünkü o dönemde ki Sovyetler Türkiye’de yaşanan darbeyi darbe olarak görmemiş, bir müdahale olarak algılamıştır. Onların ülkemizde ki sözcüsü gibi hareket eden TKP 12 Eylül'ü ‘ılımlı bir askeri cunta’ olarak değerlendirmiştir. 1983 yılında ancak ‘faşist diktatörlük’ olarak değerlendirmiştir. Bu kararın temelinde belirtilen gerekçe "Sovyetler Birliği'yle iyi komşuluk ilişkilerini sürdüreceğiz" sözünü söyleyen generallerin mesajında saklıdır... Sovyet çıkarı, ABD çıkarı ile çatıştığı noktalar ve çatışmadığı noktalarda ülkenin kader çizgisinde değişimler olmuştur. 24 Ocak kararları liberalizmin tüm dünyayı kuşattığı yılların başlangıcıdır, devlet zırhı ile korunan gümrüklerin açılma sürecinde Gorbaçov’un iktidara yürüyüşü de başlamıştır.

Suriye savaşı son dönemde belirleyici olan bir iç savaş görünümündedir. Her ne kadar modern değim ile hibrit savaşları olarak geçse de orada çatışan güçlerin çıkar ilişkilerine göre savaşın boyutu ve yıkıcılığı değişmektedir. Birden korku karanlık bir şekilde ilerlemesine izin verilirken, birden izin veren ülkelerin ekonomik dar boğazında iyileşmelere sebep olan silah satışında patlama yaşanıyor. Petrol fiyatları savaşa rağmen dibe vuruyor, Almanya'nın ABD bilgisi dahilinde Rusya içişlerine müdahalesi ve ona karşın Rusya'nın tepkisi gecikmemiştir. Almanya onu Avrupa olarak okuyun, mülteci akını ile test edilmiştir. Fakat Suriye savaşında iki hasım gibi gözüken güç ortak hareket etmekte ve birbirlerine bilgi vererek kendi sınırını korumaktadır… Bu arada gözden kaçmasın ABD tarihinde en iyi ekonomik performansını yakalamak üzere…

Sonuç olarak ülkemizden olaya baktığımıza göre, "Özgürlük, Adalet, Kardeşlik, Millete Eşitlik" ilk anayasamızda kullanılan kelimelerdi, günümüzde demokrasiyi ekledik... Çıkarlar, demokrasi, özgürlük, adalet, kardeşlik, eşitlik mücadelesinin altını boşaltıp doldurabilir! Ne yazık ki ülke içinde ki çıkarlar, uluslararası ve uluslar üstü firmaların çıkarları karşısında etkisiz kalır… Cumhuriyetin ilk yıllarında belki hükumet indirmek ve bakanlar kurulu oluşumunda ülke içinde çıkarların önemi varmış gibi gözükürdü ama makamlara kim gelirse gelsin birilerin çıkarına hizmet ile yükümlü olduğu için uzaktan bize bakanlar için kişilerin önemi yoktu, hala da yok… Ülke içinde karma ekonominin şartları içinde demokrasi varmış gibi saha içinde oynayanlara özgürlük alanı bırakılırdı. Sadece liderlere önem verilir ve o liderlere gerek görüldüğünde ayar verilebilirdi. Bir dönemin lideri İnönü, “Yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur.” diyerek konumumuzu özetlemiştir.  Bu uygulama hala varlığını koruduğunu yaşayarak bir kere daha görmekteyiz.

İsmail Cem Özkan