Tanımıyorum….
Savaşın rüzgarı henüz garp cephesine vurmadı ama garp
diyarında yaşananlar şark cephesinde yaşananların üstünü örtmek üzerine
kurgulanmış gibi. Her şey günlük gülistanlık, her şeyin doğal akışında olduğu
izlenimi verilirken ülke baştan aşağıya ortaçağ karanlığına gömülmektedir.
Ortaçağ insanlığa zulüm, acı ve savaştan başka şey
vermemiştir. Karanlıkların hakim olduğu dönemlerde; din ve din ile geçimini
sağlayanların sözlerinin emir olarak kabul edildiği zamanı işaret eder… O
dönemde ne bilim, ne teknoloji, ne de insanlık bir adım ötesine adım
atamamıştır. Canice öldürmek ve talan kültürünün hakim olduğu dönemde dünyanın
hala düz, keşfedilmemiş kıtaların olduğunu bugünden bakarak rahatlıkla
söyleyebiliriz. Ortaçağ karanlığında en büyük kral bile domatesin tadını
alamamış, patatesin nasıl bir şey olduğunu hayal bile edememiştir.
Karanlığı yenen ileriye doğru atılmış cesaret ile bir
adımdır. O ilk adımdan sonra insanlık yeniden karanlığa doğru adım atmaz diye
düşünürüz, çünkü karanlık ölüm demektir. Ne yazık ki ülkemiz ‘orient’ geleneği
ve ortaçağ kültürünün yeniden canlandırılması ile Osmanlı marşı gibi iki adım
geriye hem de uzun adımlar ile atmaktadır.
Karanlık ölümdür ve yaşadığımız zaman da şark diyarında ölüm
şehrin bodrumunda gizlenmektedir. Bodruma sığınmış insanların üstüne alev ile
saldırmaktalar. İnsanların cesetleri dna testleri ile tespit edilmesi bile
güçlükler ile doludur. Yanmış, küle dönmüş insanlık şarkta günlük yaşamın bir
parçası gibi sunulurken, garp illerinde şarktaki savaşın mültecilerinin yaratmış
olduğu çelişkilerin içinde doğal, hep yaşanan şeylerin tekrarı gibi
algılanmaktadır. Ülke karanlığa Arap harfleri ile hızlı bir şekilde
savrulurken, garp diyarının ülkeleri bana gelmeyen mülteci çok yaşasın, bana
geleni de paket edip gönderelim derdi ile şarkta alev atan liderin her isteğine
olumlu yaklaşıyormuş gibi yapıp, çıkar çatışmasına göre tavizler vermektedir.
Tavizler ile savaşın yaşadığı şark daha fazla yıkılmakta ve
TOKİ binaları ile yeniden inşaat edileceği söylenmektedir. Peki, orada yaşayan
kültürü TOKİ mi yeniden yaratacak? Orada yok olan kültür ve komşuluk
ilişkilerinin güzel evlatları ateş ile yanmışken kim onları ateşin içinden
yeniden doğumuna sebep olacak?
Üzerine alev atılan insanların kemikleri ve külleri üzerine
toprak serpiliyor... O serpilen topraklardan o güzel insanlar mı yeniden
filizlenecek?
Ölüm ekiliyor... Coğrafyanın sınırı yok!
Ölüm ekilen yerde insan da olmaz fidan da!
Ölümün hüküm sürdüğü topraklar çöle dönüşüyor...
Tuz çürüdü…
Tuz toprağın üst katmanına kadar geldi…
Tuzu ekmeğe banıp da yiyen kültür orada
yok!
Şark illerinde ölüm hakim, garp illerinde ise mülteci!
Kim buna dur diyebilir?
Kim bunu engelleyebilir?
Hangi çıkar çatışması bizi aydınlığa savurur?
Hangi ülkenin insanı; “artık ölmek değil, birlikte yaşamak
istiyoruz ama eşit koşullarda ve ana dilimizde!” diye bağırabilir. Yaşama hakkı
elinden alınmışken…
Kim bu naif duygulara sahip çıkabilir?
Hangi çıkar çatışması bu güzel insanların yaşama hakkını
elinden alan karanlığa karşı olur?
Dünya yeniden biçimleniyor... Ülkemizde bu biçimlenen
dünyada yerini karanlık bir noktada almış gibi... Bize verilen görev;
karanlıkta birkaç gözü doymaz insanın sermaye birikimine yardım edin, sizin
kanınızdan, canınızdan ve de etinizden yararlansın! Sesinizi çıkarmayın!.. Hayır,
buna hayır diyebilmek kolay ama bu hayırı yaşama geçirmek sanıldığı kadar kolay
değil, çünkü el açmaya alışmış bir halk, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın!”
diye ibadet ederken, kapı önünde el açıp, etek öperken daha çok Börklüce
Mustafa’nın derisi yüzülüp Selçuk kazasında deve üzerinde sergilenerek
gezdirilir… O zamana da fetret devri derlerdi, bugüne hangi isim verecekler
ileride? Yaşanırken isim verilmez, yaşanıp anı olduktan sonra hadi o günlere
bir isim verelim derler birileri ve uysa da uymasa da bir isim verilir…
Garp cephesinde derisi yüzülmüş insanı görmek için koşan ve
festival havasında geziler yapanların olduğu bir memleket… Panayırı, festivali
eksik olmaz… Garptan daha fazla batıcı görünümlü, içeriği daha ortaçağ tınıları
ile meşgul kapı kullarının oynadığı bir oyun... Ne ölümü durdurmakta ne de
gelmekte olan zifiri karanlığı... Tek tek haklar ellimizden alınıyor, tek tek
insan olmanın onuru ayaklar altında toprağa karışıyor…
Halklarımız elimizden alınırken, ülkemin halklarından biri
ateşler içinde dururken ülke turizmi çok gelişmektedir. Yurt dışına giden
turist insanımız ülkemizin ne kadar çağdaş olduğunun resmini onurlu bir şekilde
garp insanına gösteriyor… Ekranlarda gördüğünüz ve sizin içinizde yaşayan
göçmen (misafir işçiler) o ülkenin insanı değil, onlar azınlık diyerek ülkeyi
güllük gülistanlık gösteren bu ülkenin insanı; ölümlere karşı gözünü,
çığlıklara karşı kulağını kapatmıştır…
Şark ve garpın ortasında bir kısrak başı gibi duran ve
kısrak başını bıçağın keskin tarafına eğmiş bir şekilde “bu da kader ve
yaşanması gerekiyorsa yaşayacağım” diyerek kaderinin çizgisine razı bir şekilde
duran bu memleket bizim değil!
Tanıyamıyorum, tanıyanı da ben tanımıyorum…
İsmail Cem Özkan