18 Haziran 2016 Cumartesi

Test etmek!

Test etmek!

Test etmek siyasi literatürümüze bir operasyon öncesi, hedef kitlenin gücünü ölçmek amaçlı küçük operasyon olarak geçmiştir. Her darbe öncesi ve büyük operasyonlar öncesinde devlet erkini elinde bulunduran ya da silahlı gücü elinde bulunduranlar hedef kitlenin direnme gücünü birçok amaçlı şekilde test eder. Bu savaşın genel kuralıdır. İç savaş konumunda olan ülkede genelde bu testler devlet erki tarafından örgütlü ama örgütsüzmüş gibi, tesadüfmüş gibi hava verilerek yapılmaya çalışılır ama siyasi irade eğer o testten başarı görmüşse artık onu tutana aşk olsun, her türlü algı ile oynayarak amaca hizmet eden kamuoyu oluşturulur. Kamuoyu ise medya aracılığı ile yaratılır ve artık o gerçekleştiğinde “bakın doğruyu bu medya grubu yazıyor” ya da “şu yorumcu bildi” diyerek o testin psikolojik olgusunu birden kahraman ve sözü dinlenen biri ilan eder (Fuat Avni böyle ihtiyaçtan üretilmiş sanal bir kahramandır.) …
Bir gün bir ülkenin başbakanı ya da yetkilisi kalkıp iç savaşa bile hazırım diyorsa bilin ki orada toplumun iç dinamiklerini psikolojik açıdan test ediyordur, kim, hangi grup ya da katman nasıl/ne kadar karşı çıkacak... Toplum kesimlerinin içinde ince bir ayar vardır, o ayar ile iktidarda kalmak için oynayacağım diyordur.  Kanlı bir geleceğin ön ayak sesleridir. Kapalı kapılar arkasında yapılan programlar ve stratejiler hayata denk düşmez genelde, çok karmaşıktır. Hayat içinde ve nereden hangi dengenin bozulacağını kimse hemen hesaplayamaz, çünkü bunu yapabilmesi için elinde güçlü teknoloji, silah ve ‘embedded’ kullanabileceği medya olması gereklidir. İç savaş koşullarında medya artık devletin medyası değil, direnenlerin medyasıdır ve daha çok izlenir. Resmi açıklamaların hepsinin yalan olduğu en ücra yerde yaşayan da bu durumu en kısa sürede algılar. O yüzden “iç savaş koşullarında ben hazırlıklıyım” demek sadece “ben iktidarım için maceraya atılmaya hazırım” demektir ve kaybedeceği artık ne çocuğunu düşünür ne de o güne kadar biriktirdiği maddi kaynaklarını. Hepsini harcayarak büyük olasılıkla sonu kanlı olacaktır.
İç savaşta galip gelen devlet değildir, çünkü kazanan hangi taraf olursa olsun devlet değişecek ve uzun süre yaşanan travmayı üzerinden atlatamayacaktır. İç barış geçici sağlansa da savaş koşulu her zaman oluşmaya hazırdır ve parçalanma kaçınılmazdır. Savaş var olanın parçalanarak yeniden sınırların oluşması demektir ki, ülkemiz öznelinde Osmanlıdan bugüne kadar kaybedilen renklerin içine başka renklerin de katılması anlamına gelir.
Türkiye kısa tarihi içinde iç savaşı gördü, kanlı bir cephe savaşına doğru eğrildi. Gerçi bunu devletin yeniden biçimlendirilmesi için yapılan bir iç savaş olduğunu bugün yaşadığımız sonuca bakarak söyleyebiliriz. İç savaş koşulları yine başka bir hesaplaşma olarak gündeme gelen darbe sonucunda oluşturulmuş atmosfer ile ilintilidir. Her toplumsal olayın bir geçmişi vardır ve o geçmiş geleceğin hangi rotada gitmesini isteyen erklerin bilgisi dahilinde olmaktadır. Türkiye kurulduktan sonra bir kaç defa amacı, hedefi ve işleyişi yeniden gözden geçirilmiş ve evrensel olarak değişen siyasi atmosfere paralel şekilde değişime uğramıştır. Latin Amerika ülkelerinde başlayan bir darbe koşulu dalga olarak bizi de aynı yıllar içinde vurması tesadüfi değildir, çünkü Amerika’nın (kapitalist güç) etkisi altında olan ülkeler genelde benzer siyasi çalkantıları yaşamıştır. Karbon kağıdında çoğaltılan siyasi projeler bir biri arkasına ülkelerin içinde iç savaş olarak uygulanmış ve bu stratejiyi planlayanların amacına hizmet edecek şekilde uygulanan ülkelerin devlet yapısı değiştirilmiştir.
Devletimiz sabit ve durağan değildir, sürekli iç dinamiklere rağmen dıştan gelen bir dalganın etkisi ile değişime uğramış ve toplumsal çalkantılar ve kırılmalar buna bağlı olarak olmuştur.
“Your boys have done it” (senin çocuklar işi bitirdi ) sözü bizim yakın tarihimiz içinde önemli bir kırılma sonucunda karar mekanizmasında söylenen bir sözdür ve yoruma açık bir cümle bile değildir. Bu kadar çıplak ve net ifade sanırım olamaz.
Elbette devletin yeniden yapılandırılması ve yeni dünya düzeni içinde ister istemez yeni figürlerin ortaya çıkarılması sadece sistemin daha uzun ayakta kalması için önünde engel gördüklerini temizleme aracıdır. Sistem kendisini yenilerken içinde yarattığı düşmanını da bir biçimde yeniden konumlandırmakta ve hizaya sokmaktadır.
Ulus devletin ortadan kalktığı ve yeni devletin henüz oturmadığı bir süreçte, hala birçok ülke içinde ulusal sorun ve o soruna dayalı olarak iç savaş koşullarının yaşanması dengesiz bir tarih çizgisinin olduğu gerçeği ile karşılaşırız ama nihai hedef yolunda etnik kimliklerin öne çıkarılması ve var olan ülkelerin parçalanması yeni piyasa kavgasının sonucudur.  
Kapitalizm her bunalımını değişimini savaş ile yapmış, savaş sonucunda kazanan figürler eli ile gerçekleştirmiştir. Savaş aynı zamanda değişimi yapacak olan güce halk nezdinde kahramanlık payesi vererek yaptıklarını bir süreliğine sorgulamaktan alı koyan bir özelliktir. Sorgulanmayan değişime direnç de olmaz.
Gürcistan’da yaşanan iç savaş bugün o ülkenin ordusuz olması tesadüfi değildir. Ülkeyi üçe parçalamışlar ve her bir parçasında başka ülkelerin barış gücü konumlandırılmıştır. Sanki ülke parçalanmamış gibi bir bütün gibi gösterilmesine rağmen ülke pratik olarak parçalıdır ve ülke içinde bu parçalara geçiş serbest değildir. Aynı şekilde Ukrayna benzer bir devrim yaşamış ve hala orada sıcak savaşın olduğu noktadır. Gürcistan ile aynı kaderi paylaşmaktadır. Ülke değişik ülkelerin ordusu tarafından kontrol edilmektedir. Renkli devrimler Amerika’nın direkt kontrol ettiği ülkelerde olmadı ama sonucu itibarı ile ister istemez Amerikan kontrolünde ki ülkeleri de etkiledi. Latin ülkeleri bu dalgadan uzak kalmış olması ve orada solun bilinçli yükselmesi liberal dalgayı engelleyememiştir. Bugün Latin ülkeleri huzurlu değildir ve yeniden devlet yapısı biçimlendirilmektedir. Amerika kıtası sermayenin serbest dolaştığı ve ulus devleti tarafından engellenen konumunda değildir…
Ulus devlet yoktur ama yerine konumlanan devlet henüz adı konmamıştır ve gelişim sürecini bitirmemiştir. Bugün yaşadığımız ve tüm alışkanlıklarımızın yok edildiği süreç içerisinde yeniden toplumlar konumlanırken, sistemin bir dişlisi konumuna getiriliyoruz. Kapı kulu şeklinde bize yabancı olmayan bir yeni sömürge biçiminde işçi sınıfı bugün parçalıdır, zayıftır, uluslar arası ölçekte firmalarda örgütlülüğü tartışmalıdır. Taşeron ve rekabet koşullarında işçiler kendisini kanıtlamak ve işverene proje sunmak ile yükümlü kılınmıştır. İşçinin artık bir merkezde çalışması söz konusu değil, aksine tüm coğrafyalarda taşeron olarak hareket halinde olacak şekilde konumlanmaktadır. Bugün işe girdiği merkezde başlayıp, aynı coğrafyada emekli olma olasılığı gittikçe azalacak, paranın hareketi gibi sürekli piyasa içinde borsada hareket halinde para gibi konumlanacaktır. Lazım ve gerekli olduğu yere işçi transfer edilip en “verimli” şekilde ondan faydalanılacaktır. Alman otomobil sanayisi tüm Almanya’ya yayılan üretim platformlarında değişik firmalara yaptırılan parçalarının birleşimi ile ortaya çıkan süreç şimdi evrensel model olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir ürünün parçaları değişik ülkelerde üretilirken nihai montaj değişik ülkelerde olabilecek şekilde planlanmıştır. “made in” kavramı ürünlerin üzerinde genelde olmayacaktır. Marka yeterli olacak ve insanlar o markanın bir çalışanı ve parçası olacak, aidat duygusu ulusal değil, markanın olacaktır. Çalıştığı marka ile gurur duyan, onun ile kendisini tanımlayan bir şekle girmesi beni açıkçası şaşırtmayacaktır. Bugün ulusal bayrak önünde yapılan törenlerin artık olmayacağını ama markanın bayrağı önünde saygı ile eğildiği bir sürece doğru evrildiğimizi düşünüyorum. HSCB Bank gibi merkez bankaların tüm coğrafyalarda işlem yaparken, ulusa ait merkezi bankaların olmayacağı ve birleştirilmiş ulusların merkezlerinin ürettiği ve onların borsalarına bağlı yeni bir yaşamın gelmekte olduğunu düşünmekteyim… Bugün her ürünün borsası yaratılma sürecindeyiz. Ülkemiz öznelinde enerji borsası yaratılması için öncelikle doğa yağmalanmakta ve enerji firmalarının oluşması ve o sayede borsanın açılması için koşullar zorlamaktadır. Bugün HES ve diğer enerji üreten kaynakların birer yağmalanır gibi teşvik edilmesi borsanın oluşturulması ve ulus devletinin atar daması olan alt yapının parçalanmasıdır. (Kapitalizm elinde var olan her şeyi yağmalayarak büyür, yeniden oluşturma ve koruma güdüsü ancak ondan verimli bir şekilde yararlandığı koşullarda olur. Yağma kapitalizmin ruhunda hiç değişmeden devam edecektir.) Ulus devletin sunduğu enerji, eğitim, güvenlik, sağlık artık devletin tekelinden çıkmakta ve borsalar sayesinde uluslararası piyasaya sunulmaktadır. Eğitim özelleştirilmesi ve bazı özel okulların birer eğitim dışında sermayelere satılması ve onların da bir ucunun uluslar arası firmalara ait olması henüz başlangıçtır. Gelmekte olan devlette alt yapı parası olana sunulacak ve alt yapının sahipleri borsada işlem gören firmalar olacaktır. Borsa, ulusal olmaktan çıkıp, evrensel işleyişin birer pazarı ve alanı olarak önem kazanacaktır. Klasik kapitalist sistemde ulus için işlem yapan borsalar artık ulus için değil, bağlı bulunduğu sistem için işlem yapacak ve onun atardamarı olacaktır.
Test etmek konusuna geri dönersek, işte ulusal devletin hakim gücü gibi gözüken iktidar kendi iktidarını daha uzun yaşatmak için iç savaşı göze alarak kendi gördüğü güçleri test ettiğini sanırken, aslında onu test eden başkalarıdır. Esas güç iktidarda değildir, iktidar sistemin sadece piyonudur ve o görevini tamamlamak üzerindedir. Şimdilik sistem ihtiyaç duyduğu atomize edilmiş toplumlarda devlet yeni anlayışı ve işlevi ile varlığını koruyacaktır.
İsmail Cem Özkan 


15 Haziran 2016 Çarşamba

Roller!

Roller!

Toplumun bize yüklediği rolleri hiç düşünmeden hemen kabul ederiz, hatta o kadar çabuk benimseriz ki hiç sorgulamayız, sorgulamayı da aklımıza dahi getirmeyiz. Biz o rol için yaratılmış ve onu gerektiği gibi oynamaya yükümlüyüzdür sanki! Fakat buna rağmen tarihin bize yüklediği rolleri nedense içgüdüsel ya da güvenlik kaygılarımız yüzünden ret ediyoruz. Tarihin bize yüklediği rol ancak toplumsal hareketlilik içinde kendiliğinden gelişen toplumsal dalgada bir su damlası olabiliyoruz. Ve bu içgüdüsel hareketlilik toplu olduğunda güçlü etki yaratmış olmasına rağmen ne yazık ki değişimin habercisi olmaktan öteye gitmiyor. Tarih değişimler küçük adımlar şeklinde olabilirken aynı zamanda köklü ve keskin çatlamalara yol açan sarsıntılar ile de ilerlemektedir. Bu ilerleyiş sanıldığı ve düşünüldüğü gibi her daim aydınlığa ve çağdaşlığa değil, tersi de söz konusu olduğu yaşadığımız çağın ruhuna bakarak anlayabiliyoruz.
Tarihin bize yüklediği rolleri neden ret ediyor ya da görmemezlikten geliyoruz? Bu sorunun yanıtı ancak olaylar bittikten sonra aslında ben ya da biz şunları yapabilirdik, şu olanakları elimizden kaçırdık şeklinde olabilmektedir ama en önemli sebep örgütlü ve hazırlıklı olmadığımızdan yatar. Tarih ancak örgütlü ve bilinçli dokunuşlar yapanların iradesi ile değişir. O irade bizi ancak kriz ortamında krizi daha iyi kontrol etmeyi ve yönlendirmeyi getirir ki o da gerçek anlamda örgütlü olmayı ve örgütlü hareket etmeyi gerçekleştirildiğini gösterir.
Yakın tarihimiz içinde birçok kırılma ve tarihin değiştiğine şahitlik ettik. Bu değişimlerin ve dokunuşların içinde devlet denen örgütlü yapının içinde ama kontrol dışında başka bir örgütlü yapının varlığını görmek şaşırtıcı değildir. Tarih, devlet denen mekanizmanın başlangıçta ilerici zaman içinde hatta çok kısa zamanda tutucu ve ilerleme karşısında en büyük engel konumuna büründüğünü bilmekteyiz.  Dağılan devlet yerine yeniden konumlanan devlet tarihsel olarak bir birinin devamıdır ama ayrıştığı noktaları öne çıkarmayı severiz.
Evrensel olarak yaşanan kriz ortamlarında ulus devleti doğumundan yüzyıl sonra dağılma sürecine girdi. Bu süreci iyi kontrol edebilen kapitalizm karşısında etkili ve güçlü bir sınıf olması gereken işçi sınıfını güçsüz yani örgütsüz konumuna getirmiş, var olan örgütlü yapılarını parçalamış ve kazandığı tüm kazanımları bir bir liberal söylemler ile elinden almış…
Kapitalizm açısından liberal ekonominin çarkları arasında işçi sınıfını bir bütün olmaktan çıkarıp parçalayarak ulus devlet yapısının dağılma sürecini iyi kontrol ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ulus devleti artık ortadan kalkmıştır ama etkisini birçok yerde sürdürmeye ve algısal olarak varlığını korumaya devam etmektedir.
Liberal söylemler ile yeniden oluşturulan devlet mekanizması bugün yaşanan kriz ortamına cevap olamamaktadır, henüz hukuki süreci ve yasal zemin üzerine oluşmakta olan devlet oturmuş değildir. Alt yapısı ve nereye doğru savrulacağı henüz belli olmayan yeni devlet mekanizmasının en zayıf döneminde, işçi sınıfının oluşturması muhtemel devlet algısı, örgütlü gücü yazık ki hala ortada yok, hala geleceğe cevap verebilecek çağdaş bir örgütlenmeyi yaratacak evrensel işçi sınıf bütünlüğü yok.
Sınıf kavgası eskisi gibi belirli alan ile artık sınırlı değildir, çünkü kapitalizm üretim araçlarını evrensel olarak dağıttığı koşullarda elbette işçilerde evrensel olarak eylemleri örgütlemek ile yükümlüdür. Alın terinin ne ulusu, ne ırkı ne de dini vardır. Bir ürün bir çok kültür ve coğrafya parçasında birleşerek meydana geldiği ortamda, üretmeden rakamlar ile kar hanesine rakam ekleyen borsaların dünyasında işçiye ve emekçiye sadece rakamların kırpıntıları kalmakla beraber, aynı zamanda üreten tüketicidir. Her işçi tüketeceği kadar maaş alırken, ay sonunda tasarruf yerine borç öder konumuna getirtilerek evrensel olarak hareket alanı daraltılmaktadır. Emperyalist olan ulus devletler kendi işçilerini sömürgelerden ve yarı sömürgelerden gelen zenginlik ile sosyal devlet sınırları içinde memnun etmeye ve onları pasifize etmeye özen gösterirdi, fakat bugün ki durumda bu durum söz konusu olmaktan çıkmıştır. Eskiden en çok kar eden çelik sanayisi bile kapanma ve işçiler işsizlik maaşlarına mahkum edilmektedir. Zengin ve orta sınıfı olmasına özen gösterilen ülkelerde HartzVI  (Almanya’da sosyal yardımı düzenleyen bir hukuki düzenleme, kaç yıl çalışmış, ne kadar maaş aldığına bakılmadan belirli süre işsiz kalan tüm işsizler eşitlenir ve ellerinde olan maddi kaynaklar sorgulanarak bütün işsizler eşitlenir.) adı altında birbirine benzer yasal düzenlemeler evrensel olarak tüm devletlerde uygulanmayı beklemektedir. Bugün birçok ülkede bu uygulama henüz yoksa nedeni ülkelerin içişleri ve devletlerinin henüz şekil değiştirmemesinde aramak gereklidir. En önemli neden ise evrensel hukuk düzenlemesi ve kontrol mekanizmasının henüz oluşturulmamsıdır.  Sermaye sahipleri tüm ülkelerde aynı düzenlemede maaşa bağlı işçileri ile verimli bir pazar oluşturma hayalleri içindedir…
Devletin parçalanma süreci tüm devletlerde aynı zaman içinde ve aynı çizgi izlememmiş olması devletin oluşmakta olan devlet içinde yeniden yorumlandığı gerçeğini değiştirmez. Ulus devleti kurulduktan tam yüz yıl sonra artık tarih sahnesine veda ederken, iki büyük savaş yaşamış ulus devletler tarihin karanlık noktalarına bıraktığı karanlık suçlarının üstünü de aydınlatabilecek ne yazık ki oluşmakta olan devlet ışık saçmıyor. Oluşmakta olan tıpkı içinden çıktığı ulus devlet gibi baskı, zulüm ve insan haklarına saygısız tutumunu kapitalist sistem içinde varlığını yeni figürler ile oynamaya devam edecektir.
Tarih yazımı yeni devlet anlayışının oluşumu sürecinde değişecektir. Yeni kahramanlar ve yeni düşmanlar bu süreç içinde yaratılıp, bugüne kadar kahraman olarak gördüklerimizin aslında kahraman olmadıkları, ulus devleti adına cani olduklarını öğreneceğiz. O dönemde ölen, öldürülen birçok olay gün yüzüne belki çıkacak, belki de hiç açılmamak üzere ileri tarihlere bırakılacak… Tarih yazımı ve söylemi bize yeni roller verecek ve bizler verilen bu rolü hiç düşünmeden kabul edeceğiz büyük olasılıkla…
Sınıf kavgası varlığını yeni devlet anlayışı içinde devam edecek, fakat o kavgada da bugüne kadar alışageldiğimiz yöntemlerin fark etmeden değişen biçimi ile evrensel bir kavganın tarafı olacağız… Klasik kitaplarımızda sürekli vurgulanan işçi sınıfı birliği gerçek anlamda belki gerçekten tarih sahnesine çıkıp beklenen o muhteşem özgürlük ve demokrasi mücadelesi sonucunda gerçekleşebilir…

İsmail Cem Özkan