9 Temmuz 2016 Cumartesi

Yaz sıcakları…

Yaz sıcakları…

Yaz sıcakları başladığı gün çürüme de başlamıştır, çünkü çürüme olmadan yeni yaşam olmaz. Yaz sıcakları ile tarlaların yeşili sarıya dönüşür, sarıya dönüşen yerlerde ise geriye bereketin sadece tohumu kalır, kendisi artık bu dünyada başka işlevlere doğru yol almıştır.
Sıcaklar aynı zamanda kıtlık habercisidir, çünkü yeteri kadar su rezervi olmazsa o susuz olan yerlerde kıtlık kaçınılmazdır. Su, yaşamın ilk noktasıdır, su olmadan yaşam olmaz! Suya hava destek verir ama yaşadığımız çağ itibarı ile hava sanki sonsuz ve bitmez gibi gözükmekte su kıt gibi algılanmaktadır, fakat hava da sonludur ve o son insanın yarattığı dünya ile hızlı bir şekilde yakınlaşmaktadır.
Havanın kıtlığı dinozorları yaşamdan kopup alması gibi insan da yeni atmosfer içinde yok olup gitme tehlikesi içindedir. Eğer insan denen canlı bu dünyadan yok olursa, büyük olasılıkla yeni bir döngüde başka canlılar bu dünyanın hakimi ve havanın efendisi olacaktır. Hava mutlaka önemlidir ama yaşadığımız zamanın efendisi ve kıtlığın sembolü sudur.
Suyun sonsuz olmadığını bize anımsatan sıcaklar ve güneşin doğrudan coğrafyamıza yansımasıdır.
Yaz sıcakları aynı zamanda insanın yapısına da müdahale etmektedir, sıcakların dayanılmaz olduğu ortamlarda birden o ortamda yaşan insanların bir biri ile kavga etmek için sebep aradığı ve incir çekirdeğini doldurmayan meseleler yüzünden bir birinin üzerine toprak serptiğine şahitlik etmekteyiz.
Sıkışmış bir otobanda ölen insanların haberi artık bizim için yabancı değildir, arabası içinde susuzluktan ölen insanlar. Kerbela çölünde ölen insanlar gibidir, bir nebze olarak geçmişin değişmiş halini yaşatırlar.
Ülkemizin konumu itibarı ile hava akımlarının geçiş noktasıdır, tıpkı göçmen kuşlar gibi. Göçmen kuşların yolları üzerinde şimdilerde havadan elektrik üreten res’ler yer almıştır. Kendisini havanın akımına ve döngüsüne bırakarak binlerce kilometre giden kuşların önünde en büyük engel bu yel değirmenleridir. Bu değirmenler hem hava döngüsüne küçük küçük müdahale etmekte ve aynı zamanda dünya döngüsünün de rotasına küçük sapmalarına neden olabilecek güç biriktirmektedir. Geçmişin büyük barajları dünya döngüsüne ve hava koşullarına müdahalesi yıllar sonra anlaşılması ve bu tehlikeli oyundan vazgeçilmesi insanlık için bir derstir. Ama aynı dersi yeni enerji kaynaklarından almamakta ve kendi bencil çıkarı için dünyada kendisi dışında yaşayanların tüm yaşamlarına açıktan ve pervasız olarak müdahale etmektedir.
İnsan yarattığı sistem her şeyi tüketmekte ve tüketimin sonun olmadığını düşünmektedir. Bu sonsuz gibi duran her kaynak sonludur ve o son kısa zamanda insana sonuçlarını hissettirmektedir.
Yaz sıcağı yarattığımız şehirler ile kendimiz için oluşturduğumuz bir cehennem ateşidir. Şehir enerji üretirken dışarından gelen enerjiye de büyük katkılar sunarak olması gerekenden fazla hissedilen enerji ortaya çıkarmaktadır. Daha fazla enerji ile müdahale olarak önümüze getirilen tüketim araçları da daha fazla havayı ısıtmakta ama bulunduğumuz kapalı ortamı serinletmektedir.
Dünyamızın atmosferi bir klima konuma getirilmiş ve bu ısıdan artık kaçacak bir atmosferimiz de yoktur. Ben tüketmiyorum o yüzden benim atmosferin sağlam kalacak fikri yoktur, çünkü bir bütünün bir parçası feragat etmesi o atmosferin bozulmayacağı ve yok olmayacağı anlamı yoktur. Gelişmiş kapitalist devletler ve o coğrafyada yaşayanların hayat standartlarının yüksek olması alsında bizim sonumuz ortaya çıkaran felaketlerden başka bir şey değildir. Onlar pervasızca ve kendi bencil dünyaları içinde yarattıkları ortam içinde yaşadıklarını sanırken, onların yaşam kalitesini yüksek tutmak için canla başla çalışan geri kalmış ülkelerin insanları, ölüm ve sarı sıcağın yaratmış olduğu kıtlık ile mücadele etmektedir.
Mültecilik bu yaşam alanın kıt olduğu ortamda ortaya çıkar.
Savaş, kıtlık mülteci yaşamın temelidir.
Mülteciler durduk yere yurtlarından yola çıkıp binlerce kilometre uzaklıkta ki yaşam kalitesi yüksek olan yerlere doğru yol almazlar. Çünkü o kaliteli yaşamın olduğu yerlerde yaşamın kalitesi kendi kıtlıklarının sonucudur.
Kıtlığı yaratan, yüksek yaşam kalitesi içinde yaşayanların pervasız ve düşünmeden kullandıkları klimalar ve diğer araçlardır. Şimdiler de doğayı koruyan araç üretme yarışına girdiler, yok arabanın gaz borusunu ölçüyorlar filan, onlar da bu kıtlığın birincil sebebi kendilerinin yaratmış olduğu ortam olduğunu biliyorlar.
Gelmekte olan mülteci dalgası karşısında hayret ve şaşkınlık ile karşılayanlar ve sonra bu göç dalgasından nasıl ve hangi düzlemde verimli şekilde faydalanırız düşüncesi kapitalizmin ortaya çıkarmış olduğu tüketim kültürünün sonucudur. Şimdi bu kirli politika ve arzular politik arenada tartışılmaktadır.
Mültecilere oy hakkı tartışması tamamı ile iktidar mücadelesi yapan ahlaksız ve ilkesizlerin yaratmış olduğu bir ortamdır.
Mülteciler birer oy rakamı değil, hangi koşulların sonucunda hayata tutunmak isteyen ve yaşadıkları coğrafyaya uyum sağlayan insanların vatandaşlık hakkıdır. Her vatandaş yaşadıkları coğrafyada seçme ve seçilme hakkına sahip olmalıdır, çünkü onların kaderini çizenler onların oyları olmadan iktidar olanların paradigmalarıdır.
Göçmenlerin geri iadesi ve toplama kamlarında tutulması bir yaşam hakkına müdahaledir. Tıpkı onların yaşadıkları toprakları soyan, sömürenlerin yaratmış olduğu kıtlık ortamıdır. O ortamın yaratımından hepimiz bir anlamda sorumluyuz ama kimse bu sorumluluğu almak niyetinde değil, çünkü yaşam kalitesi bu sorumluluğu reti üzerine kuruludur.
Yaz sıcakları başladı ve çevremizde anlamsız kavgalara şahitlik ediyoruz. Sıcaklar insanın duygusunu ve davranışını değiştirecek kadar etkilidir, tıpkı doğanın akışını yok eden ve yeniden çizmesi gibi… Hiçbir şey sonsuz değildir, bir noktada o son birden karşımıza çıkar…
İsmail Cem Özkan