24 Kasım 2016 Perşembe

DayanışMA!

DayanışMA!

Olaylar bizim beklentilerimiz yönünde gelişmiyor, o yüzden yorum yaparken yanılma payımızın yüksek olduğunu bilerek yapıyorum ve genelde çok yanılıyorum... Her ne kadar ki okuduğumuz dergilerin yazarları yanıldıklarını kabul etmeseler de yanılıyoruz, önsezilerimiz güçlü değil, çünkü bize bilgi aktaranların bilgi havuzundan aktarılan bilgiler ile besleniyoruz. Kendimize ait, gerçeklerin süzülmeden, otosansüre uğramadan ve de devletin haber kanallarının sansüründen geçmeyen haber ne yazık ki önümüze düşmüyor, medya işverenlerin elinde yalan makinesine ve tüketiciliği öven bir konuma dönüştü.

Konulara hakim olanlar bizim ile alay ediyorlar, verdikleri ön ipuçları genelde yalan ve yaratılmış gerçekler üzerinedir. Bizde o ipuçlarına göre yaparken hata payımız çok yüksek oluyor... Eğer sol kültürden gelenlerin çatışma içinde oldukları kurumlar içinden gerçek ve doğru bilgi akışını sağlayabilmiş olsalardı, (popüler gazetelerden alınan bilgiler ile tarih yazmış olmasalardı) bugün çok farklı notada olabilirdik... Yanlış bilgilerin üzerine doğru teoriler oturmuyor... Sürekli beklentilerimizin dışında bir noktaya düşüyoruz ve o da ister istemez küskünlük ve toplum dışına itekleyen bir yalnızlaşma yaratıyor...

Ülkemizde ilişkiler bilgiden daha çok tanıdıkların bilgisi ve duygusal tepkiler üzerine oturuyor... O yüzden hangi işe el atarsak atalım başarı şansımız az oluyor… Kısaca bilgiye gerçek anlamda sahip olamayanlar ne yaparlarsa yapsınlar savaştıkları kesim ile uzlaşmak zorunda kalıyorlar…

Dayanışma sürekli vurgulanıyor, çünkü birey olarak yalnız ve zayıfız. Dayanışmayı bir güç haline dönüştüremediğimiz sürece de her zaman savunmada ve ancak günü kurdurtmakta kullanıyoruz, yarın belirsizliğini korumaya devam ediyor...

Dayanışma karşılıklı olur ama ülkemizde dayanışma dilenci gibi el açmak anlamında kullanılır oldu... Tek yönlü istemler bazen bir yemek ile bazen bir şölende açılan kutu şeklindedir...

Parası olanın siyaset yaptığı anlayış modern kapitalizmin işlevselliğini anahtarı oluyor. Sermaye sahipleri eskisi gibi siyaset arenasında aracı kullanma yerine bizzat bu işten zevk alan birer politikacıya dönüştü. İhaleler için lobi artık ceo’lar eskisi gibi işlevleri olmayacak!

Bazı solcuları yalancılığı ile dünya markası olan bir TV kanalının Türkiye şubesine etik olun demiş.. Açık mektup yazmak ile güya onları teşhir ediyor... Orada çalışanlar zaten etik hiç bir kurala (patronun belirledikleri dışında) tabi değil, patron ne derse onu der, onu ekrana taşır. Her şeyin üstünde patronun çıkarıdır... Hala bu gerçeği görmeyenler birilerine etik diye laf yetiştirmeye çalışıyor...

“Basın/medya özgürlüğü benim özgürlüğümün başladığı yerde biter” demiş biri... Kısaca “beni övenlerin gazetecilik yapma hakkı vardır, gör dediğimi gören, konuş dediğimde konuşan, savun dediğimde savunan, PR çalışması yap dediğimde PR yapan basın özgürdür!” bu anlayış sermaye adına politika yapanların ellerinde toplum üzerinde balyoza dönüşmektedir. Toplum gün be gün gerilmekte ve gerilim siyaseti ile iktidar koltuğunda oturma süresini uzatmak için bir baskı aracı olarak medyayı yine kendisine bağlı sermaye ile kullanmaktadır. Kendisine bağlı olmayan ve tüm ticari ileri devlet ile olanların eline de başka şans tanımamaktadır. Daha fazla siyasi güç daha fazla ekonomik güçtür, çünkü devletin kurgusu sermaye için yapılmıştır ve devletin varlık sebebi ulusal sınırlar içinde sermaye birikimini yapmaktır, fakat bu sermaye birikimi haksız ve orantısız güç ile toplum üzerinde yıllardır homojenlik adı altında baskıya dönüşmüş ve toplum değiştirilmiştir. Üretimden daha çok tüketen, tüketimi de borç ile yapan bir anlayış olan liberal ekonominin iktidar koltuğuna oturmasını doğurmuştur. Liberal ekonomiyi doğuran sermaye için devlet anlayışı olan ulus devleti anlayışıdır.

Kar için şirketlerin işlediği suçlar diğer suçlardan daha ağırdır ama kimse bu suçlara karşı bir şey yapmaz aksine teşvik eder.

Sokakta her yürüyen sokakların kendisinin olduğunu düşünür ama sokakta yürümek ile sokaklara hakim olmak olmadığını ilk çıkmaz sokağa girdiğinde anlaşılır... Sokaklarda her kişi yürür, yürümek ayrı şeydir kontrol etmek ayrı... Bugün İstiklal caddesinde her görüş yürüyüş yapar, görüşünü avazı çıktığınca açıklar ama oranın sahibi ne yazık ki TOMA’lar ve onların yanında konuşlanmışlardır... Sokakları kontrol eden kimse o sahiptir... Tüm sokaklar ve caddeler, meydanlar halkın olmasını gerçekten arzularım, çünkü eskiden mahalle kültürü içinden gerçekten oranın sahipleri orada yaşayanlardı. Dayanışma sokaklara gerçekten hakim olan halkın arasında imece usulü şeklinde yaşardı, bugün ne sokak ne de imece kaldı, dayanışma kelimesi artık sadece propaganda amaçlı kullanılan bir konuma dönüştürüldü. Bazı vakıflar dayanışma adı altında kendisine bağlı dilenci bir zümre yarattı, yardım konvoyunun arkasından dilenci dile ile konuşanlar koşturmaya devam ederken, birkaç tatlı yiyecek, birkaç kömüre iktidarı belirleyen seçmen oldular. Dayanışma yok oldu, yerini dayanışma görüntüsü altında siyasi çıkarlara hizmet eden dayanma aldı…


İsmail Cem Özkan