30 Kasım 2016 Çarşamba

Yüreğim yangın yeri olmuşsa her yer yangındır!

Yüreğim yangın yeri olmuşsa her yer yangındır!

Ateşi çaldı Prometheus, çaldığında belki farkında değildi bu kadar önemli bir aracın ne işe yaradığını. Belki kızdırmak istedi, onlara bir ders vermek istedi ama çalmıştı bir kere ve çaldığını da bir şekilde değerlendirmek zorundaydı. Bizlere verdi, bizler o ana kadar dünyanın hakimi değildik, sunaklar sunar ve başımıza geleceklerden korunmak için dua ederdik. Dua ile her şeyin düzeleceğiniz sandığımız çağdan ateş ile çıktık. Ateşi kontrol eden, teknolojiyi de kontrol edecek ve geliştirecekti. Ateş ile ürettik teknolojiyi, ürettikçe doğa ve tanrılara karşı yaptığımız savaşta önemli adımlar attık. Onları yeneceğiz diye yola çıktık, onlar bizi yine teslim aldı, çünkü ateşi veren bize hırs da vermişti. Ateş ve hırs bir birine tetikleyen harlayandır ama aynı zamanda söndüren ve yok edende!

Ateşi insan kontrol altına almıştı ama insanın hırsına gem vurulamadı. Daha fazla isteyen insan daha fazla sömürmek için sistemler uydurdu, en sonunda küçük bir azınlık dünyaya hükmeder oldu. Tarihin son döneminde sermaye biriktirmek için uydurulan ulus artık ayak bağı oluyordu ve ulus devleti ortadan kaldıracak olan liberal politika uygulamaya sokulmuştu. Firmalar kendi çıkarları için dünyayı ateş topuna çevirdi. Ateş birilerine para getirirken birilerin de canları toprağa düşüyordu. Ölüm ve kan ateşin ayrılmaz ikizi gibi olmuştu. Tarih bizlere ölümün olduğu yerde birilerin çıkarlarının çatıştığını anlatır. Uzun uzadıya yazmadan geçiyorum ama tarih her birini tek tek not etmiş ama biz insanlardan o notlar uzak tutuluyordu. Öğretimin yerini alan eğitim ile insanlar daha da tüketir oldu, tüketirken de düşman olarak bildiği ürünleri almayarak haksız bir piyasa oluşumuna katkı sunmuş oluyordu. Piyasa etnik pazarlar içinde parçalanmış ama parçalanmış göreceliydi, çünkü aynı firmanın malını düşman kardeşler farklı markalar adı altında tüketiyordu. Tüketim bakiydi, çünkü sistem tüketim üzerine kurulmuştu… Markalar uydurulmuş ve marka size çok şey söylediği inandırılıyordu.

Ülkemiz etnik pazarın olduğu piyasalardan bir tanesidir. Bu ülkede de markalar tüketilir ve yeni marka diye üretilenler aslında montaj sanayinin uydurmuş olduğu markalardı, orijinal markanın üzerine kendi markasını basıyor ve ulusal sermaye birikimi o şekilde sağlanıyordu. Sermaye birikimi hırsızlık demektir... Birinden çalmadan alın teri ile sermaye birikimi olmaz.

Ölümler ülkemizin kaderidir diye imaj çalışması yapılıyor ama gerçekte kader yoktu…

Ülkemiz ne zaman ekonomik kriz girdabına girse ölümler ile bu girdaptan çıkmaya çalışılır, çünkü gündem değişikliği zamana yaymak anlamındadır… Zamana yayılan sorun belki kendiliğinden çözülür ya da o sırada başka yerden alınan borç ile sorun geçici olarak çözülmüş gibi yapılır, aslında sorun ötelenirdi…

Gülsuyu, yanmış insan kokusunu yok eder mi?

Sivas’tan sonra birçok yangına ev sahipliği yaptı ülkemiz en son olarak Adana Aladağ’da bir öğrenci yurdu gece yarısı yandı, içinde yurtta kalan kız çocukları ile birlikte. Yangın felaketti, cinayetti, katliamdı, çünkü göz göre göre gelen felaketin sonucu olarak ortaya çıkmıştı.

2008'de Konya'da bir erkek öğrenci yurdu çöktü. Yazdı erkekler yoktu, kızlara kuran kursu eğitimi veriliyordu. 18 kız öğrenci öldü. Tarikatlardan Konya’daki katliamın hesabını sormuş olsalardı Aladağ’da ki olay yaşanmazdı... “Tarikatların yurtlarını kapatın!” diye o zaman da haykırılmıştı, hesap sormak yerine sorun zamana yayılmış, açılan davada tutuksuz sanıklar yargılanıyordu!

Kefen bezi cansız bedenleri örttüğü gibi gerçekleri de örtecek mi?

Kefen bezine dayalı siyaset ne yazık ki çok uzun zamandır ülkemizde yapılıyor, dökülen kandan besleniyor siyaset... Ölüm kutsanırken, cinayetlerin/katliamların üstleri teker teker örtülüyor…

Durdurun bu katliamları ve cinayetleri!

Yandaş olunca idare edin dediler, düşman gördüklerinin çocuklarını bile ellerinden aldılar... Olamadı eşlerini rehin tuttular... Katliamlar, cinayetler, tecavüz vb olumsuz ne varsa onlar da her daim idare edilen yerden gelmeye devam ediyor... Gözler kör, kulalar sağır yeter ki gül suyu koksun idare edilen yerler...

Kızların yandığını gören kuşlar ağlamış, yüreğine nasır bağlatanlar bir ağlamadı, onlar bu katliamın üstünü örtmek ile uğraşıyorlar... Örtmeyin katliamların üstünü, daha acısı geliyor gün be gün...

Her şeye yasak getirdiler ama bir öldürme hürriyetine yasak getirmediler...

Bir katliam ve cinayet işlendiğinde hemen yasaklar gündeme gelir. Mahkeme vermezse yasağı radyo TV üst kurulu verir.

Anaların kucağından kız çocuklarını aldılar, külleri şimdi her yerde...

Bir sabah uyandığımda her yer yangın yeri gibi karanlık ve yanmış insan kokuyordu...

Analar dua ediyordu, yürek yangını içinde sevdiğinin sesini duymak için… yangın sönsün diyorlardı haber olanlar… Ne yazık ki dualar yangını söndürmedi...

Yangın yerinde soğutma yapıyorlar ya yüreğim?! Orada soğutmayı sanırım TV programlarına katılan yorumcular yapıyor? Yok efendim kadermiş... Ne kaderi cinayet! Hiç bir cümle yüreğimde ki ateşi söndüremez, Sivas sönmedi, Aladağ mı sönecek?

Şehirlerin üzerine ya yanmış insanın külü ya da canlı bombadan kopan insan parçası düşüyor...

Gökten insan külü yağarken birileri gider bir yerlerde köprü ya da yol açar, birileri de selfi çektirir gülerek...

Bir öğrenci yurdunda cinayet işlendi ve bu cinayet önlenebilirdi, eğer denetim denen şey olmuş olsaydı... Denetimi yapmayan ve çocukları tarikat yurduna mahkum eden devlet suçludur...

Gece karanlığını kızların yanmış kokuları sardı, ülkede tuz da koktu... Ülke yanmış insana döndü.

Karanlıkta uyandık! Karanlığı aydınlığa çeviren insandır, çünkü elinde Prometheus’tan aldığı ateş vardır… Ateşi amacına göre kullanır insan, bazıları ateşi bir bidon ile taşır, bazıları teknoloji gelişiminde kullanır…

Bizim ülkemizin kaderinde bidon ile taşımak düşmüş…

Sivas’tan bu güne ve gökten üzerimize insan külü yağıyor...


İsmail Cem Özkan