23 Ocak 2017 Pazartesi

Ayrımcılık nefret söylemini tetikler ve yaşatır...

Ayrımcılık nefret söylemini tetikler ve yaşatır...

Hayatta insan olarak geldik, bizim tercihimiz değildi. Gelirken bize nasıl göz rengi alacağımız, hangi dil konuşacağımız tercihi yapılmadı. Bizim tercihlerimiz olmayan şeyler yüzünden ömür boyu ya öteki ya da biat etmiş olarak yaşamaya mahkum ediliriz. Zengin gelenler ise zaten bu satırlarımı okumayacaktır, çünkü onlar bizim dünyamızın dışında yaşayamaya ve zenginliklerini daha fazla nasıl artıracağını düşünürler.  Biz fakirler, öldürülenlerin öldüğü yere karanfil bırakanlar her düşüncemizi, her satırımızı yaşadıklarımızın toplamından süzülerek acıları dillendiririz.

Bizim tercihimiz olmayan yaşama katılmışız ve sürmekte olan kavgaya dahil olmuşuz. Yaşadığımız yüzyıl burjuvazinin bize açmış olduğu ve sürekli meydan okuduğu kavgada taraf olmuşuz. Bizim tarafımız emeği ile geçinen, mazlum hakların yanıdır… Bu bizim tercihimiz ile olmuş değildir, bizim içinde olduğumuz toplumun bize yüklediği görevdir. Madem böyle bir görev içindeyiz o halde kavgamızı daha bilgili, bilinç ile bizden önce yaşanmış yenilgilerden deneyim alabileceğimiz tarih bilinci içinde olmak ile yükümlüyüz… Elbette burjuvanın beslediği beyaz yakalı işçi olunca sınıftan kopmuş olunmaz ama hayat tarzı ve yaşam kalitesi farkı içinde olanlar kendilerini bizden görmek istememesi anlamlandırabilmek ile de yükümlüyüz, çünkü burjuvazi elini kirletmez kendi adına elini kirleteceği beyaz yakalı işçiler yanında özel güvenlik ve devlet güvenliğini kendi amacı yönünde kullanır. Bizi içimizden parçalamak için her türlü aracı kullanır, çünkü biz birlik olursak karşımızda ki azınlık olanların elinden bizim üzerimizden kazandıkları zenginliği alabiliriz.

Bugün dünya nüfusunun binde biri bize hükmediyor. Bizi yönlendiriyor... Bizim günlük yaşantımızı da ne tüketeceğimizi, ne üreteceğimiz, nasıl eğleneceğimizi bize sormadan belirliyor ve ellerindeki medya, eğitim, devletin kendilerine vermiş olduğu gücü kullanarak yapıyorlar…

Burjuvazi kendisini var eden feodal dünyanın içinden gelirken din ile savaşmış ve sonra dini kendi yanına çekerek kendi amacına göre biçimlendirmiştir. Burjuvazi, din gibi insanları kategorize ederek onlara payeler dağıtır ve o payeler ile unvanlar verilir, unvanlar ile toplum içinde kategoriler yaratılır… Devlet mekanizmasını bu unvanlar ile yönetir ve yönlendirir, ihtiyacına göre sistem değişikliği yapar.

Devlet, din gibi yaşayan insan gibi ölü insanları da kategorize eder ve ayrımcılık yapar.

Vatanı için ölenler aslında vatanında yaşayan burjuvanın çıkarı için öldüğünü hiç öğrenemeyecektir, çünkü öyle bir eğitimden geçmiştir ki vatan sermaye birikimi için uydurulmuş bir ulus devleti olduğu gerçeğini bile kabul edemez. Vatan serbest ticari hayatın olduğu coğrafyadır. O coğrafyada önemli olan ticari yaşamdır, diğer tüm unsurlar o ticari yaşamın yan değneği ya da orta direği işlevini görür. Çünkü hayat içinde olan çoğu insan yaşadığını değil yaratılmış gerçekliğin içinde yaşar…

Her caddeye, her sokağa bir ölünün ismi verildi... İnsanlar mezarlığa gitmekten korkarken artık ölüler arasında yaşar oldu. Sokaklarda ne ıslık duyuluyor ne de müzik. Sessizlik içinde kaderine boyun eğer gibi yeni sokaklar ve caddeler yaratıyorlar, gelmekte olan ölülerin isimleri verilsin diye... Ülke inşaat sektörü sayesinde ayakta duruyor, inşaat sektörü olmasaydı nasıl verilirdi ölülerin isimleri yeni sokaklara?

“Ayıyı başkan yapan köy, armudu ancak rüyasında görür.” Çin atasözü.

Ayrımcılık yaşamın bir parçasıdır demek isterdim ama yaşamın kendisi olduğu gerçeği ile yaşamaktayız. Ayrımcılığı gücü elinde bulunduranlar yapar, mazlumlar ve azınlık olanlar ise her daim ayrımcılıktan şikayetçidir. Gücü elinde bulunduranlar her zaman azınlık olmasına rağmen çoğunluk gibi davranır ve hatta demokrasinin göstergesi gibi gösterilen seçimlerde her zaman çoğunluğu ellerinde bulundururlar. Nasıl bulundururlar diye sormaya gerek yoktur, her şey ortada ama kimse dillendirmeye cesaret edemez, çünkü ayrımcılığın negatif tarafında olmak istemez! Yasalar adaleti sağlayacağı sürekli vurgulanır ama hukuk devleti olmamıza rağmen yasalar sanki kişiye özgü gibi işlem görür. Yasaların olması adaletin olması anlamına gelmediğini hukuk maddeleri karşısında verilen kararların çelişkilerinden öğreniyoruz. 

Yasalar adaleti sağlamayacaksa yasalar ne işe yarar ki?

Yasalardan söz açılınca hukuk maddeleri gözlerimizin önünden geçmez ama biz farkına varalım varmayalım toplum düzeni bu kağıt üzerine kayıtlı ve geleneksel yaşam tarzımıza uygun yazılı olmayan maddeler hayatımıza çeki düzen verir ve toplumu bir hizaya sokmaya çalışır. Devletin istediği bireyi yaratmak ve kontrol etmek için hukuk maddeleri önemlidir ve hukuk kurum itibari ile toplumun her zaman gerisinden gelir hatta çoğu zaman toplumun ilerleyişi önünde engel teşkil ederler. Hukuk maddeleri ilerici olamaz, gericidir.  Ona rağmen insanlığın toplum sözleşmesinin ilk maddeleri ile düzen içinde önemlidir ve vazgeçilmezdir. Toplum sözleşmesinin başlangıçtaki amacı mazlum olanın hakkını erk sahibi karşısında korumaktır. Bir hukuk devletinde önemli olan azınlıkların haklarını koruyan ne kadar çok madde varsa o toplum daha demokratik ve özgürdür. Fakat bizim gibi üçüncü dünya ülkelerinde ayrımcılık saklanamaz ve alenidir, çoğunluğun hakkını azınlık hakkı karşısında korur...

Devlet ayrım yaptığı sürece hukuk sadece kağıt üzerine kalan lekedir... Ayrımcılık nefret söylemini tetikler ve yaşatır...  Toplum içinde bölünmenin birincil nedeni devletin bu ayrımcı tutumunda yatar...

Ülkede ki tüm medya cenaze medyasına dönüştü...

Ülkemizin içinde ve dışında gerçekleşen çatışmalar ve katliamlar toplum içinde haklı bir öfke birikimine sebep olmaktadır. Öfkelerini doğru hedeflere yönlendiremeyenler daha fazla öfkelenecekler, çünkü öfkelendiği olayı tekrar tekrar olacak ve sonrasında alışacaklar, ortada öfkelenecek şey görmeyecekler hayatın bir parçası olarak görecekler...

Alışmayın, alışmamak için öfkenizi doğru hedefe yönlendirin...

İsmail Cem Özkan