Cennet!
Siyah beyaz olarak perdeye yansıyan görüntüye bakıyorum.
Beyaz… Sonra üzerine siyah bir leke... Bir insan... Bir adam… Konuşuyor.
Çocukluğunu, ailesini, işini… Sabit bir ses... Fransızca konuşuyor… Alman
işgali altında Fransa’da bir karakolda komiser… Almanlar Yahudileri topluyor…
Fransızlar işbirlikçileri kadar direnişçileri de var. Fransa’ya yıllar önce göç
etmiş bir Rus kadın… Fransız Banliyösünde yaşıyor… Direnişçi... Örgüt üyesi ama
karakolda direnişçi olmanın sorumluluğunu taşıyor, susuyor, kendisine sorulan
sorulara yanıt veriyor… Arkadaşları ile birlikte gözaltına alınmış… Gözaltına
alınma sebebi iki Yahudi çocuğu kaçırmak, kollamak…
Yahudiler söz konusu olunca akan sular durmaktadır, onlar
yok edilmesi gereken kir olarak görmekteler. Toplumları temizlemek ve Avrupa
kültürü. Almanların cenneti onların hakimiyeti altında Yahudilerden temizlenmiş
bir cennet!
Cennet!
Komiser karakolda istenileni yapmak ile yükümlü bir devlet
memuru. Devleti çökmüş, alman idaresi altında ama Fransız halkı adına Almanlara
hizmet etmektedir. Onların istediklerini yerine getirmek için onların istediği
bilgiyi almak işkence yapmaktadır.
Rus direnişçi, kendisi gibi Rus direnişçiler ile birlikte
karakoldadır. Rus edebiyatını bilen, okumuş aydın insanlar. Arkadaşı işkence
altındadır, konuşmamaktadır. Komiser onu sorgulamaktadır… Çekicidir. Komiser
onun ile birlikte olma niyetini içinden geçirmektedir.
Her iç konuşma aslında konuşmayı yapanın tek görüntüsü ile
bir kürsünden seyirciye seslenir…
Eşi ve bir çocuğu vardır komiserin. Mutludur. Çocuğunun
ismini her ne kadar kendisi koymamış olsa da sevmektedir. Çocuk küçük yaşlarda
bakıma muhtaçtır, büyüdükçe ve annesinin sevgisi onu iyileştirmiştir.
Minnettardır… Minnet duygusu başka kadına bakmayı engellemektedir...
Rus direnişçi kadın arkadaşı için kendi bedenini sunar,
yeter ki o bırakılsın…
Eğer işkence gören arkadaşı kadar kendisine işkence
yapılsaydı her şeyi anlatacağını söylemektir. Çünkü acıya karşı dayanaklı
değildir... Acı… Yaşamın acı yüzü… İşkencede arkadaşının hayatı için kendi
bedeni... Ruhen acı çekmek vücudunun acı çekmesinin gerisindedir…
Komiser her sabah olduğu gibi karısı ve çocuğu ile
kahvaltıdadır… Karısı Yahudileri toplama kampına götürülmesini gündeme getirir…
Oğullarını hemen kapının dışına çıkarırlar, çünkü onun duymasının istemezler...
Yaşananların dışında korunaklı limanlarında yaşamaktalar… O korunaklı alanda
her türlü korunma yöntemine dikkat ederler, çünkü sevmediği işi zor ile
yapmaktadır… Zor ile çalışmak, gönüllü gibi gösterir kendisini, sakladığı çok
önemli bir gerekçesi vardır…
Karakolda Rus kadın komiser ile randevulaşır... Bir arada
olacaktır, arkadaşı için bir arada olmak…
Karakol bir sığınaktır, bazı gerçeklerin de üstünü örten…
Bir alman gencini görürüz ekranda, Heidelberg’te doğmuş
köklü bir ailenin çocuğudur. Geçmişi ile övünür. Çünkü onun ataları vatanı ve
onuru için kavga etmiş ve başarılara imza atmıştır… Doktora öğrencisidir ve Rus
edebiyatı üzerine özellikle Çehov üzerine çalışmaktadır… Alman diline hakim
olduğu kadar Rusçaya da hakimdir… Ari ırktan ve ari bir aileden geldiği için
seçilmiştir… Seçilmiş olduğunu Himmler ile buluşmasından anlarız... O artık SS
müfettiştir… Başarılıdır... Verilen her görevi yerine amacına uygun şekilde
liderine bağlı olarak gerçekleştirecektir…
Üç ayrı insan birbirinden bağımsız olarak tek başlarına iç
konuşmalarını bir masa arkasından bize sunarlar… Üç insan beyazlar içindedir…
Zamanla üç insanın kaderi birbirini keser... Aslında savaş
öncesi barış ortamında da kesişmiştir ama uzun süren ayrılık ve savaş başka bir
ortamda bir biri ile ilişkisiz alanda birden ilişkili oldukları alana
evirmiştir. Savaş dünyayı büyütmez, küçültür… Komiser oğlu ile bazı gerçekleri
konuşmak için orman gittiğinde Fransız direnişçileri tarafından vurulur…
Rus kadın toplama kampına gider…
Toplama kampına yeni atanan SS subayı da gider… İtalya’da
tatil aşkını orada bulur. Bir Alman ve Rus…
Paris’te kurtardığını düşündüğü iki Yahudi çocukta toplama
kampındadır…
Savaş, yaşam ve gelecek beklentisi her şey kampın
içindedir..
Rüşveti, yolsuzluğu soruşturmaya gönderilen genç SS subayı
oranın zorluğu karşısında dik durmaya çalışır, bulundukları odayı havanın ter
esmesi yüzünden insan kokusunu bulundukları odaya taşır... Ölüm, havaya
bırakılmış kokudur…
Hayat, ölümü nefesinde yaşayanlar ile ölümü yönetenleri bir
kampın içine hapsetmiştir…
Umut, umutsuzluğun içindedir, her umutsuzluk verilen göreve
biat etmek ve sorgusuz yerine getirmektir… Trenler ile gelen Yahudiler,
direnişçiler kendi sonlarına doğru adım attıklarını bilmektedir… Cennet bir
dünya kurmayı hayal eden Almanlar ise Rusya cephesinde yenilmektedir… Her çöküş
çürümeyi artırır… Çürüme kokudur... Çürüme biat yerine kişisel çıkarın
almasıdır. Biat edilen soyut gelecek projesi artık yoktur… Çöküntü… Cennet
aslında cehennemdir…
Kaçmak…
Cennetten Adem ve Havva kovulmuştur ama cennet geleceği
göremeden cennetten kaçmak…
İnancın sorgulanması çöküntünün bir sonucudur…
Çehov’un kızı toplama kampında yakılmıştır… Rus edebiyatının
büyük ustası Yahudi karşı görüşü ile tanınan yazarın en yakını Yahudiler ile
birlikte gök yüzüne duman ve koku olarak karışmıştır…
Rus direnişçi kadın son yolculuğuna iki çocuk için tek
başına kaçmak için fırsatı varken gider...
Alman SS subayı artık Rus bombardımanı altında son nefesini
bürosunda verir…
Üç insan son cümlelerini tek tek beyaz perdeye yansıyarak
kurar… Üç insan ölmüştür ve ara yerde yaşadıklarını anlatmaktadır bize…
Üç farklı kültür... Üç farklı insan… Üç farklı olay…
Hepsinin ortaklaştıran Yahudi sorunu…
Film, çok uzun süren bir birikimin beyaz perdede
derlenmesidir… Farklı akış açısı, farklı kurgusu ve muhteşem oyunculukları ile
birden sizi içine almaktadır... içine girdiğiniz bu kara mizah ögelerinin çok
serpiştirildiği film muhteşem bir ekip çalışmasının ürünü olarak karışımıza
çıkmaktadır…
Konuları ince ince işlemedim, üzerinden geçerek en azından
kurgusunu anlamınız için bu kadar sözü uzattım, fırsatınız olursa eğer gidin
görün bu muhteşem siyah beyaz filmi… Elbette her seyirci kendisine göre yorum
çıkaracak, her biri farklı etkilenecek… Sinemanın gücü sizi beyaz perdenin
ışığında toz taneciğine döndermesidir…
Film bittiğinde sizin suratınıza çarpan yaşanmışlıklar,
duygular, kurgular ve alakasız gibi duran üç ayrı dünyanın bir sorun içinde bir
sorunun parçası olarak ortada durması… savaş dünyayı cehenneme dönderir, size
ne söylerlerse söylesinler cennet için yapılan her savaş aslında cehennemi
yaşatır… Ölüm sıradanlaşır... Çöken toplumların bireyleri onurlarını dahil her
şeylerini kaybeder... Toplama kampında kim yaşıyorsa yaşasın çürümeden payını
alır ve çürür…
Cennet dedikleri sanırım çürüyen bir yer olsa gerek, çünkü
ölümün sonu çürümekten geçer…
Teknik analize gelince siyah beyaz çekim, sahnelerin çok ince
şekilde düşünülmesi, ışık ve ses efektleri ile bir bütün olarak muhteşem…
muhteşem bir “Cult Film” olarak sinema tarihine bırakılan önemli bir imza
olarak görmekteyim… her bir oyuncu kendilerine verilen görevi o kadar iyi
yerine getiriyor ki, sırıtan her hangi bir an bile bulamıyoruz…
Tekrar tekrar vurgulamakta fayda var, seyredin,
kaçıracağınız anları tekrar izleyebilecek kadar gücünüz kalır mı bilemem, çünkü
çıplak ve çok sert, sade bir dilin yıkıcılığı sizi sinema salonundan toz
taneciği halde bırakacaktır… Işığın altında toz taneciklerin dansına hepimiz
şahitlik etmişizdir, o taneciklerden biri siz olabilirsiniz…
İsmail Cem Özkan
CENNET | RAI | PARADISE | Yönetmen: Andrei Konchalovsky /
Senarist: Andrei Konchalovsky, Elena Kiselyeva / Görüntü Yönetmeni: Aleksander
Simonov / Kurgucu: Ekaterina Veshcheva, Sergey Taraskin / Özgün Müzik: Sergey
Shustitsky / Oyuncular: Julia Vysotskaya, Christian Clauss, Philippe Duquesne,
Victor Sukhorukov, Peter Kurth, Jakob Diehl, Vera Voronkova / Yapımcılar: Andrei
Konchalovsky, Florian Deyle / Yapım Şirketi: The Andrei Konchalovsky Production
Center, Drife Filmproduktion Gmbh & Co. Kg / Dünya Hakları: Arri Media
İnternational / Rusya, Almanya / 2016 / DCP / Siyah-Beyaz / 131´ / Rusça,
Almanca, Fransızca, Yidiş; Türkçe, İngilizce altyazılı