92.
gün!
“Hayatı,
yaşayarak yaşacağım!” dedi. Eğer bu karanlık dehlizden
çıkarsam. Hayat sorgulanması gereken ama yaşanan bir şeydir…
Süleyman
Toklu yakalanışından Mamak Cezaevine gidiş süreci boyunca işkence merkezlerinde
yaşadıklarını Sebahattin Selim Erhan kurgulamış, yeniden yaratmış. Çünkü
yaşananları olduğu gibi anlatmak her yüreğin kaldıracağı gibi değildir, zaman
içine yeni duyguları katarken bir çoğunu da alıp götürür, hiç anımsanmasını
istemediğimiz anlar benliklerden yok olurken o anlar duvarlara işlenmiş bir
çığlık olarak o işkence merkezlerinde kalır…
Çocukluğundan
Mamak Cezaevine kadar ki süreci olayların örgüsü içine öyle işlemiş ki bir
kronolojik yapının içinde işkence merkezine yaşanan o anlara da dolaylı ya da
direkt olarak yansımalarını yakalarız…
Direnişi
bir efsane olmuştur bir dönem cezaevinde kalmış ve umut arayanlar arasında…
Öyle unutulmayan insanlar geldi geçit ki yaşantımızdan artık anı kitapları
arasında yakalarız birçoğunu… Onların yaşamı bir dönemin tarihidir, üstelik resmi
olanın dışında…
Birçok
kardeşi içinde en küçüğü, abisi ile çıktığı okuma heyecanı ve onu bilmediği
dünyada bir özneye dönüştürür, silik değildir, liderdir birçok alanda, omuzuna
yüklenmiş birçok sorumluluk onun tercihleri sonucunda doğal olarak yüklenmiştir.
O yüklendiği sorumluluğun bilincinde ve direncinde hak ettiği görevlerini
yerine getirmiştir. Olması gereken belki onun yaşadığıdır belki de değil, onu
tarihin yenilgiler sayfasında belki birileri yeniden sorgular… Solun yenilgiler
tarihi işkence merkezlerinde yaşanan direnişler ile solun onur mücadelesinin
birer öznelerinden biridir Süleyman Toklu…
Ankara
solun kalbinin attığı şehirlerden biridir… 12 Mart darbesi sonrası yeninden
toparlanma süreci ve ayrışmaların yaşandığı sürecin bir üniversite öğrencisinin
hayatın içine karışması ve orada örgütlenme mücadelesini “profesyonel” olarak
sürdürmesinin öyküsüdür… Ankara’nın gecekondu mahallerinde orada
yaşayanlar ile birlikte oranın sorunlarına yerel cevap arama süreci onu
başarıya götürür. O tüm tecrübesini yaşadığı sürecin birikiminden almıştır,
köydeki ilişkileri ve orada kadına, aileye ve aile içinde nasıl davranması
gerektiği konusunda ki ahlaki bilgileri onu başarının anahtarını doğal olarak
eline almıştır… Gecekondular her ne kadar şehre çok yakın olsa da o kadar da
uzaktır… orada ilişkilerde köy yaşamının izleri hala canlıdır ve aile içinde ki
erkek figürü başkalarının yanında nasıl işlediğini bilmek önemlidir… erkek her
ne kadar her şeye kadir gibi gözükse de son kararı kadın vereceği ve en ağır
işleri kadınlar yaptığını köy yaşamı içinde olanlar bilir… sol yapılar tüm
sorumluğu erkeklere vermiş gibidir ama işkence merkezlerinde en direngen insanın kadın olduğunu
yaşadıkları tecrübe ile görüyor, keşke hareketimize kadın arkadaşlara daha
fazla yetki verseydik diye içten içe konuşmuştur Süleyman…
Süleyman’ı
en çok yaralayan onu vuranların devrimcilerin olmasıdır. Birlikte omuz omuza
kavga etmesi gerekenler faşistler ile çatışma yerine rekabetlerini silahlı
düzeye çıkaranlardır. İşkencede onu vuranları sorar, elbette polis bilmiyorum
demektedir ama içten içe bilmektedir ki kendi yetiştirdiği devrimcidir.
Hareketin parçalanma süreci ve o parçalanmanın ortaya çıkardığı rekabet
koşullarında sol içi çatışma ve birbirini “düşman” yani o dönemin jargonu ile
konuşursak “faşist” ya da “sosyal faşisti” olacaktır. Elbette sol terminolojiye
kazılan birçok kelime o dönemde dilden dile, dergi sayfalarından dergi
sayfalarına kullanılır ve düşmanlık körüklenerek grup çıkarı kollanırdı.
Safları sıkıştırarak için kavga gereklidir! Safları sıkıştırma döneminde
gözlerin içine dolan düşmanlık ve acımasızlıktan o da nasibini almıştır,
üstelik hiç art niyet ile orada olmamasına rağmen. “biz kardeş gruplarız”
söylemin karşılığı kurşundur vücudunda… “Kardeşleri” vurmuştur onu! Ama o
intikam duygusu içinde değildir, “Bu kavga bitsin diye ben ölümü göze aldım.
Belimde ki silahı çekmesini bilmiyor muydum ben? Vurularak bir kardeş kavgasını
bitirdim.” diyerek soğukkanlı olarak olayı yorumlamış ve çevresine telkinde
bulunmuştur ama o vurulma onu yıllar sonra işkencede yine karşısına
çıkaracaktır. Çünkü onu vuranları da öğrenmek ister polis. Her türlü acıya
karşı devrimciler vurdu demez, bilmediği faşistler tarafından vurulduğunu
sürekli tekrarlar… İşkencede en zoruna giden işte bu durumun karşısına çıkmış
olmasıdır ve o merkezde vuran da vurulan da ve diğerleri de artık ortak kaderin
içindedir. Aynı zeminde başka görüşler ile birlikte batmakta olan bir geminin
direngen devrimcilerdir…
Polis
zaman içinde her türlü bilgiyi diğer devrimcilerin sorguda çözülmesi ile elde
etmiştir ama Süleyman’a bunu kabul ettiremez. Çünkü o baştan itibaren
belirlediği ve çevresinin de direnişini desteklemesi ve moral olması yüzünden
devam ettirmek ile yükümlüdür, o artık orada birey değil devrimcilerin
onurudur… Üzerine düşen görev direnmektir ve her koşulda direnecek ve direniş
içinde yaşadığı yerdekilere telkinler sunacaktır…
Direnişin
boyutu örgütlü olmayı aşmıştır, insan onurunu kurtarmak ile eş değerdir… Onun
direnişi tüm cezaevlerine işkence merkezlerine fısıltı olarak yayılır. Bir
direniş ve umut olur… Onu tanıyanlar onur duyarlar, tanımayanlar saygı
duyarlar… O artık işkence merkezinde kanata çırpan bir kelebektir… Etkisi
güçlüdür…
Örgüt
dağılmış yeni örgütlenmeler kurulmuştur. Bugün o günleri düşünürken polise
direnenlerin polisten sakladıkları ya da polisin bildiğini polise
söylemeyenlerin anıları uzun bir zamandır kitap sayfaları arasında yer almaya
başladı… Direnişten yıllar sonra ortaya çıkan kitap… Artık ne hareket kalmıştır
ne de o dönemde rol alanların rolleri… Rahatlıkla yazıla
bilinir,
söylenebilir, çünkü bu bizim tarihimiz. Bizim tarihimiz de geçmişten kalanların
resmi söylemlerin dışında samimi, olabildiğince gerçeğe yakın anılar bizim
sözlü tarihimizdir ve tarihimiz bu anıların ışığı ile ileride yazılacak… bugün
onlar için sadece dip notlarıdır. Bu dipnotları sayesinde devletin yazdığı
tarih yırtılıp atılacaktır, umarım kafamızda ki dünya kurulur ve onun da resmi
tarihi bu anılar ile yok olacaktır… kim ne derse desin bu anılar çok önemlidir,
küçük bir anısı olan da yazsın, işkenceye dayanamamış konuşanlar da,
yakalanmadan o süreci atlatanlar da… Kimseden her direnişçinin direncini
göstermesini beklemek insanı tanımamak anlamına gelir, o yüzden iyisi kötüsü,
konuşanı direneni, yenileni küçük zafer elde edeni bizimdir, tarih hepsinin bir
bütünüdür. Bütün olarak hepsi bizimdir…
İsmail
Cem Özkan
92.
gün
Sebahattin
Selim Erhan
Dipnot
yayınları – Ankara, 2017
ISBN:
978-605-4878-89-5