12 Temmuz 2017 Çarşamba

92. gün!

92. gün!

“Hayatı, yaşayarak yaşacağım!” dedi. Eğer bu karanlık dehlizden çıkarsam. Hayat sorgulanması gereken ama yaşanan bir şeydir…

Süleyman Toklu yakalanışından Mamak Cezaevine gidiş süreci boyunca işkence merkezlerinde yaşadıklarını Sebahattin Selim Erhan kurgulamış, yeniden yaratmış. Çünkü yaşananları olduğu gibi anlatmak her yüreğin kaldıracağı gibi değildir, zaman içine yeni duyguları katarken bir çoğunu da alıp götürür, hiç anımsanmasını istemediğimiz anlar benliklerden yok olurken o anlar duvarlara işlenmiş bir çığlık olarak o işkence merkezlerinde kalır…

Çocukluğundan Mamak Cezaevine kadar ki süreci olayların örgüsü içine öyle işlemiş ki bir kronolojik yapının içinde işkence merkezine yaşanan o anlara da dolaylı ya da direkt olarak yansımalarını yakalarız…

Direnişi bir efsane olmuştur bir dönem cezaevinde kalmış ve umut arayanlar arasında… Öyle unutulmayan insanlar geldi geçit ki yaşantımızdan artık anı kitapları arasında yakalarız birçoğunu… Onların yaşamı bir dönemin tarihidir, üstelik resmi olanın dışında…

Birçok kardeşi içinde en küçüğü, abisi ile çıktığı okuma heyecanı ve onu bilmediği dünyada bir özneye dönüştürür, silik değildir, liderdir birçok alanda, omuzuna yüklenmiş birçok sorumluluk onun tercihleri sonucunda doğal olarak yüklenmiştir. O yüklendiği sorumluluğun bilincinde ve direncinde hak ettiği görevlerini yerine getirmiştir. Olması gereken belki onun yaşadığıdır belki de değil, onu tarihin yenilgiler sayfasında belki birileri yeniden sorgular… Solun yenilgiler tarihi işkence merkezlerinde yaşanan direnişler ile solun onur mücadelesinin birer öznelerinden biridir Süleyman Toklu…

Ankara solun kalbinin attığı şehirlerden biridir… 12 Mart darbesi sonrası yeninden toparlanma süreci ve ayrışmaların yaşandığı sürecin bir üniversite öğrencisinin hayatın içine karışması ve orada örgütlenme mücadelesini “profesyonel” olarak sürdürmesinin öyküsüdür…  Ankara’nın gecekondu mahallerinde orada yaşayanlar ile birlikte oranın sorunlarına yerel cevap arama süreci onu başarıya götürür. O tüm tecrübesini yaşadığı sürecin birikiminden almıştır, köydeki ilişkileri ve orada kadına, aileye ve aile içinde nasıl davranması gerektiği konusunda ki ahlaki bilgileri onu başarının anahtarını doğal olarak eline almıştır… Gecekondular her ne kadar şehre çok yakın olsa da o kadar da uzaktır… orada ilişkilerde köy yaşamının izleri hala canlıdır ve aile içinde ki erkek figürü başkalarının yanında nasıl işlediğini bilmek önemlidir… erkek her ne kadar her şeye kadir gibi gözükse de son kararı kadın vereceği ve en ağır işleri kadınlar yaptığını köy yaşamı içinde olanlar bilir… sol yapılar tüm sorumluğu erkeklere vermiş gibidir ama işkence merkezlerinde en direngen insanın kadın olduğunu yaşadıkları tecrübe ile görüyor, keşke hareketimize kadın arkadaşlara daha fazla yetki verseydik diye içten içe konuşmuştur Süleyman…

Süleyman’ı en çok yaralayan onu vuranların devrimcilerin olmasıdır. Birlikte omuz omuza kavga etmesi gerekenler faşistler ile çatışma yerine rekabetlerini silahlı düzeye çıkaranlardır. İşkencede onu vuranları sorar, elbette polis bilmiyorum demektedir ama içten içe bilmektedir ki kendi yetiştirdiği devrimcidir. Hareketin parçalanma süreci ve o parçalanmanın ortaya çıkardığı rekabet koşullarında sol içi çatışma ve birbirini “düşman” yani o dönemin jargonu ile konuşursak “faşist” ya da “sosyal faşisti” olacaktır. Elbette sol terminolojiye kazılan birçok kelime o dönemde dilden dile, dergi sayfalarından dergi sayfalarına kullanılır ve düşmanlık körüklenerek grup çıkarı kollanırdı. Safları sıkıştırarak için kavga gereklidir! Safları sıkıştırma döneminde gözlerin içine dolan düşmanlık ve acımasızlıktan o da nasibini almıştır, üstelik hiç art niyet ile orada olmamasına rağmen. “biz kardeş gruplarız” söylemin karşılığı kurşundur vücudunda… “Kardeşleri” vurmuştur onu! Ama o intikam duygusu içinde değildir, “Bu kavga bitsin diye ben ölümü göze aldım. Belimde ki silahı çekmesini bilmiyor muydum ben? Vurularak bir kardeş kavgasını bitirdim.” diyerek soğukkanlı olarak olayı yorumlamış ve çevresine telkinde bulunmuştur ama o vurulma onu yıllar sonra işkencede yine karşısına çıkaracaktır. Çünkü onu vuranları da öğrenmek ister polis. Her türlü acıya karşı devrimciler vurdu demez, bilmediği faşistler tarafından vurulduğunu sürekli tekrarlar… İşkencede en zoruna giden işte bu durumun karşısına çıkmış olmasıdır ve o merkezde vuran da vurulan da ve diğerleri de artık ortak kaderin içindedir. Aynı zeminde başka görüşler ile birlikte batmakta olan bir geminin direngen devrimcilerdir…

Polis zaman içinde her türlü bilgiyi diğer devrimcilerin sorguda çözülmesi ile elde etmiştir ama Süleyman’a bunu kabul ettiremez. Çünkü o baştan itibaren belirlediği ve çevresinin de direnişini desteklemesi ve moral olması yüzünden devam ettirmek ile yükümlüdür, o artık orada birey değil devrimcilerin onurudur… Üzerine düşen görev direnmektir ve her koşulda direnecek ve direniş içinde yaşadığı yerdekilere telkinler sunacaktır…

Direnişin boyutu örgütlü olmayı aşmıştır, insan onurunu kurtarmak ile eş değerdir… Onun direnişi tüm cezaevlerine işkence merkezlerine fısıltı olarak yayılır. Bir direniş ve umut olur… Onu tanıyanlar onur duyarlar, tanımayanlar saygı duyarlar… O artık işkence merkezinde kanata çırpan bir kelebektir… Etkisi güçlüdür…

Örgüt dağılmış yeni örgütlenmeler kurulmuştur. Bugün o günleri düşünürken polise direnenlerin polisten sakladıkları ya da polisin bildiğini polise söylemeyenlerin anıları uzun bir zamandır kitap sayfaları arasında yer almaya başladı… Direnişten yıllar sonra ortaya çıkan kitap… Artık ne hareket kalmıştır ne de o dönemde rol alanların rolleri… Rahatlıkla yazıla bilinir, söylenebilir, çünkü bu bizim tarihimiz. Bizim tarihimiz de geçmişten kalanların resmi söylemlerin dışında samimi, olabildiğince gerçeğe yakın anılar bizim sözlü tarihimizdir ve tarihimiz bu anıların ışığı ile ileride yazılacak… bugün onlar için sadece dip notlarıdır. Bu dipnotları sayesinde devletin yazdığı tarih yırtılıp atılacaktır, umarım kafamızda ki dünya kurulur ve onun da resmi tarihi bu anılar ile yok olacaktır… kim ne derse desin bu anılar çok önemlidir, küçük bir anısı olan da yazsın, işkenceye dayanamamış konuşanlar da, yakalanmadan o süreci atlatanlar da… Kimseden her direnişçinin direncini göstermesini beklemek insanı tanımamak anlamına gelir, o yüzden iyisi kötüsü, konuşanı direneni, yenileni küçük zafer elde edeni bizimdir, tarih hepsinin bir bütünüdür. Bütün olarak hepsi bizimdir…

İsmail Cem Özkan

92. gün
Sebahattin Selim Erhan
Dipnot yayınları – Ankara, 2017
ISBN: 978-605-4878-89-5


11 Temmuz 2017 Salı

Avrupa her şeyi görür ama göz yumar!

Avrupa her şeyi görür ama göz yumar!

Avrupa’da yapılan tüm IŞİD saldırganları hakkında Avrupa polisinin elinde kayıt olduğu ortaya çıkmış olması benim kafamda acaba bilerek ve isteyerek kendi ülkelerinde IŞİD 'ciler eylem yapmasına mı izin verildi sorusunu oluşturdu. Çünkü IŞİD eylem yaptıkça sağ ve faşist gruplar güçleniyor, o da yıkılmış liberal ekonomi ve ulus devletinin artıklarının biraz daha zaman kazanmasına sebep oluyor. Avrupa işçi devletlerini kurmadığı sürece bu baskı ve katliamlar ile yaşayacak diye düşünüyorum ama ortada işçi devletini kuracak olası bir siyasi güç ne yazık ki yok... Ama yok olması var olmayacağı anlamına gelmiyor...

Almanya ikinci dünya savaşından yenik çıkmıştır. Amerika yeni bir devlet kurarken Naziler ile hesaplaşma yerine Nazileri kullanmayı seçti. Yani Nazi rejimi ile yüzleşmek yerine üstünü Nürnberg mahkemesi ile örttü. Sadece 27 kişi cezalandırıldı... Peki, Almanya nasıl oldu da sanayi devleti yapısını korudu diyenlere bilgi vermiş oldum, Naziler eğer cezalandırılmış ve hesap sorulmuş olsaydı Almanya sanayisi olmayacaktı... Bugün dahi Almanya’da Nazi hayranlığının temelinde işte bu yüzleşmenin olmamasında yatar...

Bizler öğretilmiş hedefler için mücadele ediyoruz...

Peki, son darbeden sonra Türkiye darbeciler ile yüzleşti mi? Ne yazık ki hayır üstleri kapatılıyor, elbette bir kaç kişi ceza alacak ve af edilecektir... Bu arada masum çok insanın canı yanacak, bugün bile cezaevinde kritik aşamada olan iki güzel insan hala aç ve greve devam ediyor...

Emek sermaye ile uzlaşmaz derler ya yalandır, her sözleşme döneminde emek sermaye için uzlaşmaya gider ve adına da çalışma dünyası barışı ve huzuru için derler... Sermaye emek ile uzlaşır mı, sanmam çünkü her fırsatta verdiğini alır ve köle düzenine dönmek ister. Sermayenin en büyük gücü devlet organını elinde bulundurmasıdır... Devlet sermaye adına emeği baskı altına alıp nefes alamaz konuma getirmektir...

Marks’ın ulus kavramını yorumlayanlar bugün faşist ya da faşist patiye hizmet eden bir çalışan konuma düşmüştür... Aslında Marks’ın ulus kavramı o dönemde başka kelime bulunamadığı için onu anlaşılır olmak için kullanmıştır... Bugün anladığınız bir ırkın birliği değildir... Sınıf birliğinden bahseder ve işçi devletlerini tanımlarken kullandığı bir kelimedir. İşte bu kelime yüzünden içimizden bol bol faşist çıkmıştır...

Devrimcilik halka birlikte halka omuz omuza kavgadan geçerdi, halk adına hareket etmek değildir... Devrimciliği soyutladılar ve halk adına hareket eden militan bir anlayışın içine sıkıştırdılar...

Hepimiz tehlikedeyiz, tehlike biziz, çünkü sessizce izliyoruz... Sessizce tüketiyoruz günleri, birilerin yaşamına rağmen…


Çevreyi kirleten plastikleri biz üretmiyoruz, tüketiyoruz. Sonra diyorlar ki tüketilirken dikkatli olun, şuraya atın, burada toplayın... Doğayı gerçekten seviyorsanız neden üretiyorsunuz ve bize satıyorsunuz ki, plastik ürünler yerine rahatlıkla başka ürünler üretilir ve satılabilinir, üstelik doğa dostu olanlardan... çevreyi kirleten ürün üret, sat, çevreyi kirlet, sonra doğa dostu projeler yaptır, sonra o projelerden elde ettiği bilgiler ile doğadan toplanan artık üretim alanı aç, geri dönüşüm ünitesi kur ve sürekli dönen bir kaos üret, bu kaos sanayicinin cebine para, yaşanan hasta olarak dönsün, hastalanan kişi, plastik üreticisinden ilacını alsın, tomografi aletinden röntgen çektirsin... Sağlık sanayisi için araç üretenler büyük hastaneler kurdursun, aletlerini oraya satsın, satın alan hastaneler satın aldıklarının ücretini çıkarmak için hasta yerine müşteri toplasın hastanelerine… Kısaca üreten sanayici her şekilde ölüden bile para kazanmayı hedefler ve adına verimlilik der...

Halifeliğin ilan edildiği şehir artık Irak devlet güçlerinin elinde. IŞID orada yeraltına indi, anılarda halkın içinde yaşayacak ve her olumsuz koşul altında yeniden başka isimler altından yeniden filizlenecek, çünkü yaşanmış bir deneyim var. O işe para yatıran proje sahipleri başka kahramanlar yaratacak ve yeniden bir cinayet şebekesi ortaya çıkaracak, çünkü o işten kısa yoldan ekonomilerin nasıl düzeltileceğini, sağ politikaların nasıl iktidarda kaldığını batı dünyası (projeye para yatıranlar) öğrendi…

Avrupa bütün projelerini “verimlilik” esasına göre önceden planlar ve uygular… Kendi içlerinde yaşadıkları çelişkilere rağmen kapitalist sistem her ölüden para kazanmayı ve düzenini devam ettirmek için toplumu küçük parçalara ayıran projeler yapmaya devam edecek…

Toplumlar kendi geçmişleri yüzleşmeleri bu “verimlilik” esasına göre imkansız hale getirildi, yüzleşme olmadığı sürece her ülkede geçmişin kanlı süreci başka özneler ile yeniden hayat bulması tesadüf değildir… 


İsmail Cem Özkan