16 Ağustos 2017 Çarşamba

Her yalanın bir inananı vardır.

Her yalanın bir inananı vardır.

Yahudiler olmasaydı Naziler iktidar olabilir miydi? Yahudi düşmanlığı ile iktidara gelen Naziler sözünü zamana yayarak tuttu ve sonunda toplama kampı kurdu. Sonra oralar toplu infazların yeri oldu.

Soykırıma uğrayan halk her dönemde mağdur olarak nefret söylemin merkezinde oldu... Hatta tarihin dehlizlerinde yaşanan reform hareketleri bile bu düşmanlığı merkezine alarak yapmıştır. Düşmanlık köklüdür, çünkü her iktidar bir düşmana ihtiyaç duymuştur ve kendisi gibi inanmayan, düşünmeyen ve yaşamayan halkları hedef tahtasına oturtmuştur. Bugün dahi birçok kişi bilerek bu nefret söylemine devam ediyor.

Neden Nazilerin suçunu Alman halkına yüklenmediğini sorgulamıyor, çünkü o sorguyu yapacak ortam Nürnberg mahkemeleri ile üstü kapanmış ve Nazi liderleri mahkum edilmiştir. Çıkarlar bugün geçmişin karanlık yüzü ile yüzleşmeye uygun değildir, uygun olmadığı için Alman toplumu içinde Naziler yeniden yeni düşmanları bahane ederek güçlenmektedir. ...

1933’de Naziler halkın seçimi ile iktidara geldiler, halkın desteği ile iktidarlarını korudular, savaş ile karşı gelenleri yok ettiler...

Savaş olmasaydı Naziler iktidarda kalabilir miydi? Çünkü yaratılan yalan balonu sönecekti... Yalanı sönenler yalanı yaşatmak için her türlü çılgınlığı yapabilir... Diktatörler halka yalan söyler ve söylenen yalanı gerçek göstermek için yalanın hedefinde olanlar yok edilir ya da sürekli sistemli baskı altında tutulurlar...

Hayatta kalma mücadelesi gelecek kaygısını buharlaştırıyor.

Virginia Woolf, Walter Benjamin, Stefan Zweig ve karısı Lotte ile birlikte boşuna intihar etmemiştir. Onların intiharı aslında var olan zamanının ruhunun ifadesinden başka şey değildir. Her biri kendi alanında çok önemli çalışmalar yapan bilim insanları, sanatçılar ve adını dahi duymadığımız birçok insan bireysel kararları ile hayat denen çizgilerini kendileri kırmıştır. Hayatta kalma mücadelesi umut ile olur…

İnsan çaresiz olduğunda sürekli kendini avutarak yaşar.

Gündeme bakıyorum sanki Titanik Gemisi ile okyanusa doğru açılıyoruz... Eğlence bol, neşe, aşklar ülkesi...

Bir insanın geleceğini belirleyen şey doğduğu coğrafyadır. Coğrafya karakterini belirtir, bazı insanların gelecek korkusu olur bazılarının ise yaşam kaygısı, çünkü ölüm bazı coğrafyaların kaderidir, her bir yerden ya kurşun ya bir bomba düşer...

Her zaman haklı ve doğru olduğunu düşünen biri yalnız kaldığında çevresine öfke ile bakar... Öfkesini hafifletmek için çevresinde yer alan her bireyi aptal ve kendisini izlemediği için gereksiz olarak görür...

"En önemli kriteri bağlılık ve sadakat." olan J. Edgar Hoover göreve gelir gelmez cadı avı başlattı, bir süre dokunulmaz ve en büyük olarak anıldı, birçok Amerikan başkanı değişti o değişmedi.“bilgi güçtür” dedi ve topladığı tüm bilgileri kendi çıkarı için kullanmaktan çekinmedi, bu sayede emekli olana kadar görevinde kalmayı başardı. Onun hakim olduğu zamanda suçlu suçsuz bir çok insan toplum dışına itekledi ve toplum dışına iteklenmekten korkan ve işini kaybetmemek isteyenler işbirliğine zorlandı... O da artık yok. Yenildi... Yok oldu. Haklarında bilgi toplananlar, toplum dışına iteklenenler bugün anılırken onun ile işbirliği yapanlar alınlarına sürülen itirafçı, işbirlikçi, ispiyoncu… gibi kara lekelerinden bir türlü kurtulamadılar... J. Edgar Hoover yok oldu... Korku cumhuriyeti de yok oldu... O görevinden ayrılır ayrılmaz Amerikan parlamentosu bir daha J. Edgar Hoover gibi biri olmaması için bürokratların görevde kalmaz zamanını belirledi. Amerika bu cadı avından ders almıştı ve aldığı dersini kanunlar ile güvence altına aldı. Azınlıklar ve öteki gibi kabul edilenlerin yaşama hakları orada güvence altına alınmıştır. Peki ülkemiz açısından bakarsak, çünkü ülkemizde de bir çok olumsuz olay yaşadık ama yaşadığımız olumsuzluklardan ders çıkarma yerine unutmayı seçtik... Geçmişi anımsatanlar ve gerçekleri katıksız ortaya koyanları ötekileştirdik, yok saydık, olmadı hapishane duvarları arasında yaşamaya zorladık…

Şirketlerin hakim olduğu yerde adalet olmaz, özgürlük; sadece patronların emek sömürme ve artı değeri kasalarında biriktirme özgürlüğüdür...

Her yalanın bir inananı vardır.

Her diktatörün bir yalanı ya da yalanları vardır, o güçlü olduğu sürece ona inanan ya da inanıyormuş gibi yapanlar var olur, çünkü çıkarlar buna izin verir. Eğer diktatörler çıkarını savunduğu kesime yeni rant alanları yaratamazsa kısa sürede tarihin karanlık deliğinden aşağıya bırakılır, çünkü çıkarlar yeni alternatif lideri kısa sürede ortaya çıkaracaktır…


İsmail Cem Özkan