Göçmenleeeer…
Bir gemi, denizin ortasında. Gemi kaptanı ve çalışanları,
bir de mülteci olanlar. Mülteci olanlar seyircidir, onlara doğru konuşur
kaptan. Seyirciyi oyunun içine dahil edip onları birer oyunun parçası yaparken,
seyircilere sorduğu soruları seyircilerin arasından seslenen oyuncular
cevaplandırır. Sahne seyircilerin olduğu yerdir ve oyunun akışı kaptan köşkü
olan sahneye doğru geçiş ile oyunun gerçek mekanı sahnede yerini alır. Elbette
oyunun akışına göre seyircilerin arasından oyuncular sahneye veya sahneden
seyirciler arasına geçişler olur ki, mülteci olan zaten seyircidir.
Bir gemideyiz, denizin ortasında dalgaların arasındayız. Her
birimizin kimliklerini imha etmemizi istiyorlar. Kimliklerimizi denize
atıyoruz. Her birimiz artık kimliksiz, ulussuz, vatansız ve yeni umutlara doğru
yol alıyoruz. Eşitiz, kaderimiz ortak… Dalgalar bizi ya içine alacak ya sahile
bırakacak!
Gemideyiz, gemiye binmeden önce bize verilen ve su üzerinde
kalmamıza yardımı olacağı söylenen can yelekleri. Onların bizi suya batıran
birer taş olacağını bilmezdik, su içine düşmeden. Bizim acımız, bizim
çaresizliğimiz başkalarına ekmek kapısı olmuş, hile hurda ile bize can suyu
vereceklerine ölüm nefesi satmışlar.
Gemideyiz, batıya doğru yol alıyoruz. Elbette Afrika’dan
gelen için kuzeye yol almak anlamına gelir. Nereden geldiğimizin hiç
önemi yok, çünkü denize düşenlerin hareketsiz vücutlarını deniz kendi zamanına
göre karaya atıyormuş, o yüzden hiç birimizin ismi yok mezarlıkların
taşlarında, sadece DNA kodlarımızı yazmışlar, belki bir gün bir yakınımız bizi
arar diye. Her birimiz eşitiz, toprağa karışırken de…
Adadayız, canlı değiliz, canlı olanlar bize göre şanslı,
çünkü onlar hala umutlarını hayallerini taşıyorlar. Topraktayız, her birimizin
kıblesi farklı toprak altında kendi kıblemize dönüp
yatıyoruz. Yeryüzündekiler yan yana yığılmış toprak parçası olarak
görüyor belki de… adada bize yardım edenler, çaresiz. Onlar da sorunlar içinde
mücadele ediyorlar, verilemeyen sözlerin çaresizliği içinde elinde ki
avucundaki ile çözüm yolları arıyor, gelenlerin dillerini, kültürlerini,
acılarını bilmeden. Sınır dahi olmadıkları bir savaşın sonunu yaşıyorlar.
Afganistan’dan gelen, Somali’den gelen, karışmış, iç içe geçmiş, ten rengi, saç
rengi, göz rengi, vücut yapısı fark etmeden her biri eski siyasi yaşamın dili
ile mülteci, bugünün dünyasında göçmen! Küresel dünyada sınırları
fiili olarak ortadan kaldıranlar kendi dillerini de geliştirmişler. Zamanının
dili mülteciyi kabul etmiyor, çünkü mülteci bir ülkeden başka ülkeye sığınmaktır
ki, liberal düşünce yapısında para, düşünce, sistem sınır tanımadan hareket
ederken neden insanlar sınırı olsun ki, o yüzden mülteci yerini göçmen
almıştır. Göçmen sınır içinde de dışında da özgürce hareket edebilir, ucuz emek
gücü demektir.
“Ülkelerimiz ölüyor. Bir ülke ölmeye başladıktan sonra
yapacak bir şey yoktur”
Denizden bir çocuk cesedi çıkınca vicdanımız sızladı ve kısa
zamanda unuttuk, çünkü savaş komşudaydı ve oranın yangını bizim iç siyaset
çekişmemiz olmuştu. Mülteciler için verilen yardımlar ve mültecilerin şükran
duyguları iktidarın gözünü kamaştırmıştı ama gerçekler ne kadar uyuyordu orası
tartışmalıydı ama kimse bunu tartışacak kadar bilgi birikimi yoktu.
Sahil kasabalarımızın ve ekonomimizin merdiven altı üretimi
canlanmıştı, mültecilerin korkularını paraya döndürenler can yeleklerini suda
batanı yapmışlar, gemilerin su üzerine bir süre gidip batanını yapmışlardı.
Sahil kasabanın varoşları parayı görmüştü, korkuyu, ölümü paraya döndürmüştü.
Ayrı bir ekonomik hayat başlamıştı. Ölen ülkelerden kaçanlar başka ülkelerin
son nefesine şahitlik ediyorlardı belki de…
Savaş ve açlık insanları çaresiz bırakıyor. “Öleceksek de bu
yolda ölelim” diyerek kendilerini yollara atanların trajedisi her büyük buhran
zamanları ortaya çıkar, ekonomisi iyi olanlara doğru göç kaçınılmazdır.
Ülkelerinden kaçıyorlar, kaçmasalar zaten ölecekler, onların elinde ki belki de
en son seçenek gitmek… gidilen ülkeler ister istemez göçmen ülkesine
dönüşüyorlar, belki de sessiz bir devrimin figürleri ve özneleri
oluyorlar göçmenler…
Gelişmiş ülkeler kendilerince önlem
alıyorlar. Yeni teknoloji geliştiriyorlar. Oyunda kalp atışını
tespit eden alet ve dikenleri telleri ekolojik hale getirilişin reklamını
görüyoruz. Ele güne karşı insan haklarına saygılı olmak adına yasaların
istediği gibi hareket ederken aynı zamanda kapıları kapatan duvar ören ülkeler
bütündür Avrupa…
Mülteci demek ya da küresel kapitalizmin dili ile göçmenler
organ ticaretin meşru hale getirilişi anlamına da gelir, çünkü arkasında
bıraktıklarına karşı duyulan suçluluk hissi, ekonomik çaresizlik bu organ
ticareti yapan mafyanın eline düşmek anlamına gelir mafya aynı zamanda
örgütlere eleman kazandıran işlevi de vardır. Her insanı birer sermaye olarak
gören mafya her mülteciyi de canlı para görmektedir. Her insanın
organları başka insanın ihtiyacıdır ve parası olan bu ihtiyacı alır ve piyasada
ki değerini belirler. Organ nakli ameliyatları başarılı olduktan sonra etik
değerler bir yana iteklenmiş ve hemen şimdi organ ticareti ve borsası yaşayan ekonomimizin
sırlarla dolu ekonominin parası olmuştur. Oradan elde edilen paraların ne
amaçla kullanıldığı ve kimler tarafından yönlendirildiği hala açıkta değildir.
Organ ticareti kurbanları az gelişmiş veya ölmüş devletlerin vatandaşları
olurken alıcıları ise göçmenlerin/ mültecilerin hareket ettikleri hedef ülkenin
vatandaşlarıdır. Organ ticareti yapmasına onay verende aslında alıcı
ülkenin karanlık politikalarıdır.
Mülteci gelen ülkelerin ekonomileri canlanır, çünkü durağan
hale gelmiş nüfus artışlarına dışarıdan gelen bu insanlar emek gücü,
birikimleri ve yeni arayışlar için ortam arayan zekin insanlar demektir.
Almanya ekonomisi mülteci akımı öncesi durağana girmiş, Amerika ve diğer
ülkelerin teknolojileri altında ezilmektedir. Ağır sanayisi vardır ama
teknolojik anlamında geriye düşmüştür. Nüfus artışı ise ağır sanayinin
ihtiyacını karşılayacak dinamik kas gücünden eksiktir. İşte tam bu zaman
diliminde alman ekonomisinin can suyu gelen bu yeni mültecilerdir. Mülteciler
Almanya iç siyasetinde göçmen olmuşlardır. Onlardan beklenenler ve onların
yaratmış olduğu yan tesirler iç siyasetin konusu olmuştur. Faşizm Almanya’da
yeniden canlanıyor ve taban buluyorsa önceden tespit edilemeyen göçmen sorunun
sonucunun ürünü olduğunu artık biliyoruz, çünkü göçmenler homojen gibi gözüken
toplumun parçalanmasını ve yeninden anlayış itibari ile biçimlenmesi anlamına
gelmektedir. Almanya göçmen ülkesi değildir, “multi-kulti” gibi konu
başlıklarına gündemine almış olsa da geçmişten hesaplaşılamamış, yüzleşilememiş
tarihinin etkisi fırsat bulduğunda toplum içinde taban bulmakta ve emperyalist
duygular içinde saldırganlaşabilmektedir. Almanya ekonomisini öncelikli
düşündüğünde toplumsal değişim karşısında geri politikası onu yeni bir kaosun
içine atmıştır. Ekonomik güç demek siyasi güç anmalına geldiğini bileler ama
siyasi gücü yaratamamıştır en azından bugün!
Oyunun sonunda Almanya’ya ulaşan mültecilere kaptan öğüt
vermektedir, Almanya başbakanı Merkel bizi davet etti deyin ve
üstünüze Merkel tişörtü giyin diyerek bu öngörüsünden de tişört
satarak para kazanmak yoluna gitmektedir.
Ve alkışlar…
Oyunun sahne düzenlemesi dağınıktır. Parçalanmış veya batmış
bir mülteci gemisi kaptan köşkü olarak düşünülmüş ama o sanırım hayata tam
geçmemiş gibi geldi bana... Oyuna katısı çok azdı… Işık oyuncuları takip
etmesi, gerektiğinde oyuncunun vurgusunu büyütmesi gerekliydi, yeteri kadar
üzerinde çalışılmamış geldi bana, elbette bu görüşümün oluşmasına sebep salonun
en arka sırasında izleyici olmamın da etkisi olabilir… Video yeri ve seçilen
görüntüler ile başarılıdır, ama video sanki bir kere “play” demiş oyuncular o görüntüye
yetişmek ve görüntü içinde olmak için çaba sarf ettiklerini düşündüm. Fırtınalı
sahnede suyun coşmuşluğu içinde videonun etkisi güzel olmuş ama kaptan denize
atacağı mülteciler konusunu konuşurken görüntünün birden ortadan kalması ile
kaptanın aniden sahneyi terk etmesi ve geçişlerde zamanın tam ayarlanmamış
olduğunu düşündüm… Ama genelde konu ile ve sahne ile özdeşleşmiş bir video
çalışmasını gördüm. Acaba perde düz bir alan klasik boyut olması yerine başka
biçimler düşünülebilir miydi? Video görüntüsü içinde sahnede oyuncular…
Düşünülmesi gereken bir ayrıntı olarak kafamda bir yerde duruyor, elbette
burada özel tiyatronun maddi konumu bu arayışı etkilediğini de düşünmekteyim…
Oyuncular açısından düşündüğümde yönetmenin tüm istemlerini
yerine getirmiş ve başarılı bir şekilde hem ses, mimik hem de konuyu kavrayış
açısından başarılı buldum, usta oyuncuyu büyüten yanında başarılı usta
oyuncular ile aynı sahneyi paylaşmaktır. Oyun bittiğinde alkışlar oyuncuların
başarısına gönderilen birer saygıdır. O saygı ibaresi olan alkışlar aynı
zamanda oyunun her aşamasında görev almış çalışanlarınadır…
Mülteci konusu içinde bulunduğumuz toplum sorunlarından
biridir ve bu ülkede çocuk işçiliğinden, emek hırsızlığına kadar, dünya
markaları için çalışan taşeron firmaların en ucuz emek deposu olmasının yanında
rekabet eden şirketler daha ucuza bulduğu ve hiçbir güvence vermeden ve
sınırsız zamanlar içinde iliğine kadar sömürdüğü bir sessiz toplumdur. Sessiz
ve aşağılanan, sokakta yaşama mahkum edilmiş ve her türlü kötülüğün sebebi,
kaynağı olan görülen bu mülteciler içimizde yaşamaktadır ve onları
tanımadığımız için onlardan çekiniyoruz, onları yalnız bırakıyoruz. Bugün sol
adına emek adına siyaset yapan partilerin hiç birinin mülteci projesi ve
söylemi yoktur, olanların da gücü yoktur. Mültecilerin göç yolunu anlatan bu
oyun batıda ki mültecileri sahnede gördük. İçimizde yaşayanların sadece ucundan
sorununa dokunmuş oyun izledik, ki en azından mülteci konusunda atılmış çok
önemli bir adım olarak görüyorum. Bu ülkede yaşayan mülteciler anladığım kadarı
ile hala yok, izleyenler bizim dışımızda yaşayanların sorununa baktı…
Alkışlar dostlar tiyatrosu çalışanlarına ve ustasına…
İsmail Cem Özkan
Göçmenleeeer
Yazan: Matei Visniec
Çeviren: Zeynep Irgat, Osman Senemoğlu
Yöneten: Genco Erkal
Sahne Tasarımı ve Kostüm: Claude Leon
Dramaturji: Genco Erkal
Video ve Ses Tasarımı: Ümit Kıvanç
Müzik: Nâzım Çınar
Işık Tasarımı: Hakan Özipek
Görüntü Araştırma: Melih Tatlıcan
Oynayanlar: Şirvan Akan, Ayşe Lebriz Berkem, Lütfi Can
Bulut, Cem Çetin, Genco Erkal, Yiğit Yarar