13 Aralık 2017 Çarşamba

İstanbul sırrını içinde saklar…

İstanbul sırrını içinde saklar…

İstanbul sokaklarında yürüyorum, geçmişin izlerini geleceğe taşıyan birikimleri sokakların kuytu noktalarına saklanmış duvarların üzerinde. Kaldırmalar sürekli yukarıya doğru yükselirken, çeşmeler kaldırımların gücü karşısında ihtişamını ve işlevini kaybetmiş şekilde sokakların bilinmeyen karanlık noktasına doğru unutulmaya yüz tutmuş. Musluklarından su akmayalı olmuş belki yüz yıl kadar, belki daha az, ama kaldırımın altında kalmış musluklar ki hırsızlardan kalan varsa eğer sessizce geçmişin seslerini üzerinde taşımaktadır.

Acılar, sevinç çığlıklarına karışmış, kim anımsar gözlerde ki gülümsemeyi, kalp çırpıntılarını. Bir zamanlar bu sokaklarda insanlar yaşamış mıydı hayalleri kuytularında saklanan…

İstanbul’un sokakları kendi gizemini korurken sanki korkuyu da bugüne taşır gibidirler.

Sokaklar korkunun, öfkenin, linçin sesi yanında yangının alevlerinden geri kalan sisleri de taşımaktadır. Devlet olmuş bir leş, kokusu sarmış sokakları, rüşvetsiz selam alınmaz ve verilmez olmuş, dirheme muhtaç insanların gözünde akmış umutsuzluk. Umudun yok sayıldığı büyük yangınlarda kaybedilen geçmişin arasından ağlayan insanların kalmış sessizce duvarla sinen sislerin arasında. Çığlıklar, öfkeler bırakılamayan acılar…

İstanbul içinde aklar binlerce yıllık sesleri…

Binlerce yıl öncesi acının çığlığı saray duvarından kulağıma geldi, taşlar saklamış çığlığı.

Taşlar ile örülmüş şehir, büyük depremde taş altına kalanları görenler taş yerine ahşaptan ev yapmışlar bu seferde yangın almış götürmüş şehrin tüm birikimlerini. Deprem ve yangın saklamış binlerce yıllık acıları, öfkeleri, sevinçleri, yağmaları, dillerini bilmediği yabancı bir erin yağmasına bakan gözler.

Liderinin gözünde kendi cenaze törenini görenlerin ülkesi, ne büyük acıdır.

Büyük acılar toplu yaşananlardır…

Kutsal şehri ve altın elma olduğuna inanılan yerleri fethetmeye gelenler batıdan şehri kuşatmışlar ve top ateş altında Rum ateşinin kıvılcımları ile direnmişler. Direnenler yenilmişler, çünkü açlık bütün kapıların açılmasına sebep olmuş. Açlıktan ölmek mi daha öncelikli yoksa düşmanın insafına kalmış ölüm mü? Açlık ile boğuşanlar düşmanın insafına ve vicdanına bırakmış geleceklerini…

Biat etmişler, itaat etmişler, yeri gelmiş kazan kaldırmışlar…

Ölüm fermanlarının havada uçtuğu, Çingene cellatların can aldığı sarayların duvarları geçmişin seslerini saklar…

Devlet-i Aliye içinde dönen fesatlıklar, rüşvetler, adam kayırmacalar kurulurken düşünülmeyen şeyler hep yaşanmış, hep yaşanmaya da devam etmiş, öncesinden alınan töreler, yaşanan törenleri biçimlendirmiş, geleceğe bırakmış iyi gibi gözüken ama gittikçe gerileşen, iki dudak arasına sıkışmış fermanlar ve can almalar…

Her şeyin başı devlet demişler, devlet için kul olunmuş, devletin sahibi bir dudak demişler. Bir dudak arasına bırakılmış insanların gelecekleri, hayalleri.

Devlet adına yağmalanmış, kutsal törenler düzenlenmiş, kutsanmış ölümler. Ölüm kutsal sayılınca kimse sormamış kim için, ne için, neden ve nerede öldüğünü… Kader demiş, devlet için, dini için öldü denmiş, ölenin hiç katil olduğu düşünülmemiş. Kaderinde yazan alnına vurmuş demişler, alnında açılan yarayı kimse görmemiş…

İstanbul sokakları her dili kucaklamış, her kültürden insanı bir birine el etmemiş, el açmasına sebep olmuş. Kaçanlara liman, girenlere ise zindan kapısı olmuş…

Biat etmiş gibi yapan kendi çıkarı için arkadaşını satmaktan geri kalmayanlar devletin en üst noktasına kadar çıkmış, inmiş bir mezarlığın çukuruna… İtaat edenler güçlü olan olmuş komutan, adını sanını, köyünü değiştirmiş, yaratmış bir geçmiş devletin kasasında olmuş bir delik… Devlet-i Aliye ne yapsın açılan deliği kapatmak için sefer olmuş, sefer olduğunda ise gariban köylünün çocuğunu almış götürmüş bilinmeyen topraklara ve çöllere. Susuzluktan mı ölmüş, bitler pireler mi yemiş kimse sormamış…

İstanbul’un sokakları öksüz çocukların yalvaran sesini de saklamış…

Sokaklar geçmişin sesini saklamış büyük bir kayıt defteri gibi, bugünde sesleri üzerine kayıt etmeden yeni kayıtlar olarak saklamaya devam etmekte…

İstanbul’un sesini dinleyin, gözünüzü kapatın geçtiğiniz sokağı düşünün, ne zaman yapıldı, nasıl bir süreçten geçti, yıkılan ve yok edildiği düşünülen duvarları düşünün, bakarsınız bir binanın bir yerinde orada yıkılan binanın taşı olarak durmakta… O duran taşta geçmiş, gelecek ve bugün saklı olduğunu duyacaksınız… Eğer sesleri dinlemek isterseniz size ulaşacaktır geçmişin sesi ve bugün kayıt sesleri…

İstanbul sırrını içinde saklar, sokakları gün be gün büyürken kayıt için yeni duvarlar örmeye devam eder…


İsmail Cem Özkan