20 Nisan 2018 Cuma

‘Meclisi’ halkın yaşadığı yere taşımak için adayım kadındır…


‘Meclisi’ halkın yaşadığı yere taşımak için adayım kadındır…
Erdoğan seçimi cephe üzerinden yürütüyor. O ve diğerleri üzerinden. En çok onun cepheye aldığı kesim kadınlardır. Madem cephe açıyor ve ülkenin çoğunluğunu oluşturan kadınlar kendi adayları ile “hodri meydan” demek zorundadır.
Kavgadan kaçmadan meydana yeni bir dil ile ülkenin geleceğini kadınlar belirleyebilir...
O güçleri vardır, her yasağa rağmen madem İstiklal caddesinde eylem yapabiliyorlarsa, her şeyi göze alarak haber vermeden Kadıköy meydanında şamata yapabiliyorlarsa, her şeye rağmen Doğu Ekspresi ile Kars’a gidip gelebiliyorlarsa onlar bu seçimi rahat kazanır...
Erdoğan'ın tek istemeyeceği şey karşısında dik duran onun dediği peşinden gitmeyen özgün bir kadındır...
Adayım kadındır…
Kadınlar erkek adayları sosyal medyadan paylaşıyorlar ve hala bir şeyi anlamamış olduklarını düşünüyorum, kadınların kurtuluşu erkeklerin ellerinde değildir, ancak erkekler onlara mücadele omuz desteği verebilir.
Kadınların kurtuluşu kadınların elleri üzerinde yükselecektir. Erkeklerden gelen özgürlük ancak kadınların “iyiliğini” düşünür.
İyilik düşünen; genelde iyilik düşündüğünün özgürlüğünü ortadan kaldırır, (özgürlük alanı açıyormuş gibi yaparak) çünkü elinde ki gücü kaybetmek istemez...
Kadınlar, kadın adayı için diretin, erkek egemen söylem son bulsun!
Artık ekranları açıp küfür duymak istemiyorum...
Namert gibi kelimeyi sarf edenleri duymak istemiyorum.
Sokak dili ile siyaset yapanları duymak istemiyorum...
Kadınların özgürlüğü kadınların omuzları üzerinde yükselecektir, ondan bizlerde nasipleneceğiz...
Boşuna değil yaşananlar…
Yaşananlara bakıyorum da, Nuh Peygamber neden başka coğrafyada ortaya çıkmadığını daha iyi anlıyorum... Boşuna bu topraklar su altında kalmamış, boşuna değil güvercin gagasında zeytin dalı ile dönmesi...
Eş başkan kadın olsun anlayışını ben yanlış buluyorum, öyle bir şey yok...
Yaşadıklarımızdan görüyorsunuz hangi eş başkan kadın erkek eş başkandan daha fazla cümle kurdu, daha fazla kitlelerin önünde gözüktü?
Olacaksa cumhurbaşkanı kadın olsun...
Nasıl ki EMEP başkanı kadınsa siyasi partiler öyle dolambaçlı hileli işlere girip; yok eş başkan, yok başkanlar kuruluymuş gibi laf oyunlarının yerine direkt bu dönemde en çok saldırı altında kalan emekçi kadınlar partilerin başına geçsin, ülkenin başına geçsin...
Seçilecekse emekçi kadın olsun...
Hem en altakinin halinden anlayan, hem nefret söylemlerine karşı duran, hem de özgürlükleri genişleten bir kadın cumhurbaşkanı bu ülkede olsun...
Seçilen kadın da kadın gibi kadın olsun, erkek gibi kadınların bu ülkeye kattıkları bir şey olmamıştır... (Meral Akşener ve Tansu Çiller ikilisinin dönemi hala hafızalarda…)
Bu kadar söz söyleyip de adayımı açıklamaysak mıyım, elbette benim de aklımdan geçenler vardır… Emekçi sınıfın içinde çalışan ve üst konumda olan DİSK genel sekreterini aday olarak öneriyorum...
“Arzu cumhurbaşkanı olsun, ülke arzu edilen yöne evrilsin...” diye içimden geçiriyorum…
Eğer kadın bir sendikacıya itirazınız olursa mizah dünyasından bir kadın olsun derim. Gülse Birsel cumhurbaşkanı adayı olsun... Ülkemiz gülümseyen insana ihtiyacı var...
Olmazsa siz belirleyin, kadınlar içinizden birini aday gösterin!
Seçim para demektir. Seçim çalışmasında devletin bütçesine karşı halkın bütçesinin mücadelesi olacaktır... Halkın bütçesini iyi kontrol ederek doğru noktalara değinirse muhalefet devlet bütçesi ve devlet medyasına (yandaş) rağmen seçimi alabilir... Karamsar olmadan, enseyi karartmadan iyi bir bütçe ile seçim çalışması yapmaktır... Bütçe oluşturmadan yapılan her hareket yolun yarısında “benzini bitmiş Ferrari” gibi olur.
Tüm muhalifler bütçenizi birleştirin, hep birlikte "eşitlik, kardeşlik, özgürlük için" diye seçim çalışması yürütün, çünkü bu üç istemi istemeyen yoktur gibi...
Baskın seçime hazır değilim diyen kendisini kandırmaktan başka şey yapmıyor demektir. Zaten seçimin baskın olacağını aylardır biliniyordu. Dur biz daha örgütlenemedik diyenler olabilir, saygım vardır. Örgütlenmek için her zaman mümkündür yeter ki yan yana gelin, ortak hedefleriniz ve ütopyalarınızı netleştirin… İtirazım yok… Bugün acil bir sorunumuz var, seçim!
Erdoğan kendisine göre kazanacağı bir seçime evet dedi...
Evde ki hesap umarım sandığa uymaz...
Kadınlar ile dayanışmak, özgürlük istemini büyütmektir...
‘Meclisi’ halkın yaşadığı yere taşımak…
Bugün hala anlayamadığım muhalefet mecliste oturup maaşlarını saymak dışında başka bir şey yapmıyor. Meclisi halkın içine taşıyamadılar, esas temsil ettiklerine dönmediler. Halk gözlemci ve izleyici olarak yaşananlara uzaktan bakıyor. Bunun birincil sorumluları bugün işlevsiz olarak mecliste oturanların omuzlarındadır.
Ezilenler, ötekileştirilenler, mülteciler kısaca AKP için ülkeden kovulması ve biletlerinin alınması gerekenler izleyici konumda ve yaşananlara; 1930’lu yıllarda Almanya’da yaşayan Yahudiler gibi bakıyorlar. Ellerinden bir şey gelmiyor…
Bu oyun bozulmaz mı, elbette bozulur.
Tarih bizlere erklerin oyunlarını bozan Spatrküsleri anlatır. Mahir Çayan’ların yenileceğini, öleceğini bile bile Kızıldere’ye gidişini anlatır. Bugün ne Mahir ne Spataküs vardır, elimizde daha fazla olanak mevcuttur.
Meclisi halkın yaşadığı yere taşımaktan geçiyor…
“Böyle bir şey kitlelerin ilk defa ve gerçekten sürece dahil olmalarını, gerçek politik özneler olmalarını, gerçek yurttaşlar olmalarını sağlar… Onları pasif, edilgen “sayın seyirciler” olmaktan kurtarır…” F. Başkaya
Önümüzde ki seçimde bir kadın aday etrafında meclisleri yaşam alanlara taşıdığımız an; duruşumuz, bakış açımız değişecektir. Bu da önümüzde yeni ufuklar açar ve gideceğimiz yolu el yordamı ile değil, tecrübeler ile daha emin adımlar ile gidebiliriz.
Birileri kazanacağı seçim startını verdi diyerek bizlerde kaybedeceğimizi düşünmemeliyiz…
Evde ki hesap çarşıya uymayacağını gösterelim!
İsmail Cem Özkan

19 Nisan 2018 Perşembe

Don Kişot

Don Kişot

Perdeye yansıtılmış duvar fayansının üzerine işlenmiş mozaik şeklinde Donkişot duvar resmi vardır. Önünde Don Kişot ve onun yaveri Sancho Panza. Don Kişot, Orta Çağ şövalye hikayelerine saplantı derecesinde meraklıdır ve bir gün gezgin bir şövalye olmaya karar verir. Yaveri Sancho Panza ile birlikte maceralara doğru ilk adımını atar. Onun hayali vardır; kavuşmak istediği bir sevgili, onun aşkını kazanmak istemektedir. Adı Dulcinea’dır. Hayalinde ki güzel şimdi nerededir, kimlerin elinde acılar çekmektedir?  Donkişot şehre doğru giderken duvar resmi olan perde açılır…

Sahnenin derinliği içinde bir alan görürüz.

Orta Çağda ispanya’da bir meydan gözlerimizin önündedir. Uzaktan bakınca sanki 16:9 geniş ekran gibi geldi sahne birden gözüme… Daha dar sahnede seyretmeye alışmıştım, yeni yapılan bu sahnede ilk defa bir eser izleme şansına sahip oldum. Son yıllarda her alışveriş merkezi (AVM) bir sanat dalına binanın bir bölümünü açarak orada sanatseverleri çekmek hem de dolaylı reklam yapma şansına eriyorlar. AVM’lerin genel stratejisinden sanat da faydalanıyor, karşılıklı çıkar ilişkisi, hangisi daha karlı onu para kazananlar daha iyi bilir. Her ne kadar AVM içini beğenmesem de reklamın iyisi kötüsü olmaz diyerek işverenler para yatırıyor ve bizler de bu reklam için yapılan sanat alanlarından yararlanıyoruz. Kötünün iyisi diyelim, çünkü sanat için yapılan binalar bir bir satılırken ve yıkılırken hiç yoktan elimizde olanlar var diyebiliyoruz. Yeni açılanlar ise sahne bolluğu yaratıyor gibi algı oluşturmuş olsa da, sanatta var olan kalitede düşmeye endeksli olarak daha çok balon işler (eğlence odaklı ve para amaçlı) sergilenen alanlara dönüşüyor. Elinde yiyecek ile salona girip sahnede yaşananları izlemek. Olmazsa cep telefonu ile bak buradayım demek için canlı yayın yapmak… Bu kısa günümüze yönelik mesajlardan sonra izlediğim şölene döneyim!

Meydan her zamanki gibi hareketli, aşk mevsimi başlamış gibidir, aşık olmak için kanat çırpan melekler sanki o meydanı teslim almış gibidir. Hancı Lorenzo, kızı Kitri’yi zengin Gamache ile evlendirmek istemektedir. Oysa Kitri, Basilio’yu sevmektedir. Bu sırada Don Kişot ve Sancho Panza şehre gelir.  Don Kişot, Kitri’yi görür görmez, kafasında yarattığı aşkını bulduğunu düşünür. Meydandaki şenliğin ortasında Kitri ve Basilio, arkadaşları Espada ve Mercedes’in yardımıyla oradan kaçmayı başarır. Don Kişot ve Sancho Panza da onları takip eder. Gamache ve Lorenzo da vakit kaybetmeden çiftin peşine düşer.

Don Kişot ve Sancho Panza kaçan çiftin bir Çingene (Roman) kampına sığındığını keşfeder. Herkes gecenin romantik atmosferinin etkisindedir. Don Kişot  hayallere dalar ve Kitri’nin aslında Basilio’yu sevdiğini anlar. O sırada birden fırtına kopar. Don Kişot bir yel değirmenine saldırır; onu bir canavar olarak algılamıştır. Ancak bu çarpışmanın sonunda sefil bir halde yere yığılır ve kendinden geçer.

Don Kişot büyülü bir rüyaya dalar ve gözünün önünden olağanüstü güzellikte görüntüler geçer. Kitri’yi gene Dulcinea olarak görür. Şafağın sökmesiyle Çingene Kampı’ndan kaçan Kitri ve Basilio’yu Sancho Panza fark eder ve hemen Don Kişot’u uyandırır. O sırada kampa varan Lorenzo ve Gamache onlara Kitri’yi sorar. Genç aşıklara sempatiyle bakan Don Kişot, Lorenzo ve Gamache’ı kasıtlı olarak yanlış yönlendirir. Ancak Sancho Panza ikiliye bilinçsizce doğru yolu gösterir.

Kitri ve Basilio her ne kadar saklanmaya çalışsa da, sonunda yakalanır. Lorenzo, kızından Gamache’ın ilgisine karşılık vermesini ister. O sırada Basilio sahte bir “intihar” sahnesi yaratır. Kitri bunun bir oyun olduğunu anlayınca, Don Kişot’a Basilio ile evlenmek istediğini söyler ve konuyla ilgili Lorenzo’yu ikna etmesini rica eder.  Bir anda Basilio “hayata” döner!  Düğün hazırlıkları için herkes coşkuyla oradan ayrılır.

Halk çiftin evliliğini kutlamaktadır. Don Kişot da çiftin evlenmesinden dolayı mutludur. Onlara samimi bir biçimde veda ederek, yeni maceralara doğru yola koyulur.

Balenin öyküsü böyledir, öykü gösterimin sadece bir parçasıdır, ona vücut veren müziktir. Müzik öyle bir şekilde bizi bizden alır ve olayların içine taşır ki, sahnede yer alan tüm sanatçıların mimikleri, vücut hareketleri ile bütünleşiriz. Her nota bir harekete dokunur, her hareket bir nota olarak bilincimizin içine işler. Nota ve hareket... Balenin vazgeçilmez bütünüdür. Bale müziksiz kalamaz ama müzik daha özgürdür. Özgürlüğünü bölümler arasında geçişte kendisini gösterir.

Her perdenin kapanışı her sahne düzenin değiştiğinin ve başka bir maceranın başladığını anlatır. Her bölümde görev alan sanatçılar ayrı ayrı seyircinden hak ettikleri alkışı alır. Her alkış onların bütünlüğüne ve sahnede çıkardıkları o muhteşem sunamadır. O gösteri öyle bir şölen halini alır ki klasik balenin ne olduğunu ve hangi hareketin, hangi mimiğin hangi vücut dengesinin neyi anlattığını öğrenirsiniz. Öğrendikçe evrensel başka bir dilin içinde anlatılan öykünün sizde ki çağrışımları ile yüzleşirsiniz…

Don Kişot Balesini izlemenizi öneririm, üstelik 26 Aralık 1869’da ilk defa sahnelen bu şölenin günümüze taşınan o büyük mirası izlemeniz gereklidir, çünkü müziği, koreografisi, kostümleri ve mimikleriyle sizi bambaşka bir yolculuğa çıkarır. İşin arkasında haftalar süren, yılların birikimi olan ağır bir işçilik, ince bir sanat vardır.

Don Kişot balesi teknik anlamda çok zor bir bale olduğunu kaynaklardan okudum, izlerken de o kaynağın ne kadar doğru şeyler yazdığını içselleştirdim güç ve iyi bir kondisyon istiyor. Sahnede yer alan sanatçıların o zoru nasıl başarı ile gerçekleştirdiklerine şahit olmanız gereklidir. Dışarıdan bakan için çok kolay gibi gelen her hareket basit olmadığını, çok zor olanı dayanışma ile nasıl kolaymış gibi kusursuzca gösterdiklerini izledim… Her birinin alın teri çoktan alkışı hak etmişti ve seyirci de zaten yerinden fırlayarak ayakta alkışladı, bravo sesleri salonu doldurdu.  

Sahne sadece balet ve balerinden oluşmuyor elbette. Sahne dekoru, kostümleri, video olarak sahneye verilen görüntüler, özellikle Don Kişot uykudayken yaşadıkları ışığın balet ve balerini izlediği sahneler ile sahnede olan her şeyin bir bütün olduğunu ve hiç biri diğerine gölge etmediği gibi görsel olarak da büyük katkı yaptıklarını gördük. Her zaman olduğu gibi görünmeyen orkestra o çukurdan notları üzerimize yayarken orkestrada elleri nasır bağlamış birikimli usta müzisyenler ve onların yönetenini de unutmamak gereklidir. Onlar olmasaydı, onların katkısı ve verdikleri boşluklar olmasaydı sanırım bu kadar güzel klasik bale şölenini izleyemezdik…

Sahne önünde, arkasında, yanında artık kimin emeği geçmişse her birine teşekkür etmek gereklidir. Salonda bravo seslerine karışan alkış hepsine gitti…

İsmail Cem Özkan


Don Kişot
Müzik: Ludwig Minkus
Koreograf: Marius Petipa 
Sahneye Koyan Ve Düzenleyen: Ayşem Sunal Savaşkurt
Orkestra Şefi: Roberto Gıanola
Dekor Tasarımı: İsmail Dede
Kostüm Tasarımı: Gizem Betil
Işık Tasarımı: Önder Arık
Kitri: Gizem Atik Tuncay, Melike Koper, Berfu Elmas, Büşra Ay, M. Özde Eren
Basilio: Melih Mertel, Olcay Tunçeli, Batur Büklü, Çağatay Özmen
Don Kişot: Alkış Peker, Alper Akalın, Egemen Kement
Sancho Panza: Ürün İndere, Murat Öztekin
Gamache: Özerk Tozkoparan, Onur Tunay
Lorenzo: Kerem Kuraner, Ahmet Eroğlu
Espada: Olcay Tunçeli, Oliver Spence, M. Nuri Arkan, Çağatay Özmen, Batur Büklü
Mercedes: Deniz Kılınç, Melike Koper, Ebru Cansız,  M. Özde Eren, Julia Hartmann 
İki Arkadaş: Zuhal Karaca, Hüma Ersel Sökmen
                        Maia Ito,  Asena Ökte
                        M. Özde Eren, Julia Hartmann
                        Büşra Ay, Berfu Elmas
                        Zeynep Serpen, Merve Topaldemir
Rüya Kraliçesi: Büşra Ay, M. Özde Eren, Gizem Atik Tuncay, Zeynep Serpen
Amor (Cupid): Berfu Elmas, Hüma Ersel Sökmen, Maia Ito, Asena Ökte, Merve Topaldemir
Eda Yeker
Çeri Başı: M. Nuri Arkan, Can Bezirganoğlu, Alican Güçoğlu, Ali Türkkan

Ve İstanbul Devlet Opera Ve Balesi Sanatçıları Dönüşümlü Olarak Dans Edecekler. 


15 Nisan 2018 Pazar

Falstaff

Falstaff
William Sheakespeare eserlerini kaleme alırken, eserlerinden oluşacak bir kolaj çalışmanın başka bir sanat dalı içinde yeninden yaratılacağı ve başka bir dil içinde kendi dünyasını yaşatacağını düşünmemiştir. Değişik eserlerin kahramanlarından yeni bir kahraman ortaya çıkmadı, eski kahramana başka eserlerden alınan pasajlarla bir öykü oluşturuldu. Öykünün ruhu kelimelerde yatmasına rağmen, onu notlara döken, notlarda ki akış kelimelerde ki akış ile girmiş olduğu dans, ahenk, ritim, dinamizm yeni bir eserin doğmasına, yeni bir dünyaya kapının açılması anlamına geliyordu. Zaman iki büyük ustayı buluşturmuştu.
Arrigo Boito kelimelerin ustasıdır. İngilizce okuduğunu İtalyanca cümle yapısı içinde yeniden yaratmıştır. Yaratılan yeni, var olan İngilizce metinin ruhunu bozmamıştır, cümle yapısı müziksel ahenginden hiçbir şey kaybetmediği gibi yeni bir anlamda yüklemiştir. Durduğu nokta, baktığı açı Sheakespeare’in hayal dünyasına çok yakındır. O yakınlık yeni bir şeyin oluşmasına katkı yapacaktır. Üstelik, artık hayata küsmüş, öteki yaşama kendisini bırakan bir bestecinin içinde kalmış bir ukdeyi yeniden alevlendirecek ve muhteşem bir eserin oluşmasına katkı sunacaktır.
Verdi en son eseri; gülünç, muzip ve nükteli operadır. En zor olanı başarmıştır. En zor en son yapılandır onun için, çünkü ömrünün tüm birikimi o geriye bıraktığı notalarda saklıdır. Geçmişte kendisini acımasızca eleştirenlere yazdığı son eseri ile ayna tutmuş, yanıt vermiştir.
Zor olan mizahın dilini, sahnede müziğin ritmi ile verebilmektir.
Dere denize doğru almaktadır, zaman zaman derenin aktığı su yolu büyük dalgalara neden olur, zaman zaman durağındır. Ama Verdi’nin bu son eserinde o kadar dinamik bir yapı söz konusudur ki sahnede hayat veren sanatçılar bu ritmin altında ezilmemek için büyük enerji sarf etmek zorunda kalıyorlar. Sadece ana karakter değil, ona destek veren tüm karakterler öyle ritmi yüksek bir öykünün içindeler ki ne zaman komik, ne zaman dram, ne zaman alay edilenin gözünden olaya bakacağımızı kaçırmamaları gereklidir. Çünkü her mimiğin, her hareket, her duruş ayrıntılı bir şekilde müziğin akışa uygun olmak zorundadır. Müzik, söz, ritim, koreografi bir bütündür. En ufak bir hatayı kabul edecek gibi de değildir.
Sahnenin altından gelen müzik…
Orkestra yönetmenin sahnede yaşananlara dikkatidir, onların davranışına göre belki müziğin hızını düşürecek ya da yükseltecektir. Seyircinin pek fark edemeyeceği küçük oynamalar ile sahne üzeri ve sahne altında bir paralellik yakalamak zorundadır orkestrasını yönetirken. Oyuncularda, gelen notların ritmi içinde hareketlerini yaparken cümlelerini söylemek zorundadır.
Opera’da görev alan her sanatçı verilen görevi üzerilerine düştüğü gibi gerçekleştirirken, sadece kendileri ile baş başa değillerdir, sahnede yer alan diğerleri ile de uyumlu olmak zorundadır. Bir birini kollamalı ve birbirinden ne önce ne de sonra hareket etmemelidir. Uyum mutlaktır ve o mutlak olan bir gülmece, mizahın en damıtılmış halinde yakalamak zorundalar.
İzlediğim gösterimde zor olan başarılmıştı, uyum yakalanmıştı. Muhteşem, eğlenceli, zaman zaman kahkahalar içinde izlediğim bir şölene dönüşmüştü.
Üç perde, üç perdenin arasında açılıp kapanan perdeler. Her bölümde rol alan sanatçıların seyirciyi selamlaması. Dekor değişirken seyirciyi yerinde tutan güzel bir düşünce. En azından seyirci olarak alkışlamak hakkımızı kullanmak için verilmiş bir an…
Bir çok eleştirmen, büyük olasılıkla baş rolde olan ve her sahnede hemen hemen rolü olan sanatçılar üzerine konuşacak ya da yazacaktır ama ben onları görünür kılan ve onların ustalığına ışık tutan diğer sanatçı dostlarımızın ustalığını konuşmak isterim, çünkü onların her hangi bir tökezlemesi baş rolde oynayan istediği kadar usta olsun, istediği kadar doğaçlama ustası olsun operanın bu baş eserinde toparlama şansı yoktur. Çünkü Verdi öyle bir akış vermiş ki bir derenin denize kavuşmasında ki coşku ve akıntı var. Eğer dere uygun zamanda eğilmezse gücünü kaybeder, coşkusu durağanlaşır. Ama izlediğim kadarı ile buna ne sanatçılar ne orkestra izin verdi. Coşku, dinamizm, mizah, ders veren bölümler ve biz insanlığa yaptıkları çağrı muhteşem bir şölen ile sunuluyor. Her bir sanatçı, sahnede garson rolünde olanından Falstaff rolüne kadar görev alan tüm emeği geçenlerin mimikleri, tavırları, yürüyüşleri, sahnede çamaşır sandığını taşıyan hizmetlilere kadar hepsi bir bütünün parçası ve ayrılmazı olduğu bilinci içindeler. Yönetmenin vermek istediğini usta sanatçılara yakışır bir şekilde yerine getirmişler. Evet, her biri profesyonel aldıkları maaşı hak ediyorlar ama profesyonelliğin yanında ustalık, sahnede var olan sanatçıların daha da büyümesine, illüzyonun gerçeklemesine sebep oluyorlar...
Onların ustalığı bir eseri izlerken, dinlerken seyirci olarak beni var olduğum koltuktan alıp sahnenin bir kenarına taşımasıdır.
Shakespeare’in yarattığı en eğlenceli karakterlerden biri olan şişman çapkın Falstaff’ın , aynı anda evli ve iki iyi dost olan Alice Ford’u ve Meg Page’i baştan çıkarmaya çalışması ile zincirleme olaylar başlar.
Bu insanlık komedyasında; aşk, para, hırs, entrikalar… kısaca tüm beşeri duyguların yaşandığı bir karmaşanın sonunda, budalalarla dolu olan bu dünyada, her şey bir şakadan ibaret olduğu vurgulanır.
Yaşlı, koca göbekli, kel kafalı, obur, içkici, üstelik kadın düşkünü bir Kazanova. Beş parasız kalan Falstaff, koca göbeğine ve ilerlemiş yaşına bakmadan iki soylu kadına aşk mektupları göndererek, zengin kadınlar vasıtasıyla kocalarının paralarından faydalanmaya çalışır.
Sadece isim değişikliği yaparak iki kadına da aynı aşk mektubunu gönderir. Kadınların olayı fark edeceğini düşünemeyecek kadar böndür. Ama işler umduğu gibi gitmez ve "Windsor'un Şen Kadınları" olayı fark eder, Falstaff'a unutamayacağı bir ders vermeye karar verirler. Ve Falstaff'ı rezil edecekleri oyunlar böylece ortaya çıkar.
Verdi 50 yıllık müzik kariyerinin en 'damıtılmış' müziği işte bu öyküye öyle bir hayat ve dinamizm katar ki, öykünün içinde öyküler olduğunu unutursunuz ve gerçek hayattan alınan bir öykünün karikatürize edilmiş hali olarak düşünebilirsiniz. Abartılmış karakterler, abartılmış hareketler bize aslında üstünü örttüğümüz ama yüzleşemediğimiz başka bir gerçekliği de yüzümüze vuruyor. Onur kavramı, rezil olma ve toplu rezil olanların içinde rezil olmuş olanın rahatlaması. Toplum dışına itilmesi gerekenlerin ve aşırı kıskançlığın yaratmış olduğu karmaşa. Öç alma ve linç kültürü… Çağdaş insanın nasıl olması gerektiğini de fısıldar…
Olayların hızlı akışı ya da müziğin verdiği dinamizm olayları hızlandırıyor. Hangisi hangisini tetikliyor, hangi hangisinin motor gücü. Soruları sormayın, izleyin, akışına bırakın kendinizi muhteşem bir şölen içinde anı yaşayın, çünkü o an soru sorarak kendinize ve anınıza yazık etmeyin, çünkü sizi alıp götürecek olan notlara bırakın kendinizi, daha özgür hissedeceksiniz… Pegasus üzerinden dünyamıza bakacaksınız… Kanatların çırpması, rüzgarın yüzünüzü okşaması, yeryüzünün ihtişamı karşısında soru sormayın yaşayın… Zaten öykü size sorular soracak ve yanıtını verecektir…
'Hayat bir şakadır, insanlar delidir' der koro…
Falstaff, 'Her şey bir şakadır' der, çünkü tek aldatılan ve üçkağıda gelen kendisi olmadığını görür. Boynuz takmıştır, boynuz takmaya giderken…
Oyunun teknik bölümüne baktığımızda sahnede yer alan tüm dekorlar, kostümler, ışık… hepsi oyuncular kadar uyumlu ve bir bütündür… Onlar oyunun karakteristik özelliğine büyük katkıları var… Çok iyi araştırılmış, daha önceki deneyimlerden dersler çıkarılarak bu oyunun damıtılmış halde karşımızda bulduk… Emeği geçen tüm çalışanlara teşekkür ediyorum…
İsmail Cem Özkan
Falstaff
G.Verdi
Libretto: Arrigo Boito
Orkestra Şefi: Roberto Gianola / Can Okan
Sahneye Koyan: Renato Bonajuto
Dekor Tasarım: Efter Tunç
Kostüm Tasarım: Ayşegül Alev
Koro Şefi: Paolo Villa
Işık Tasarım: Yakup Çartik
John Falstaff: Nejat Işik Belensir / Kevork Tavityansir
Ford: Caner Akgün / Mehmet Murat Güney / Alper Göçeri
Fenton: Ahmet Baykara / Caner Akin
Dr. Cajus: Çağri Köktekin
Bardolfo: Can Reha Gün / Engin Yavuz
Pistolo: Ali Haydar Taş / Göktuğ Alpaşar
Alice Ford: N.Şebnem Ağridağ / Ayşe Ünel Sezerman / Deniz Yetim
Nannetta: Sevim Zerenaoğlu / Dilruba Bilgi Akgün / Özgecan Gençer
Mrs. Quickly: Aylin Ateş / Deniz Erdoğan Likos
Mrs. Meg Page: Elif Tuğba Tekişik / Nesrin Gönüldağ / Barbora Fritscher