Yeni Mevlevihane Açılışları: Kültürel Zenginlik mi, Dini Kurgu mu?
Geçtiğimiz günlerde Tokat’ta bir Mevlevihane’de düzenlenen
etkinliklere dair haberler dikkatimi çekti. Etkinlikte sema gösterileri
yapılmış, ardından Bektaşi kültürü üzerine konuşmalar gerçekleştirilmiş.
Kerbela ve matem gibi temalar da gündeme gelmiş. İlk bakışta kültürel bir
buluşma gibi görünse de, bu tür etkinliklerin arka planında neyin inşa edilmeye
çalışıldığını düşünmeden edemedim.
Tasavvufi Mirasın Yeniden Yorumlanması
Mevlevilik, tarih boyunca daha çok saray çevresiyle
ilişkili, estetik ve ritüel yönü güçlü bir tasavvuf yolu olarak bilinir.
Bektaşilik ise, özellikle Yeniçerilikle ilişkisi ve halkla kurduğu doğrudan bağ
üzerinden daha muhalif ve heterodoks bir yapı sergilemiştir. Alevilik ile iç
içe geçmiş olan Bektaşilik, Kerbela ve matem gibi temalarla halkın tarihsel
belleğinde derin izler bırakmıştır.
Bu yapılar tarih boyunca zaman zaman yakınlaşmış, zaman
zaman uzaklaşmış; ama her zaman kendi özgün kimliklerini korumuşlardır.
Cumhuriyet döneminde tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla bastırılan bu
gelenekler, uzun süre gayriresmî biçimlerde yaşamayı sürdürmüştür. Yakın
zamanda Alevilik / Bektaşilik Cemevleri ile görünür olmuş ama bu seferde
geleneksel yapıdan kopmayı ve şehirlerde yeni bir Alevilik tanımı ile yüzleşir
olduk.
Bugün ise bu geleneklerin aynı çatı altında, aynı etkinlik
içinde bir araya getirilmesi; yüzeyde kültürel bir kaynaşma gibi görünse de,
daha derinlerde “yeni bir dini anlatı” inşasının parçası olabilir.
Sosyolojik Perspektif: Gösteri ve Boşluk
Son yıllarda özellikle genç kuşaklar arasında dini
aidiyetlerde bir gevşeme gözlemleniyor. Bu boşluk, kimi zaman geleneksel
tarikatlar aracılığıyla, kimi zaman da tasavvufun estetik yönünün ön plana
çıkarıldığı kültürel etkinliklerle doldurulmaya çalışılıyor.
Ancak bu süreç, bazı sorunları da beraberinde getiriyor:
İnançların tarihsel bağlamından koparılması,
Simgelerin içinin boşaltılması (örneğin sema’nın/ semah’ın
yalnızca bir sahne gösterisine dönüşmesi),
Dini aidiyetin kültürel bir gösteri formatına indirgenmesi.
Bu dönüşüm, inançtan çok “deneyim” odaklı, yüzeysel bir
ilişki biçimi doğuruyor. Ve bu da geleneksel yolların yerini sembolik, melez
yapılar alıyor.
Politik Boyut: Yeni Sentez mi, Eski Yöntemlerin Devamı mı?
Bu tür etkinliklerin genellikle kamu destekli kurumlar ya da
iktidar çevresine yakın vakıflar aracılığıyla organize edilmesi, onların
yalnızca kültürel bir çaba değil, aynı zamanda siyasi bir araç olarak da
kullanıldığını düşündürüyor.
Din, Türkiye’de uzun süredir bir meşruiyet zemini olarak
işlev görüyor. Siyasal iktidarın halkla bağı zayıfladığında, dinin daha
yumuşak, kapsayıcı biçimleri sahneye sürülüyor. Mevlevilik ve Bektaşilik gibi
farklı geleneklerin bir araya getirilmesi, bu anlamda “kontrollü bir birlik”
inşa etme çabasına benziyor.
Bu durum, geçmişte FETÖ tarafından yürütülen “dinler arası
diyalog” ve “ortak değer” projelerini hatırlatıyor. Farkı ise, günümüzde bu tür
yaklaşımların “yerli ve milli” söylemle pazarlanması.
Sonuç: Yön Arayan Bir Toplumun Aynası mı?
Tokat’taki Mevlevihane’de Bektaşilik ve Kerbela’nın birlikte
anılması, sıradan bir kültürel etkinlikten fazlası olabilir. Bu tür
birleşimlerin arkasında gerçek bir toplumsal ihtiyaç mı, yoksa mevcut siyasal
yapıya uyumlu yeni bir dini kurgu yaratma arzusu mu var?
Bu sorular açıkta. Ama şurası kesin: Türkiye’de dinin
yalnızca bir inanç değil, aynı zamanda bir kültürel, sosyolojik ve politik
mühendislik alanı haline geldiğini göz ardı etmek mümkün değil.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder