28 Haziran 2025 Cumartesi

Yeni Mevlevihane Açılışları: Kültürel Zenginlik mi, Dini Kurgu mu?

Yeni Mevlevihane Açılışları: Kültürel Zenginlik mi, Dini Kurgu mu?

Geçtiğimiz günlerde Tokat’ta bir Mevlevihane’de düzenlenen etkinliklere dair haberler dikkatimi çekti. Etkinlikte sema gösterileri yapılmış, ardından Bektaşi kültürü üzerine konuşmalar gerçekleştirilmiş. Kerbela ve matem gibi temalar da gündeme gelmiş. İlk bakışta kültürel bir buluşma gibi görünse de, bu tür etkinliklerin arka planında neyin inşa edilmeye çalışıldığını düşünmeden edemedim.

Tasavvufi Mirasın Yeniden Yorumlanması

Mevlevilik, tarih boyunca daha çok saray çevresiyle ilişkili, estetik ve ritüel yönü güçlü bir tasavvuf yolu olarak bilinir. Bektaşilik ise, özellikle Yeniçerilikle ilişkisi ve halkla kurduğu doğrudan bağ üzerinden daha muhalif ve heterodoks bir yapı sergilemiştir. Alevilik ile iç içe geçmiş olan Bektaşilik, Kerbela ve matem gibi temalarla halkın tarihsel belleğinde derin izler bırakmıştır.

Bu yapılar tarih boyunca zaman zaman yakınlaşmış, zaman zaman uzaklaşmış; ama her zaman kendi özgün kimliklerini korumuşlardır. Cumhuriyet döneminde tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla bastırılan bu gelenekler, uzun süre gayriresmî biçimlerde yaşamayı sürdürmüştür. Yakın zamanda Alevilik / Bektaşilik Cemevleri ile görünür olmuş ama bu seferde geleneksel yapıdan kopmayı ve şehirlerde yeni bir Alevilik tanımı ile yüzleşir olduk.

Bugün ise bu geleneklerin aynı çatı altında, aynı etkinlik içinde bir araya getirilmesi; yüzeyde kültürel bir kaynaşma gibi görünse de, daha derinlerde “yeni bir dini anlatı” inşasının parçası olabilir.

Sosyolojik Perspektif: Gösteri ve Boşluk

Son yıllarda özellikle genç kuşaklar arasında dini aidiyetlerde bir gevşeme gözlemleniyor. Bu boşluk, kimi zaman geleneksel tarikatlar aracılığıyla, kimi zaman da tasavvufun estetik yönünün ön plana çıkarıldığı kültürel etkinliklerle doldurulmaya çalışılıyor.

Ancak bu süreç, bazı sorunları da beraberinde getiriyor:

İnançların tarihsel bağlamından koparılması,

Simgelerin içinin boşaltılması (örneğin sema’nın/ semah’ın yalnızca bir sahne gösterisine dönüşmesi),

Dini aidiyetin kültürel bir gösteri formatına indirgenmesi.

Bu dönüşüm, inançtan çok “deneyim” odaklı, yüzeysel bir ilişki biçimi doğuruyor. Ve bu da geleneksel yolların yerini sembolik, melez yapılar alıyor.

Politik Boyut: Yeni Sentez mi, Eski Yöntemlerin Devamı mı?

Bu tür etkinliklerin genellikle kamu destekli kurumlar ya da iktidar çevresine yakın vakıflar aracılığıyla organize edilmesi, onların yalnızca kültürel bir çaba değil, aynı zamanda siyasi bir araç olarak da kullanıldığını düşündürüyor.

Din, Türkiye’de uzun süredir bir meşruiyet zemini olarak işlev görüyor. Siyasal iktidarın halkla bağı zayıfladığında, dinin daha yumuşak, kapsayıcı biçimleri sahneye sürülüyor. Mevlevilik ve Bektaşilik gibi farklı geleneklerin bir araya getirilmesi, bu anlamda “kontrollü bir birlik” inşa etme çabasına benziyor.

Bu durum, geçmişte FETÖ tarafından yürütülen “dinler arası diyalog” ve “ortak değer” projelerini hatırlatıyor. Farkı ise, günümüzde bu tür yaklaşımların “yerli ve milli” söylemle pazarlanması.

Sonuç: Yön Arayan Bir Toplumun Aynası mı?

Tokat’taki Mevlevihane’de Bektaşilik ve Kerbela’nın birlikte anılması, sıradan bir kültürel etkinlikten fazlası olabilir. Bu tür birleşimlerin arkasında gerçek bir toplumsal ihtiyaç mı, yoksa mevcut siyasal yapıya uyumlu yeni bir dini kurgu yaratma arzusu mu var?

Bu sorular açıkta. Ama şurası kesin: Türkiye’de dinin yalnızca bir inanç değil, aynı zamanda bir kültürel, sosyolojik ve politik mühendislik alanı haline geldiğini göz ardı etmek mümkün değil.

İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok: