21 Temmuz 2025 Pazartesi

Kıtlık İnsanı Yok Etti

Kıtlık İnsanı Yok Etti

80 öncesi derlerdi bir zamanlar… Şimdi ise o zamanın insanı bile kalmadı. O dönem kıtlık vardı evet, ama insan vardı; ekmek kuyruğunda kavga edenin bile bir vicdanı, bir ihtiyacı, bir gerekçesi vardı. Ürün bulunmazdı, ama insan bulunurdu. Karaborsa dediğimiz şey, üreticinin malı depoda tutmasıydı; çünkü mal azdı, talep çoktu. Deposu büyük olanın malı olurdu, parası olanın değil. Şimdi ise raflar dolu, cepler boş. Kıtlık ürünle değil, insanla başladı. Ve zamanla insan, rakam oldu… Sonra da sıfırlandı.

Karaborsa, siyasi iradenin almış olduğu kararlarla ortaya çıkar; dış etken ise ambargodur. Ambargo, bazı ürünlerin ülke sathına yayılmasını engeller. Örneğin benzin alımına ambargo koyarlarsa, kara yoluyla ulaşılan ürünler ulaşmaz olur ve o ürünler şehirlerde karaborsaya düşer.

Sonuçta siyasi irade, kendisini kontrol eden, kendisine bağımlı kılan devletlere ve şirketlere karşı sorumludur. Onların çıkarına dokunduğu an ambargo gelir. Ambargo gelmesi, insanların daha fakir, daha aç, daha sağlıksız, daha huzursuz olması anlamına gelir ama bizde ambargo demek, yeni zenginlerin türemesi, paradan para kazanmak anlamına gelir.

Huzursuz olanlar sıraya girer, ihtiyacı olanı alır. Alamazsa sadece homurdanır, yerine başka şeyi ikame etmeye çalışır. Bizdeki hoşgörü başka ülkelerde yoktur; onlarda ayaklanma olur, bizde homurdanma...

Eskiden, yani 80 öncesi, insanların cebinde para, mağazada mal eksikliği olurdu. Şimdi mağazalarda mal fazlalığı, insanların cebinde para eksikliği var. Artık para cepte değil; bankaların kasasında rakam olarak yerini korumaktadır.

Bankalar, insanların harcayamadığı paraya bloke koyar; o rakamları onlara artık vermez. Çünkü banka için önemli olan açlık değil, kasasındaki rakamları korumaktır. Ülkemizde kıtlık hep var olmuştur. 80 sonrası ise kıtlık zamanla büyüdü, büyüdü ve bugün ceplerde olması gereken paranın, bankalarda rakam olarak eksikliğinden söz eder olduk.

Para o kadar değersizleşti ki artık tuvalet kağıdı için kullanılacak kâğıdı bile alamaz oldu. Bu nedenle, dünyanın hiç kullanmadığı tuvalet kağıdı, ülkemizde eşantiyon olarak market kasalarının önünde, parası –pardon– rakamı olmayanlara cazip fiyata satılır oldu!

Rakamlar market kasasından bir bir çekilirken, rakamı eksilen yeni kredi çekmek için bankaya ne teminat göstereceğini düşünür oldu. Çünkü böbreğinden başka teminat gösterecek malı kalmadı!

80 öncesi insanlar yağ isterdi. Yağ dediğime bakmayın, kanser olsun, sağlıksız olsunlar diye emperyalist ülkelerin fakir ülkelere gönderdiği, ekmek üzerine sürülüp yenen margarinden bahsediyorum. Yani sağlıksız, kanser yapan kimyasal şeye margarin demişiz.

İşte insanlar gönüllü olarak onu alıp yemek yapmak için bakkalların önünde sıraya girer, hatta sırada birbirleriyle kavga ederdi. “Sen fazla aldın, senin ihtiyacın yok!” diyerek dayak armağan edilirdi...

Tabii yeni kuşak bilmez: Eskiden her sokağın, mahallenin bir bakkalı vardı. Şimdi onlar yok elbette. Oralarda insanların ihtiyaç duyduğu ürünler satılırdı. Parası olmayan gider, bakkala yazdırır, aybaşında borcunu öderdi. Herkes borcuna sadıktı. Bakkal ve müşterisi icralık olmazdı.

Şimdi icralık dosyalar için adliyeler ek binalar tutuyor. O zamanlar adliyelerde icralık dosyalar için ekstra büyük binalar tutulmazdı...

Neyse, konuyu fazla dağıtmayalım. O zaman cepte para, bakkalda ürün kıttı ama insanlar yine de mutluydu. Çünkü o “değişmez liderlerden” birini seçecekleri seçimler olurdu. Sandık kaçırıldı, atılan oylar yakıldı meselesiyle pek kimse uğraşmazdı. Çünkü o zamanlar hâlâ ahlak diye bir şeyler vardı. Ahlaksızlıklar olurdu ama geneli etkilemezdi. Sadece muhtarlık yarışında o ahlaksız işler olurdu...

Sonuç: 80 sonrası insan kıt olmaya başladı. İnsanlarda vicdan kıtlaştırıldı. Çünkü her birey kendi bacağından asılırken, yanında asılanın acısından zevk almaya başladı. Acıları bir yapıp, acı çektirene karşı ayaklanma yerine dedikodu haberlerine bakıp sorunlarından uzaklaştılar.

İşte bu dedikodu, “katil kim?” TV programları insanlara ninni söylerken, ninninin içeriğini de değiştirdiler. Eskiden ninniler “uyusun da büyüsün” diye başlardı. Şimdikilerde ise “hemen büyüsün, gidip başkasının üstüne basarak zengin olsun, zengin olamıyorsa zenginin yanında mazlumu ezsin” diye söylenir oldu.

Şimdiki çocuklar mazlumu, fakiri ezerken büyük keyif alır oldu. Patronun gözüne girmiş, işini layıkıyla yapmış, parasını kazanmış, mutlu... Şimdi gidip bir çocuk yapma zamanı diye düşünür olmuş. Kimden yaptığının ne önemi var, prezervatif kullanmak işin doğasını bozuyor, o yüzden her türlü riski göze alıp ortalığa “piçler” bırakanların ülkesine dönüştük!

Mazlumu ezen para sahipleri değil, onların niyetini yerine getiren, para verenin yanında çalışanlar olduğunu göz ardı etmeyelim. Çünkü para veren “Git şunların ‘amına koy’” demiyor. “Koyarsak en güzelini ben koyarım; sen üstü başı çamur, emekçi, öyle lüks mağazalardan giyinmeyenlerin amına çalışanlarımsın. Çalışanım olmazsa da taşeron koysun,” demekte...

Sonuçta birileri tecavüze uğrarken, tecavüz edenin suratına bakmaz olduk. Genelleştirip geçtik. O büyük, lüks binalarda oturan beyaz yakalı işçiler, yasalara uygun olarak mazlumun, işçinin, ötekinin canına malına tecavüz ederken; o gururlu, patronuna bugünde para kazandırdığı için maaşını hak etmişken; elinden doğası, deresi, suyu, böbreği giden ise homurdanmaktan başka bir iş yapmaz olmuş.

İşte bizi biz yapan şey: Homurdanmak. Tecavüzcüye muhtaç olunca bir iki kuruş atar mı diye gözüne bakmak olmuş...

80 öncesi insanların cebinde para vardı. Bugün, rakamları kıt olan insanların açlığı, sefaleti, ahlaksızlığı, vicdansızlığı ile doğadan kopmuş, betonların içinde hapsolmuş, kaybedeceği birkaç rakam dışında rakam hayalleri kuran çaresiz insanlara dönüştük.

Dün, dündü.Bugün ise... Dünün “arar oluş”u bu ülkenin insanları.

İsmail Cem Özkan