24 Şubat 2018 Cumartesi

Alyoşa

Alyoşa

Aliye Berger’in yaşamı salonun ortasında, ışıkların altında… her ışık değişimi ayrı bir ses tonu eşlik ediyor. Heyecanlı, meraklı, renklere düşkün birinin alışılmış yaşamın içindeki mücadelesi. Zaman içinde akan ve gel gitleri ile hızlı bir ömrün dramatik öyküsünü izledim.

Alyoşa rolündeki Seray Gözler Yeniay sahnede üzerine aldığı rolü öyle içten ve duyarak oynuyor ki, zamanın içinde sahnenin büyüsü altında olayın içinde birden oluveriyorsunuz. Büyükada’nın eski köşkü içinde aile trajedisi içinde tokat yiyen birisi olurken,  birden o ödül almış içinde ki başkası gibi yaşama yerine kendisi gibi yaşayan oluveriyorsunuz.  Elbette Seray Gözler Yeniay için içinde diğer oyuncuların, ışığın, sahne düzenlemesinin, kostümler ve kostümlerde renk seçiminin de çok önemli etkisi var. Işığın oyuncuya doğru akışını, kucaklamasını izleyebiliyorsunuz. Sesler, eklenen müzik sahnede duyulan ayak sesleri zaman içinde geçişler ve geçişleri seslerin değişiminin izlemesi işte diyeceksiniz oyunculuk bu!

Sahneye bir ressamın hayatını konmuş, olaylar süzgeci her ne kadar dışarıda ki gelişmelerden bağımsız iç dünyanın iç çatışması gibi sunulmuş olsa da dönemin gazete başlıkları ile bu gerçek hayattan alınmış ve yeniden yaratılmış hayat olduğunu ve yaşanmış bir şeylerin izdüşümü olduğunu hissediyorsunuz. Zamanın çevresel gelişmeleri yoktur oyunda, iç dünyanın iç çatışmasının bize yansıması ve bize yansırken acının, öfkenin, sevincin, aşkın, tutkunun mimikler ile birlikte sahnede yaşanan bir bütün olarak yüzümüze vurması var. Büyükada’da oluşan dalga bizi içine alacak şekildedir. Küçük bir dalgadır başlangıçta, başkasının hayatını yaşamak isterken kendi hayatını yaşayan ünlü bir ressam olarak İstanbul Beyoğlu Narmanlı Han’ın bir odasında hayatının son dönemecine büyük dalgalar eşliğinde girerken buluruz. İntihar etmek istemesi, hastalanıp bir sanatoryuma gidişi ve elveda sahnesi oyunun çok iyi düşünüldüğü ve bir dantel gibi işlendiğini gösteriyor. Bir ileri bir geri geçişler ile bizi zamanın ve mekandan bağımsız olarak olayın örgüsü içinde taşıdı…

Aliye Berger, sanatçı olmamış, sanatçı doğmuştur. Doğduğu andan itibaren sıradanlığa meydan okumuş, kural tanımayan çılgın bir kadındır. Fakat bu özelliğine kardeşinin eline verdiği bir tutam kağıt ve kalem ile farkına varacaktır. Eline verilen şeyler aslında onun için aralanan yeni bir kapıdır, o kapının eşiğinden kaybettiği eşinin anısını yaşatmak için adım atacaktır ve düştüğü acı dolu girdaptan kurtulacaktır.  Ömrünün son dönemecinde “Aşkla yaşadım. Ölümler bile öldüremedi bendeki aşkı. Coşkuyla, aşkla ve sevgiyle yarattım ne yarattımsa!” demiştir yaşamının özetini verir gibidir.

“Aliye Berger, insan kılığında bir kelebekti. Girdiği, gezdiği, gördüğü her yerde, güllerden güllere, güzelliklerden güzelliklere konarak dolaşırdı. Görmek yetmezdi ona; iyiyi ve güzeli özümseyerek ruhuna sindirirdi. Bununla yetinmez, sonra zarif ve narin çizgilerle, büyüleyici renklerle yeniden yaratırdı onları. Kelebekler kadar masumdu her yaratısı... Aliye Berger gözü, gönlü, ruhu okşardı. Cana can katardı, kelebekler gibi.” Talat Hamlan böyle anlatmış, onun sözü üzerine tek cümle kurmak istemedim.

Seçilen her adımın bir amacı var ve her ayrıntı bir şeyleri hissetmek için kullanılmış, çok iyi bir ekip çalışması olarak karşımızda bu güzel oyun. Vakti olanlar ve fırsatı olanlar bu oyunu mutlaka görmeleri gerek diye düşünüyorum… videolar ve sahneye yansıması beni etkilemedi desem yalan olur, emeği geçen tüm çalışanlarına, bu görselliği sahneye taşıyan ve baş başa vererek ortak üretenlerin emeğine çok teşekkür ediyorum…

İsmail Cem Özkan






Alyoşa
Yazan: Hayati Çitaklar
Yöneten: Ahmet Somers
Dekor Tasarımı: Behlüldane Tor
Kostüm Tasarımı: Medina Yavuz Almaç
Işık Tasarımı: Kerem Çetinel
Müzik: Fırat Akarcalı
Dijital Animasyon Tasarım Ve Uygulama: Şirin Dağtekin Yenen, Erkan Cerit
Yönetmen Yardımcısı: Seray Gözler
Asistanlar: Şebnem Bilgeer, Melike Durak Aras
Sahne Amiri: Cengiz Aydoğan
Kondüvit: Ersin Sönmez
Işık Kumanda: Tolga Korucuoğlu
Suflöz: Şeyda Pektok
Dekor Sorumluları: Salim Kabadayı, Murat Kubal
Aksesuar Sorumlusu: İsmail Kırca
Kadın Terzi: Melek Akyüz
Erkek Terzi: Ünal Şatır
Perukacı: Hayati Turan
Projeksiyon Kumanda: Korhan Boduroğlu, Abdullah Basık
Oyuncular: Seray Gözler, Asuman Çakır, Erhan Tuna, M. Coşkun Ülgen, Melike Durak Aras, Gözde Yıldırım, Onur Somay, Şebnem Bilgeer


21 Şubat 2018 Çarşamba

Kadınlar...

Kadınlar...

Kadınlar zayıflamak için ya da formunu korumak için güzellik salonların pahalı atmosferinde kendilerine mutluluk aramaya devam ediyor, neden?

Erkeklere güzel gözüküp onların arzularını yatıştıracak en iyi seks partneri olmak için mi?

Var olan eşini korumak adına eşinin başka kadınlarına ilgisini söndürmek ve kendi cazibesini sürekli dinamik tutmak için mi?

Bekar olanlar kendilerine tercihlerine uygun eş bulmak için mi?

Neden kadınlar güzellik için bu kadar zahmete katlanır, neden erkek gözünde olduğu gibi olmaya çalışır?

Hindistan'dan ya da dünyanın her hangi bir yerinden gelen öğretilerin peşi sıra koşarlar?

Neden kendi iç dünyalarını bulmak adına başka evrenden gelecek işaretlere kendilerini bağlarlar?

Kadınlar erkeklere göre daha fazla sömürülüyor, ama kadınların bir bölümü de anlamlandıramadığım ama hissettiğim bir yola giriyorlar? Neden bu eziyet ve sosyalleşme adına yaşanan bu kadar diyet?

Kapitalizm kadını, kadın olmaktan çıkarıp birer tüketici yaparken, kadın acaba gerçek duygularını yaşamak adına; sadece AVM (alışveriş merkezi) içinde camekanlara bakıp gezmek ve içinde sergileneni almak için parası olana daha fazla mı ilgi gösteriyor?

Nedir kadını buna zorlayan?

Kadın haklarını almalıdır, AVM içinde alışveriş yapma hakkı da onların ama ne karşılığında?

Mutluluk pahalı atmosferler içinde parıldayan ve boyanın arkasına gizlenmiş bir yürek midir?

Güzellik nedir?

Bu kadar eziyeti çekici hale getirmek adına paylaşılan videoları görüyorum, kendi güzellikleri için harcadıkları zamanın binde birini kadın ve emek mücadelesi yapanların mücadelelerine destek vermek için kullansalardı, belki dünya çok daha farklı olabilirdi...

Erkek her zaman prensese aşıktır, sarayın hizmetçisini veya aşçısını işi olmadığı sürece görmez... Erkeğin bu bakışı, belki kadınlar arasında prensese benzemek için mücadeleyi başlattı?

Güç sahibi ve güzel olan...

Masallardan çıkardığım aslında güzel olması onun güçlü olmasından kaynaklı...

Bugüne kadar Cleopatra çok güzel diyorlardı, hamamlar filan vardı ama o dönemin “sıradan” görünümlü bir kadın olduğunu 3D teknolojisinin gelişimi ile çıkardılar, ne kadar sağlıklı bilemem...

Roma’da güç sahibi olan ona aşkını ilan eden Sezar, aslında Cleopatra’ya güzelliğine değil gücüne aşkını ilan etmiştir… Aşk güç sahibine duyulan bir duygu mudur, yoksa kendi gücünün artmasına duyulan sevinç çığlığı mıdır? O dönemin tarihçileri bunları sorgulamadı, onların aşkı üzerine methiyeler dizdiler şairler. Güç, görünendir, onu görünmez kılan destanlaştırılmış hikayelerdir.  

Güçlü olanlar ancak Ortaçağ'da tedbiri kıyafet ile halk arasına karışır...

Büyükler işine geldiğini okuyor, çünkü onların hayal dünyası biçimlenmiştir.

Eğitim sisteminden geçenlerden özgür bir şeyler beklemek bu düzen altında imkansız gibidir, çünkü eğitim denen bir biçimlendirmeden geçenlerin sistem dışında bir şeyleri hayal etmesi imkansız gibidir. Çocukların aklı ise verilen eğitim ile biçimlenirken hayal dünyaları da yeniden düzenleniyor ve ne yazık ki prens ve prenses hikayeleri ile büyüyorlar, keşke seçme hakları olsa, genelin ne yazık ki yok... İstisnalarında etki gücü yok...

Elimizin altında binlerce masal kitabı bulunmaktadır, onların içinden farklı olanı bulma oranı gerçekten çok zor... Öne çıkarmazlar, çünkü tüketimi körükleyen olması gerek... Piyasa için üretilen masal kitabı okuyan çocukların tüketim çılgınlığının bir parçası olmak zorundadır, kitap artık sadece kitap değildir, kitap kahramanlarına uygun oyuncakların, görsel malzemelerin ve oyunların satıldığı koskoca bir sanayidir.  Bir kitap piyasa için çıkıyorsa kitap ile birlikte yan ürünlerde tezgahlarda yerini almak zorundadır. Çocuklar kendilerine sunulan bu hayal ürünlerine ve yaratılan masal kahramanlarına benzemek istemesi yeni bir pazarın açılması anlamına gelmektedir. Çocuk kendisine sunulanı almak zorundadır...

Her gencin yüreğinde bir prenses/prens yatar, her ana kızını prenses görür...

Eğer piyasada iş yapmak istiyorsanız iki tüketici kesimine seslenmek zorundasınız derlerdi eskiden. Kadınlar ve çocuklar. Şimdilerde onlara ek olarak üçüncü cinsiyet ve erkekler de dahil oldu. Tüketim çılgınlığını körükleyen sürekli tüketin diyen bir sistemin çocuklarının aklına artık özgün ve elinde ki malzeme ile oyuncak üretmek akıllarına bile gelmiyor, çünkü onların eline hazır ve önceden düşünülmüş, sağlıklı oyun oynamaları için ürünler test merkezleri kontrolünde verilmiş bulunmaktadır. Çocuklar daha hijyenik, daha kontrollü ortamda kendi hayal dünyalarını başkalarının izin verdiği alanlarda kurmaya devam ediyor. Kadınlarımız da tıpkı çocuklar gibi kendilerine sunulan ihtiyaç listesini yerine getirmek ile yükümlüdür.

Kadınlar özgür olmadığı sürece özgür olamayacak insanlık.

Kapitalist sistem kendi kurgusunu kurarken, tüketim toplumunu oluştururken özgür bireyi ortadan kaldırıp sürekli kendisine bağımlı hale getirmeyi seçmiştir. Başarılı da olmuştur. Kadınlar kapitalist sistem altında haklarını almak için mücadele etmiş ve almışlardır. Bugün dünyada var olan her özgürlük kadın mücadelesinin sonucunda elde edilmiştir. Kadınların kazandığı haklar bizlerin daha refah ve daha özgür ortamda yaşamamız anlamına gelmektedir.

Kadınlar tüketimin bir parçası ve camekan faktörü olmaktan çıktığı an özgürlük için büyük bir adım atmışlardır. Seçme ve seçilme hakkı, eşit işe eşit ücret, eşit haklar… Kadınların kılık kıyafet alanında özgürlük mücadelesi lütuf edilmemiş onların tırnakları ile kazandıkları haktır… bugün ortaçağ karanlığına doğru sürüklendiğimiz zaman diliminde kadınların elde ettikleri hakları geri almak için her türlü hileye başvurulmaktadır. Kadınlara özgürlük adı altında kılık kıyafetine, toplum içinde davranışına, taciz ve tecavüz ile kadını daha dar ve kapalı alanda yaşamaya zorlamalar var olan hakların yerinden sökülmesi anlamını taşımaktadır. Kadınlar hakları için direndiği ve kazanımlarını koruduğu sürece orta çağ karanlığına mahkum olmayacağız…

Kadınlar kendileri için mücadele ediyorlar…

Kadınlara sürekli “çocuğun için yaşa, onun geleceği için bugününü yok et” diye gizli bir baskı uygulandı. Bugün kadınlar geçmişe göre daha tecrübeli ve bilgi birikimi ile doludur. Onun bilicinde olan sermaye yeni tüketici gruplarına yönelmiş olması şaşırtıcı değildir.

Birileri kadınların iyiliğini düşünüyorsa aslında kadınları yok etmek istiyor demektir.

Kadınların iyiliği ve daha rahat yaşasın diye sürekli tüketime yöneltenler aslında kadını erkek ile aynı düzlemde görmeyenlerdir. Onları erkeğin bakış açısı içinde erkek için yaşayan ve erkeğe hoş görünmek isteyen birer canlıya döndürüyorlar. Var olan tüm devletler ve dinler erkek hakimiyeti içinde olmasının arkasında kadını birer metaya dönüştürme ve zevk aracı haline getirme düşüncesi yatar…

Kadınlar üzerine çok şey yazıldı, yazılacak...

Emeğin sembolüdür kadın...

Fransız devriminin sembolü kadın olmasının anlamı vardır. Bugün daha fazla özgürleşmeye, tüketim çılgınlığının dışına çıkmaya ihtiyacımız vardır.

Yaşadığımız karanlık zamanı, baskıyı bertaraf etmek için kadın mücadelesini ve onların kazanımlarına bir kere daha dönüp bakmak ve onlardan ders almak zorundayız.

Kadınsız devrim olmaz.

Dans edemediğim devrim, devrim değildir.

“kurtulmak yok tek başına yumruktan ve zincirden
ya hep beraber ya da hiç birimiz” B. Brecht


İsmail Cem Özkan