18 Temmuz 2025 Cuma

Şablonlarla Hayata Bakmak

Şablonlarla Hayata Bakmak

Bugün solcu olduğunu söyleyen biriyle konuştum. Suriye meselesine şöyle dedi: “Suriye neden tek bayrak altında, tek bir devlet olmuyor? Onların hakkıdır; onlar da tek liderin önderliğinde bir devlet olsun. Hep şu İsrail, onların tek devlet olmasını engelliyor.”

Solcu birinin böyle bakması artık doğal oldu. Çünkü bölünmez, üniter, laik, sosyal, hukuk devleti penceresinden bakıyor. Bu ezberlenmiş kelimelerin arka arkaya gelmesi sorgulanmaz, çünkü mutlaktır; hep öyle kabul görmüştür.  Bu devletin var olması için yaşanmış olan ne varsa yaşanmıştır; önemli olan devletin bekasıdır.

Kendi ülkesine bakıp, başka ülkelerde de aynı yapıyı istemesi kadar doğal bir şey yoktur.

Kendisini tanımladığı gibi solcudur, çünkü bu ülkede solculuk hiç bu kadar geri, yobaz ve tarihsel materyalizmden yoksun olmamıştı. Var olan bu: başka bir alternatif yok; sonuçta istisnalar kaideyi bozmaz!

Eleştiriler karşısında hükümet kabinesinde atanmış Bakanlar, argo kelimeler de içinde olduğu açıklamalarında: “Tek tek anlatayım…” diye başlar ama ben; yok, yok kabinede bakan değilim; onun gibi tek tek anlatmaya da değmez, çünkü sonuçta kimsenin doğrusu değişmez! Benim de bu konuda doğrum değişmez.

İyi ki devleti merkezine almış solculardan uzaklaşmışım; bu saçmalıkları duyarak kendime dert edinmiyorum. Solcular, devleti yok etmek üzerine ideolojilerini geliştirirler ama bizimkilerde var olanı korumak mutlaktır!

Solcuların düzenlediği toplantılarda ya da mitinglere katılıyorum; orada gözlemciden daha çok aksiyoner gibi bakıyorum etrafıma! Beni kendilerinden görenler ya da “kortejine bir kişi daha olsun” diyenler “Bu bayrağın ucundan tut” dediklerinde kırmıyorum, kırmak da gerekmez! Önemli olan solun bayrağını taşımaktır…

Zaman geçiyor, yaşlanıyorum. Yaşlandıkça eskiden hoş gördüklerimi artık göremez oldum ya da zamanın ruhu karanlık olarak üstüme çöktü!

Solcu biriyle sohbet, eskisi gibi çekilir değil. Her şeyi bilen, dergilerinde/ gazetelerinde/ bildiri metinlerinde hep doğruları yazmış... O doğrular arasında çelişkiler varsa, “zamana göre olmuş olabilir.” Çünkü doğrular da dinamiktir! Onların görüşlerini okuyarak biliyorum ama onlar benim görüşümü, değişimimi bilmiyorlar; çünkü onlar benim gibi insanları asla izlemezler. Sonuçta tek doğru vardır, o da onların söyledikleridir. Başka görüşleri okumak zaman kaybıdır.

Sonuçta başka görüşlere değer vermeyenler Demirel’le paralel bir çizgide oluverirler: “Dün dündür, bugün ise başka gündür; dün asla değildir!”

Suriye’de Dürzilere ve Alevilere, Hristiyanların kutsal mekânlarında canlı bomba patlatıp katliam yapanlar haklıdır, çünkü onlar Suriye’nin birliği ve bekası için yapmışlardır. Bölücüleri ortadan kaldırıyorlar...

Her devletin bir “33 Kurşun”u vardır. Ahmet Arif’leri de belki vardır... Solcu, “33 Kurşun”un şiirini okur ama içeriğini bilmez.

Ölen ölmüştür. Devletimiz baskın gelmiştir ve güçlü olan devlet olduğu için tüm ayaklanmaları, haklarını savunanları yok etmek onların hakkıdır. Her ülkenin başlangıçta İstiklal Mahkemesi vardır. İstiklal Mahkemeleri zaman içinde isim değiştirmiş halde, savcıları hâkimleri değişmiş olsa da hep varlığını korumuştur; çünkü devletimiz her zaman saldırı altındadır ve kendisini korumakla yükümlüdür.

Kendi istediği gibi düşünmeyenlerin hepsi cezalandırılmalıdır.

Devletin bakışı olunca, tarihi resmi bakış dışında bilmeyince, Suriye’de olanları da anlama şansı yok. Çünkü resmi bakış her zaman kendi üyelerini, vatandaşını, milletini derin bir kuyudan yukarıya bakmasını ister. At gözlüğü takmanın öteki adıdır resmi tarih bakış açısı. Solcusunda da vardır, devletin hâkimlerinde de…

Güçlü olan hep kendisini güçlü, destansı, özenilen olarak gösterir.

Günümüzde solcular, anı kitapları dışında pek kitap okumaz oldu. Hayata izlediği TV kanallarının aracılığıyla ya da kendilerine sunulanlarla bakıyor.

O “solcu” diye bildiği TV kanallarında konuşan sağcıları dinleyerek sol politika üretiyor.

Sağcılar kendilerini saklamıyor; ama solcular, sol olduklarını unuttukları için olaylar karşısında sağcılar gibi refleksler gösteriyorlar.

İsrail hep düşman. İsrail’in koruduğu işbirlikçi; diğerleri hep haklıdır!

Zaten 68 kuşağı Filistin’e gidip silah eğitimi almadı mı? İsrail ile çatışmadı mı? Onlar boşuna mı gidip öldüler?

Onlardan gelen mirasa sahip çıkalım! İsrail hep haksızdır; diğerleri hep haklıdır!

Zaten İsrail = Amerika’dır. “Go home” derken, aslında bunu söylüyoruz.

Bu yüzden, bizim emperyalist anlayışımızın şablonuna tam olarak oturuyor.

Suriye’de olan Alevi, Dürzi, Hristiyan katliamlarının hepsi devletin bekası için olağandır ve doğaldır.

Ölenlere timsah gözyaşı döküp, şeriatçılıktan gelmiş HTŞ liderini, şimdiki devlet başkanını alkışla!

O devlet başkanının sembolü Amerika kartalı ile aynı. Tek fark, yıldız sayısı. Ama bunu bilse ne olur, bilmese ne olur? Ne gerek var ayrıntı ile uğraşmaya!

Emperyalizme karşı kim savaşırsa, onun emperyalist olup olmadığının önemi yoktur. Ama bizim şablonda yer alan devletleri hedef yapmak, solculuğun birincil görevidir.

Solcular, çatışan iki emperyalist güçten biri savunulur; bu anlaşılamaz. Sol şablona göre ezilen zayıfsa zaten emperyalist olamaz!

Ülkemizin düşünce yapısı laik değildir. Tersine, suni bir inanca uygun tarikatlar üstü bir düşünce yöntemi vardır. Herkesin camiye gitmesi, cuma hutbesinde ne konuşulduğu ile ilgilenilmesi beklenir. Her karşılaştığı kişiye “Selamün aleyküm”; telefonda da olsa bu sokak diliyle selam vermek zorunludur. Sonuçta herkesin kabul ettiği dili kullanır ve o dilin düşünce yöntemiyle olaylara bakar. Başka bir bakış açısı yoktur.

Solcu işçi sınıfının çıkarından asla bakılmaz. Çünkü onlar da “işverenden para dilenen çalışanlar” olarak görülür.

Tüm siyasi ve sendikal mücadele ekonomik değil midir?

Suriye denilince solcu, çerçevesini yukarıda çizdiğim kendi penceresinden empati kuruyor. Kendi durduğu yerden bakıp, oranın da öyle olmasını istiyor.

Çok kültürlü, eşit vatandaşlık penceresinden bakamıyor; çünkü orada İsrail vardır!

İsrail’in desteklediği birinin devlet başkanı olduğunu söylesek inanmaz. “O devrim yapmıştır!”

Şam yolunu kimin açtığını asla bilemeyeceklerdir!

Sol denilince, “Ben solcuyum” diyenler alınır. Ama solun ülkemizdeki durumu ortada değil midir? İçinde istisnai birkaç sol örgütün varlığı, solun genel durumunu değiştirmez.

Elbette sol homojen değildir, heterojendir.

Bazıları alıngandır, bazıları eleştirileri üstüne asla almaz...

Sınıf çıkarından önce, yandaşına faydacı yaklaşan sol olaylara devlet çıkarı ile bakar!

Dün Esad’ın birliğinden endişe edenler, bugün El Şara’nın birliğinden endişe ediyor. Değişen sadece isimler; düşünce kalıpları aynı. Sol ise, kendi kurduğu şablonların dışına çıkamadan hayata ve siyasete bakmaya devam ediyor.

İsmail Cem Özkan

15 Temmuz 2025 Salı

Ataların Sessizliği ve Korkunun Sesi

Ataların Sessizliği ve Korkunun Sesi

Bir zamanlar mezarlıklardan korkutulurdu çocuklar. Korkutanlar da korkardı. Mezarlık yakınından geçenler ıslık çalar, korktuğunu hissettirmemek için yakınından değil de biraz uzaktan geçerdi. Mezarlıklar, yaşam alanının dışında yer alırdı. Zaman içinde şehirleşmeyle birlikte, şehirlerin tek yeşil alanı oldular.

O yeşil alanlarda yatanlar pek bilinmez. Yakınlarını oraya gömenler de çok kısa zamanda unutur giderler. Bir zamanlar orada biri vardı... Ta ki bir mezara ihtiyaç duyulana kadar. İhtiyaç olunca da, “Üzerine göm gitsin!”

Bu insanlara anlatılmamıştı: Orada yatan atandı... Yani seni dünyaya getirenler. Onlar olmasaydı, zaten sen olmayacaktın! İnsan atalarından korkar mı? Onlar orada yatıyor diye yolunu uzatır mı?

Bir de "dinciler" gördüm; mezarlık yakınından geçerken müziği kapatıyorlar, konuşmaları kesiyorlar, hatta biri konuşuyorsa susturuyorlar.

“Neden?” dedim.

“Öyle, din böyle buyuruyor,” dediler.

Ama insan hiç atalarına sesinin gitmesini engeller mi?

İnsan köklerini unuttuğunda, elinde olana da saygı duymaz…

Yağmacı Kültür ve Mezarlık Korkusu.

Yağmacı kültür, korktuğu yeri yağmalar. Çünkü onu zayıf düşürerek, onu yok ederek korkusunu yenmeye çalışır. Korktuğu ve yok ettiklerinin mezarlıklarının yakınından geçerken, onların kalkıp o orantısız güç gösterisi yapanları yok edeceğinden, el koyduğu mallara el konulacağından korkar. Bundan dolayı mezarlıklardan korkanlar, işte bu yağmacıların soyundan gelir...

Mezarlıklardan korkanlar, geçmişi karanlık yağmacılardır.

Katil, işlediği cinayet alanına bir kere daha dönermiş. Onlar, dönmemek için hep onun etrafından geçer... Çünkü mal yüzünden kan davası çatışması yaşayanların cesetleri de aynı mezarda kemiklerin kardeşliğini yapar ama yeryüzünde çatışmaya, öldürmeye devam ederler. Bundan dolayı mezarlıklardan korkanların olduğu yerde, bir kan davası geçmişi var demektir.

Toplumun Aynası: Mezarlıklar.

Mezarlıklar, yaşanmış kültürün yatay biçimde yansımasıdır. Toplumun belleğidir. Bu nedenle, mezarlıklar bir toplumun değer dünyasını en çıplak hâliyle gösterir.

Çoğu zaman bakımsızdırlar. Özellikle şehirlerde, mezarların üzerine basa basa diğer mezarlar ziyaret edilir. Aralarda neredeyse hiç boşluk kalmaz; adım atacak yer bile bırakılmaz. Çünkü yağmacı anlayış, her karış toprağı ekonomik bir değere dönüştürme telaşındadır.

Ölüye bile saygı gösterilmez. Toprağa gömülür, onu hatırlatacak eşyalar elden çıkarılır ve en kısa sürede unutulmaya bırakılır. Bir gün adı geçerse “rahmet” okunur; ardından varsa malı konuşulur. Paylaşımı, mirası, geriye kalan...

Mezarlığın Gece Yüzü

Belki de bu yüzden geceleri mezarlıklar, sokak hayvanlarının sığınma alanına dönüşür. Mezarlıklardan korkulduğu için insanlar oralardan uzak durur. Bu da köpekler, fareler, yılanlar gibi varlıklar için o alanı sahiplenme fırsatı doğurur.

Gece yarısı mezarlıktan geçen birine, gündüz tek başına havlayamayan köpekler topluca havlar. Fırsatını bulurlarsa saldırırlar. Mezarlıklar geceleri sessizdir ama o sessizliğin içinde başka bir yaşam sürer:

Köpek ulumaları, farelerin cirit atması, yılanların sessizce av beklemesi…

Bir zamanlar yaşamla ölüm arasındaki o sınır çizgisini koruyan yerler, şimdi unutulmuşluğun, korkunun ve bastırılmış geçmişin sessizliğinde kaybolmuştur.

 

İsmail Cem Özkan