Ataların Sessizliği ve Korkunun Sesi
Bir zamanlar mezarlıklardan korkutulurdu çocuklar.
Korkutanlar da korkardı. Mezarlık yakınından geçenler ıslık çalar, korktuğunu
hissettirmemek için yakınından değil de biraz uzaktan geçerdi. Mezarlıklar,
yaşam alanının dışında yer alırdı. Zaman içinde şehirleşmeyle birlikte,
şehirlerin tek yeşil alanı oldular.
O yeşil alanlarda yatanlar pek bilinmez. Yakınlarını oraya
gömenler de çok kısa zamanda unutur giderler. Bir zamanlar orada biri vardı...
Ta ki bir mezara ihtiyaç duyulana kadar. İhtiyaç olunca da, “Üzerine göm
gitsin!”
Bu insanlara anlatılmamıştı: Orada yatan atandı... Yani seni
dünyaya getirenler. Onlar olmasaydı, zaten sen olmayacaktın! İnsan atalarından
korkar mı? Onlar orada yatıyor diye yolunu uzatır mı?
Bir de "dinciler" gördüm; mezarlık yakınından
geçerken müziği kapatıyorlar, konuşmaları kesiyorlar, hatta biri konuşuyorsa
susturuyorlar.
“Neden?” dedim.
“Öyle, din böyle buyuruyor,” dediler.
Ama insan hiç atalarına sesinin gitmesini engeller mi?
İnsan köklerini unuttuğunda, elinde olana da saygı duymaz…
Yağmacı Kültür ve Mezarlık Korkusu.
Yağmacı kültür, korktuğu yeri yağmalar. Çünkü onu zayıf
düşürerek, onu yok ederek korkusunu yenmeye çalışır. Korktuğu ve yok
ettiklerinin mezarlıklarının yakınından geçerken, onların kalkıp o orantısız
güç gösterisi yapanları yok edeceğinden, el koyduğu mallara el konulacağından
korkar. Bundan dolayı mezarlıklardan korkanlar, işte bu yağmacıların soyundan
gelir...
Mezarlıklardan korkanlar, geçmişi karanlık yağmacılardır.
Katil, işlediği cinayet alanına bir kere daha dönermiş.
Onlar, dönmemek için hep onun etrafından geçer... Çünkü mal yüzünden kan davası
çatışması yaşayanların cesetleri de aynı mezarda kemiklerin kardeşliğini yapar
ama yeryüzünde çatışmaya, öldürmeye devam ederler. Bundan dolayı mezarlıklardan
korkanların olduğu yerde, bir kan davası geçmişi var demektir.
Toplumun Aynası: Mezarlıklar.
Mezarlıklar, yaşanmış kültürün yatay biçimde yansımasıdır.
Toplumun belleğidir. Bu nedenle, mezarlıklar bir toplumun değer dünyasını en
çıplak hâliyle gösterir.
Çoğu zaman bakımsızdırlar. Özellikle şehirlerde, mezarların
üzerine basa basa diğer mezarlar ziyaret edilir. Aralarda neredeyse hiç boşluk
kalmaz; adım atacak yer bile bırakılmaz. Çünkü yağmacı anlayış, her karış
toprağı ekonomik bir değere dönüştürme telaşındadır.
Ölüye bile saygı gösterilmez. Toprağa gömülür, onu
hatırlatacak eşyalar elden çıkarılır ve en kısa sürede unutulmaya bırakılır.
Bir gün adı geçerse “rahmet” okunur; ardından varsa malı konuşulur. Paylaşımı,
mirası, geriye kalan...
Mezarlığın Gece Yüzü
Belki de bu yüzden geceleri mezarlıklar, sokak hayvanlarının
sığınma alanına dönüşür. Mezarlıklardan korkulduğu için insanlar oralardan uzak
durur. Bu da köpekler, fareler, yılanlar gibi varlıklar için o alanı sahiplenme
fırsatı doğurur.
Gece yarısı mezarlıktan geçen birine, gündüz tek başına
havlayamayan köpekler topluca havlar. Fırsatını bulurlarsa saldırırlar.
Mezarlıklar geceleri sessizdir ama o sessizliğin içinde başka bir yaşam sürer:
Köpek ulumaları, farelerin cirit atması, yılanların sessizce
av beklemesi…
Bir zamanlar yaşamla ölüm arasındaki o sınır çizgisini
koruyan yerler, şimdi unutulmuşluğun, korkunun ve bastırılmış geçmişin sessizliğinde
kaybolmuştur.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder