Kutsal Olanın Üzerine İsim Yazmak: İnancın Ticarileştirilmesi Üzerine
16 Ağustos 2025 günü Hacıbektaş'ta "Alevi Açılımı"
beklerken onun yerine Cemevi açılışı olmuş, üstelik beklediğim "Devlet
Bahçeli Cemevi" yerine başka bir vekilin Cemevi açılmış...
Hacıbektaş’ta "Bağcılar Gürsel Erol Cemevi" adında
bir binanın açılışı yapılmış. Her yeni inşaatın yanına yapılan camiler gibi, bu
da “kutsal mekân” olarak adlandırılan yerlerden biri… Camileri yaptıranlar
genellikle annesinin ya da babasının ismini vererek, “Allah’ın evi” diyerek bir
yapı inşa ediyor.
Peki, Allah’ın evine parayı verenin istediği ismi
verebilmesi, onu Allah katında nasıl bir konuma yerleştiriyor?
Bu sorunun yanıtını Sünni / Şii İslam’ın ileri gelenlerinin
vermesi gerekir; beni pek ilgilendirmez. Ancak benzer bir anlayışla
Hacıbektaş’ta bir bina yapılmış ve adına bir kişinin ismi eklenerek “Cemevi”
denilmiş.
Peki, Alevi inancında böyle bir kibir var mı? Böyle bir yol
var mı? Fakirle zenginin eşitlendiği cemlerin önüne bir firma ismi, bir kişinin
ismi ya da herhangi bir sıfat eklenerek bir ibadethane yapılırsa, orada yapılan
ibadet Allah katında nasıl bir anlam taşır?
Korkarım ki bir gün biri çıkıp hac merkezlerine sponsor
olduğunu söyleyebilir:
“Ben oraları yaptırdım, düzenledim, kendi ya da şirketimin
ismini vereceğim.”
Bu anlayışın örneklerini futbol kulüplerinde görüyoruz:
Hepsinin önünde artık bir firma ismi var. Oynadıkları liglere, statlara şirket
isimleri veriliyor. Taraftarın sırtına giydiği forma bile sponsor logosuyla
dolu.
Bu durum, açıkça tüketim çılgınlığının; yani kapitalizmin
sınır tanımaz saldırganlığının ve gözü doymaz rant hırsının bir göstergesidir.
Şimdi kutsal mekânların da önüne, arkasına, ortasına şirket isimleri verilerek;
tıpkı futbolun sanayileştirilmesi gibi, din de sanayileştiriliyor.
İbadethaneler, birer reklam ve PR çalışması aracına dönüştürülüyor. Ortaçağda din
sermayenin üzerine elini bulundurur, istediği gibi yönetirdi, Fransız devrimi
ile birlikte sermaye dinin üzerine elini koydu, rollerin yönünü değiştirdi.
Sermayeyi dinden el çektirdiğiniz anda geriye sadece
inananların mekânı kalır.
Ama sermaye dinin içine girdiğinde, o mekânlar artık
Allah’ın değil, parayı verenlerin evi olur. Ve kibirli bir duruşun ardından
sessizce şu mesaj verilir:
“Ben size bu mekânı vererek sokakta ibadet etmekten
kurtardım, her duanızda bana şükredin!”
Sanki bu yapılar aracılığıyla, görünmeyen bir el ‘minnet’
bekliyor.
Kendi yaptırdığı ibadethaneye gerekirse metro hattı bile
getirtilir; devletin olanakları, paranın gücüyle o alanların doldurulması
sağlanır.
Ve unutulmamalı:
Parayla kutsallık satın alınamaz. Satın alınabilen her şey,
kutsal değildir.
İsmail Cem Özkan