27 Mayıs 2011 Cuma

Hava siyanür esiyor…

Hava siyanür esiyor…

Yer sallanıyor, toz gök kubbeye doğru havalanıyor. Göz gözü görüyor, kulaklar sesleri işitiyor. Yer altından gelen ses, yeryüzünü kucaklıyor. Bir baraj ve içinde siyanür birikmiş. Siyanür ağır ağır toprağa sızıyor. Para için yeryüzü siyanür ile sulanıyor. Yer altı suları siyanür, yer üstü siyanür kokusu kaplıyor. Koku yeryüzünü kaplarken, canlılarda korku ortaya çıkıyor, çünkü siyanür öldürüyor, yok ediyor.
Ölüm havadan, yer altından geliyor.
Toprak, siyanür ile kazınmadan önce, kara dehlizlerde, kara taşları almak için mücadele eden binlerce insanın alın terinin hikayesi yer altında yatar. Toprak geçmişi saklar.
Tarih sayfalarının en değerli bilgileri ve bilinmezlikleri bugün dahi toprağın altında bulunmayı bekler ama bir gün siyanür ile o dehlizlere ulaşanlar, tarihin bilgisinden daha çok maden ile ilgilenerek, bilgiyi toprağa karıştırıp yok ederler. Öncelik, depoya dolacak madendir, madenin maddi değeri gözleri kör, kulakları sağır eder.
Tarihin birikimleri kazıda kullanılan siyanür ile birlikte yok olur. Siyanür toprağa sızar, havaya karışır. Bulaştığı yeri ölüm alanına dönderir.
Tarihi bilgileri sadece siyanür mü yok eder, elbette hayır. İnsan, para hırsı ile birlikte kendisini para üzerine konumladığında her şeyi ama her şeyi yok edebilir, kendisini bile yok etmekten geri kalmaz.
Para, gözleri kör, kulakları sağır, duyguları yok eder.
Para için kariyer, kariyer içinde her şeyi göze alanlar, tarihi önemsizleştirirler ve geçmişin bütün birikimlerini para kazanma ve kariyer yapma üzerine kurarlar.
Tarihin dehlizlerinde kırılma noktaları vardır, kırılma noktalarında ise büyük aşk hikayeleri yatar. Bugün okuduğumuz bir çok aşk romanı ve tiyatro eseri hep bu kırlıma noktalarına işaret eder.
Kırılma anı tarihin bir cilvesi olarak aşkı yeniden yazar ve yorumlar.
Hayatımızı, modern çağın girişinde sıkıştırılmış dosyalara bıraktık. Onların bir bölümünü yangınlar, seller ve fareler tarafından yok edildi. Yok edilmeye başlandın mı, bırak doğaya kendi kendisine yok eder, kağıt üzerine yazılan her şeyi… Doğa yok eder ama bizler doğaya işi bırakmadık, kendi ellerimiz ile sıkıştırılmış dosyalardaki bilgileri yok ettik.
Neler yoktu ki yok ettiklerimiz arasında, her insanın bir yaşam romanı, bir aşk ya da binlerce aşk hikayesi.
Yakın tarihimizde, bir çok olay bizlerin dışında gelişen olayların yaratmış olduğu rüzgar ile değişti. Bizlerin elinden ancak rüzgara uyum sağlamak olarak verildi. Başka şansımız yoktu, güçsüz bir yaprak gibi rüzgarın içinde, gideceği yöne yönelerek ve hep uyum sağlayarak uçtuk.
Yakın tarihimiz içinde, bizim dışında oluşan rüzgarın yönünü bir aşk hikayesi belirledi dersem acaba ne düşünürsünüz?
Bir aşk hikayesi, yüzlerce gencimizin ölmesine, milyonlarca çocuğumuzun hayallerine çalınmasına sebep olduğunu söylesem acaba tarih karşısında dürüst olur muyum?
Bugün yaşadığımız tüm olumsuzlukların temelinde belki bu aşk hikayesi yatar ama kimse bu aşk hikayesini yaşayanlar dışında bilmez. Bizlere aşk hikayesini değil, çatışmaları ve bölünmüşlüklere yüklenen anlamlar ile öğreniriz… Sonucu öğreniriz ama temelde yatan karşılıksız aşkı öğrenemeden yaprak misali rüzgarın belirlediği yönde uçmaya devam ederiz.
Bir adam sevgilisine bir altın kolye etmek istedi, ama sevdiği kadın bir başkasını seviyordu. Karşılıksız sevgisini yer altından siyanür ile altını çıkardığında öğrendi. Yıkıldı. Yıktıklarını ve yok ettiklerini hiç düşünmedi... Siyanür ile kazılan toprağın yakındakiler bu aşk hikayesini hiçbir zaman öğrenemediler, çünkü onlar artık ölüler…
İsmail Cem Özkan