11 Temmuz 2014 Cuma

Fatsa Nokta Operasyonu ve Kemal Türkler suikastı

Fatsa Nokta Operasyonu ve Kemal Türkler suikastı

12 Eylül öncesi, generaller darbe hazırlıklarını tamamlamışlar, gün sayıyorlar. Bu arada bazı testler uyguluyorlar, darbe sonrası bize kimler direnebilir diye... o dönemde en çok dikkati çeken iki örgüt vardır, Devrimci Yol ve sendikalar içinde örgütlü olan TKP. Bu iki örgütün gücünü test edilerek, diğer örgütler ve yapılar içinde tahmini değerlendirmeler yapılabilecek veriler sunacaktır. Devrimci Yol örgütünün gücünü en güçlü olduğu yere bakanlar kurulu kararı ile ‘Nokta Operasyonu’ adı altında Fatsa bir sabah vakti kuşatılıyor.
Fatsa, 11 Temmuz 1980 sabah erken saatlerinde polis, asker ve sivil faşistlerin katılımı ile operasyona gözlerini açtı. O operasyonun gelişi daha önceden belliydi, çünkü yasalara uygun yapılmak adına kararlar alınmış, o kararlara uygun düzenlemeler yapılmış, 8 Temmuz günü operasyon öncesi dönemin genelkurmay başkanı Kenan Evren Fatsa’ya gitmiş, birlikleri denetlemiştir. Fatsa, Çorum olayları sonrası hedeftir, o hedef Kenan Evren daha sonra konuşmalarında böbürlenerek açık hava ve medya karşısında açıklamıştır.
Fatsa, 12 Eylül Faşist Darbesine giden en önemli kırılma noktasıdır, çünkü dönemim darbe hazırlayıcıları nasıl bir direniş ile karşılaşacaklarını zaman zaman test etmekte, kendilerinin bilgileri ile değişik yerlerde olaylar çıkarılmakta ve tepkiler ölçülmektedir. Fatsa dönemin en önemli ve gelişmiş örgütü olarak görülen Devrimci Yol’un gücünün test edildiği önemli bir noktadır. Zaten operasyona adını veren nokta aslında 12’den vuruşu temsil etmekte ve hedefe direk bir atıştır. Orada yaşanması ihtimal direniş, tarihin akışını değiştirecek boyuttadır, çünkü direniş, tahmin edilen örgütsel yapının da gücünü ortaya koyacaktır. Ve beklenen direniş orada direniş gerçeklemeyince dönemin başbakanı Demirel, yeniden gücünü ele geçirmiş krallar gibi böbürlenerek yukarıdan konuşmalar yapmış, hatta operasyonu yetersiz görmüş, kökünü kazıyın anlamına gelen sözler edivermiştir. Aynı zaman dilimine gelen Çorum’u bırak Fatsa’ya bak diyerek, Çorum içinde gerçekleşen katliamın da üstünü örten bir gündem değiştirme siyaseti de gütmüştür. Ama Demirel uzak görüşlü değildir, çünkü orada askerler kendileri için gerekli verileri almış ve test amacına ulaşmıştır. Demirel’in sözünü dinleyecek olurlarsa darbe için bir neden ortadan kalmış olacaktır.
Ve Devrimci Yol Fatsa’da gerekli direnişi gösteremeyerek bir anlamda orada yeniliyor, gerektiği gibi direniş gösteremeden Fatsa’dan çekiliyor, çekilmeyenler ise yine Fatsalı faşistler ile polisler, askerler eşliğinde ev tespiti yapılıp evlerden alınıp işkence tezgahlarına alınıyorlar... Devrimci yol benim bakış açıma göre esas yenilgisini o gün yaşamıştır, 12 Eylül sadece malumun ilanı oluyor...
Buna benzer bir test TKP’ye Kemal Türkler üzerinden yapılacaktır. Çünkü önemli bir sendika lideridir. Önemli bir isimdir ve sıradan biri değildir, itibar sahibidir, ona yapılacak her türlü girişim, hem TKP’ye karşı hem de işçi sınıfına yapılmış hareket olarak algılanacaktır.  Darbeciler, sol ve solun yasal zeminde çalışanları bir solcudan daha iyi bilmektedir. Kime ne yapılacağını, kimin hedefe alınacağını bilecek kadar istihbarat bilgileri ellerinde vardır. Darbe için kimlere eylem yapmaları için ortam hazırlanacağını, kimlerin hangi eylemde nasıl bir tepki vereceğini önceden bilmekteler ve gerekli gördüklerinde tepki verecekleri ortamlar hazırlayıp, o tepkilerin verilmesini beklemekteler. Darbeciler örgütlüdür ve örgüt olmanın gereği, istihbarat ağına sahiptirler, lojistik sorunları yoktur, paraları vardır, toplumu etkileyecek gladio (kontrgerilla) emirleri altındadır.
O dönemde TKP gibi güçlü, yaygın bir örgütün gücü, öyle bir insana karşı bir operasyon yapılmalıdır ki, TKP gerçek gücü ortaya çıksın. Yaygın olarak kabul edilen ve olduğu farz edilen örgütlü güze sahipler mi, yoksa bir balon gibi bir olayda patlayıp yok olacak tepki mi verecekler.
Kemal Türkler işte bu 12 Eylül giden yolda ikinci kırılma noktasıdır. 22 Temmuz 1980 günü evinin önünde vurularak öldürülür. Planlı, sistemli bir şekilde yapılan işlemdir. Beklenildiği gibi TKP gücünü bu cinayet sonrası ortaya koyamaz ve genel grev gibi bir tepki ile cinayete karşı tepkisini ortaya koyamaz. Beklenenin altında bir tepki ortaya çıkar, duvarlar yazılır, dergi sayfalarında duygular ifade edilir ama sokaklar sanıldığından ve olağan giden cinayetlerden öte bir tepkiyi ortaya çıkarmaz.
Türkler bir cinayete kurban gitmiş gibi gösteriliyor, kontrgerilla kontrolünde esas suçlular hiç bir zaman açığa çıkmayacak cinayetin bir öznesi oluveriyor. Ama ileri ki zamanda biliyoruz ki, bu cinayet 12 Eylül’ün son dönemecini işaret etmektedir. Cinayetin üstü 12 Eylül örtmüştür. Kemal Türkler ölümünden sonra TKP ne yapacak diye beklendi, ama beklenen ne grev oldu, ne sokak çatışmaları. 12 Eylül günü TKP ve onun etkilediği sendika liderleri cezaevi kapısına dizilip tutuklanma sırası yapmaları tesadüfi değildir, bekleneni yapmışlardır. TKP Kemal Türkler öldürülmesi ile tıpkı 11 Temmuz’da Devrimci Yol’un yenilgisi gibidir, sonuçta yenilmiştir.
Sol, 12 Eylül’de yenildi sanılır ama yukarıdaki bakış açıma göre çok daha önce yenilmiş, ve gelmekte olan darbeye karşı örgütlenememiş, halkı örgütleyememiştir. Yenilginin bir anlamda 12 Eylül ile ilişkisi yoktur.
Generaller testlerden elde ettikleri veriler ile darbe yapmış, darbenin ilk günlerinde önceden planladıkları her ne ise planlı ve sistemli olarak hayata geçirmişlerdir. Her türlü direnişi yok sayma ve işkence tezgahlarını ülkenin her yerine yayarak olması olası tüm direniş alanlarını korku ile yok etmiştir. Darbe uzun sürede planlanmış, alt yapısı en ince detaya göre planlanmış ve 12 Eylül sabahı hayata geçmiştir. Bu darbenin tek kahramanı askerler gibi görülse de bu planların pentagon’da yapıldığı ve “bizim çocuklar başardı!” diyerek kadehlerin kalktığını anılardan biliyoruz. 12 Eylül günü yaşanan kırılma aslında daha önceden planlanarak yapılmış ve direniş gösterebilecek tüm güçlerin gücü test edilmiştir. 12 Eylül ülkede alışagelmiş tarih çizgisinin ortadan kaldırılması ve ülkeyi Ortadoğu ülkesi haline götüren sürecin de başlangıcı sayılır. Ülke yeni ekonomik ve siyasi tercihleri bugün yaşadığımız olayları doğurmuştur ve bu kırılmanın sonucu ve tercihi artık bize olağan gelir konumundadır.
Sol, hep övünür, bizler 12 Eylül geldiğini önceden bildik, bazı örgütler kadrolarının bir bölümünü yurtdışına çıkarmış ama yenilgiden kurtulamamıştır. Devrimci örgütler devamlılık gösterememiş ve yeniden toplanmaları 12 Eylül öncesi gibi örgütlü hale gelmeleri imkansız hale gelmiş, her toplanma girişimi yeni dağılma ile sonuçlanmıştır.
Olayların sonuçlarından duruş noktama göre çıkardıklarım böyle, elbette her kişi duruş noktasına göre tarihi yeniden değerlendirebilir. Belki benim görmediğim başka gerçekler vardır, onları da o olaylar sırasında yaşayanlar açıklasınlar ki, bizden karşılaştırmalı olarak tarih bilgimizi düzenleyelim.
İsmail Cem Özkan

6 Temmuz 2014 Pazar

Önce güvenlik!

Önce güvenlik!

Madenlerin girişinde yazılıdır; "önce güvenlik" ... Tıpkı bizim sol örgütler gibidir madenler, güvenlik vurgusu yapılır ama hiç bir şekilde güvenlik önemli alınmaz, bir birine benzer cinayetleri yaşarlar ve hep suçlu karşı taraf olur. Bu kadar cinayet, bu kadar ölümlerden hala ders çıkarılmamış ki, aynı hatalar ve aynı boş vermişlik sürüp gidiyor.
Yakın tarihimiz içinde bir çok ölüm oldu ve zamanı geldiğinde anma toplantıları yapıyor, belleğimizde o yaşananları tazeliyoruz, neden, çünkü unutmamak ve ders çıkarmak için. Fakat bugün dahi o olaylardan ders çıkamadığımızı el yordamı ile yol almamızdan bellidir. Hala denenmemiş bir şey var mı, deneyelim, yeni birliktelikler, cepheler kuralım arayışları devam ediyor.
Sol kendi içinde ve dışında oluşmuş olan kriz yönetimini yönetememektedir.
Kriz yöntemini başarılı bir şekilde yürütüyor olsalardı, bugün birbirinden küçük örgütler olmaz, birbirine çelme takmak için fırsat kollayan taraftarlar olmazdı. En ufak bir eylemde pankartını alıp en önde yürümek ve fotoğraf çekmek için birbiri ile kavga eder konumda olmazdı.
Maden girişlerine tabela asmak sorun değil, öncelikle o tabelada yazılı olanı gerçekleştirmek için mücadele etmek gereklidir. Güvenlik önemli alınmayan, kurtarma odası olmayan madende; örgütlü olan işçileri çalıştırmamak için mücadele etmek gereklidir. Maden kazası adı altında cinayet işlenmeden kavga verilmelidir, sonra cinayet işlendiğinde suçu karşıda aramaya devam edebilir ama örgütlü yapılar üstüne düşeni bir yerine getirmek zorundadır.
İş yerlerinde iş cinayetlerini durdurun demek kolay ama iş yerlerinde iş güvenliği için işveren ile kıyasıya mücadele etmek işçi sınıfının örgütlü yapılarının görevidir. Orada tek başına ve bireye özgü güvenlik olmaz, güvenlik her çalışanı kapsar ve onların sağlıklı çalışma için ortam yaratılması ile sonuçlanır.  Sendikalar, iş yerinin güvenliği ve sağlığı için mücadele işini yasalara ve kararnamelere bırakmış gibidir, bunların yetersiz olduğu yaşanan cinayetlerden bellidir.
Sol yaşama hakkı için mücadele eder... Her şeyin üstündedir yaşama hakkı. ‘İşkenceyi durdurun!’ derken bile yaşama hakkına sahip çıkılır, ‘savaşı durdurun!’, ‘savaşa hayır!’ derken temelde yaşama hakkıdır, ‘iş cinayetleri unutulmayacak!’ derken bile yaşama hakkına vurgu yapılır... Ama bu kadar vurgu yapılırken nedense güvenlik önlemi alınmaz...
Sol kadere inanmaz...
Mücadele alanlarında nedense güvenlik eksiliği mevcuttur, oraya gelen her şeyi göze alarak gelmiştir, tüm saldırılara açık olarak, yaşama hakkını hiçe sayarak...
Örgüt olmak demek, kendi kitlesinin yaşama hakkını en üst seviyede korumasını bilen ve her türlü olasılığı düşünüp ona göre önlem almasını bilmektir...
Olay olduktan sonra çözüm aramak ve başkasının yardımına muhtaç olmak örgütsüz olmak ve bireysellik anlamına gelir...
Örgüt vurgusu bol olan bir yazı oldu ama örgütsüz toplum parçalanmaya ve her türlü yaşama hakkı yok sayılmaya devam eder. Bugün her birimiz sadece mücadele alanında değil, karayoluna çıktığımız ama güvenlik sorunu ile karşı karşıyayız, çünkü freni patlamış bir araç hiç beklemediğimiz an üzerimizde olabilir. Örgütlü olan bireyler işte devlet denen mekanizmaya sadece temsil ettiği kitlenin çıkarını savunmayı değil, halkın çıkarını savunacak güvenlik önlemleri almaya da zorlar. Arabanın frenin patlaması bir maden kapısında yazılı olan “önce güvenlik” sözünün yok sayıldığını kanıtıdır. O araç o halde trafiğe çıkıyorsa, orada bir suistimal ve güven zafiyetinin kanıtıdır ve bunu kontrol etmek ancak örgütlü yapıların denetimi ile olur. Bugün araçların güvenliğini bile bir Alman kurumuna (TÜV) bırakıyorsak, bu ülkede ne kadar örgütsüz ve kaderi ile baş başa bırakılmış bir kitle ile yüz yüze olduğumuz gerçeği ile karşılaşırız… Elbette sadece karayolları ile değil, her alanda güvenlik eksiliği söz konusudur.
Sol, öncelikle örgütlü toplum yaratmak için uğraşmalıdır. Yaşamın her alanını kucaklayacak şekilde denetim mekanizması kurmalı ve onun içinde yapılanmalıdır. Sadece politik hedefler ile devrim olsun sonrasına bakarız mantığı ile yapılan her iş başarısızlığı ve devrim sonrası yaşanacak kaos ortamına yapılan bir yatırımdır.
Yaşama hakkı için önce güvenlik!
Güvenlik içinde öncelikle örgütlü toplum yaratmaktan geçiyor.
Örgütlü toplum, karşılaştığı sorunlar karşısında kriz yönetmesini ve kriz koşullarında nasıl davranmasını bilir, ona göre esneme gösterebilir.
Bugün yaşadığımız solun dağınık hali, solun krizi yönetemediğinin bir kanıdır. Krizleri yönetmesini bilmiş olsaydı, bugünlerde yaşanan bir siyasi partinin iki ayrı kongresi olmazdı.
Krizleri yönetmiş olsaydı, 12 eylül öncesi siyasi yapılar ile direk bağlarını korumuş ve devamlılık esasını sözde değil, yaşamın her alanında göstermiş olurdu.
Bugün dahi sol, eski gücüne ulaşamıyorsa, kriz yönetmediği ve eski üyelerinin eteğinde birikmiş taşları yok edemediği içindir.
Hala her şeyi ben bilirim, her şeyi bir dergi sayfaları açıklarım ve tek doğru mantığı ile hayata baktıkları için başarılı olamamışlardır.
Sol örgütler her şeyi bilmiş olsalardı ne dine, ne de bilme ihtiyaç olurdu.
Sol, koşullara göre değişen, dinamik yapısını geliştiren, fırsat eşitliği ilkesini savunan, yaşama hakkının temeline alan bir ideolojinin üründür, aksi halde mücadele ettiği kesmin kopyası olur ve kopya aslının yerini hiçbir zaman alamaz.
Sol iktidar mücadelesi yapmak istiyorsa, mücadele ettiği kesimi kopya etmekten vazgeçip, kendi önceliklerini ve sınıf mücadelesini öne almak zorundadır…
Yaşama hakkını sol savunur, o yüzden hemen şimdi barış demek için sesini yükseltir.

İsmail Cem Özkan