20 Kasım 2009 Cuma

Denetim!

Denetim!

Denetim yaşamın her alanında olmaktadır, denetimin yasal olarak yapılması meşru kabul edilir. Meşru olmayan ise, yasalara rağmen denetlemektir. O yüzden erki elinde bulunduran, denetlemek istediği alan ile ilgili yasalar çıkarır.

Denetim, sınır tanımıyor, evrensel dünyamızda bir çok kurum ve kuruluş denetim için çalışmaktadır ve bu sayede dünya bir düzen içinde işlevini yerine getirmektedir. Global anlamda örgütlenen yapıların değişik adları vardır. Dünya Ticaret Örgütü, Para Fonu, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler, Güvenlik Konseyi v.b gibi isimler ile anılır… Bunların dışında başka örgütlenmelerde vardır. Bu örgütlenmelere de değişik isimler verilir.

Bütün örgütlenmelerin arkasında yatan düşünce, sistemin devam etmesi ve devamlılığın sağlanmasıdır. Sistemin güvenliği ile ilgilidir. Dünyamızda paranın, emeğin, malın akışının ve hareketliliğinde bir sistem içinde olması evrensel sistemin can damarıdır, çünkü bu adını andığım şeyler iyi denetlenirse, sistem kendisini daha güvende hissedecektir.

Paranın akışı ve kara paranın kontrolü çok önemlidir, çünkü kara para kontrol edilemeyen para demektir. Kontrol edilemeyen para ise, bir yerde bomba olarak karşısına çıkabilmektedir. Yani, istem ve kontrol dışı hareketlerin gücünü gösterir. Kara paranın kontrol edilebilmesi içinde gerek ekonomik anlamda, gerek askeri güvenlik anlamında değişik tedbirler vardır. NATO’nun varlık sebebi bugün dünyada hareket eden ve kontrol dışında olan bu kara paranın varlığı ile ilgilidir. NATO eskiden kendisini Varşova paktına göre tanımlardı, bugün ise kara paranın denetimi üzerine tanımlamaktadır. Kara paranın oluşumu da gerektiğinde kendileri sağlamaktadır. Silah ve ilaç sektöründe kara paranın yaratılması önemlidir! Kontrol edilebilen kara para!

Paranın akışının ve sonucunun başka bir alanda denetimi de önemlidir, dünyadaki paranın aktığı alan ise bankalardır. Bankaların artık gizli kasaları olmaması gereklidir. O yüzden Amerika’da geliştirilen bir sistem vardır. IBAN* adı verilen bu sistem sayesinde paranın seyri, minimum düzeyde, yani en küçük hesaplar dahil, kontrol edilecek şekilde düzenlenmiş ve planlanmıştır. Bu yöntem ile, global çapta bir doların nerelerde kullanıldığı bilinecektir.

Ülkemizde son günlerde, başbakan dahil, kritik noktalarda olduğuna inanılan kişilerin dinlendiği ile ilgili haberlere rastlıyorsunuz! Telefon dinleme, kapı dineleme tarihimiz içinde hep var olmuştur. Dinlemek ve dinlenilmek bize yabancı bir şey değildir, fakat bize yabancı olan şey, bu dinlemelerin kayıt altına alınması ve gereği görüldüğünde bu belgelerin kullanılmasıdır. (zamana yayarak, dinlemenin sonucu kullanılmaktadır) Darbe her zaman askeri potinler ile gelmiyor, tarih bunun kaydını ikinci dünya savaşı öncesi atmıştır. Gereği görüldüğünde, dinlemeler kayıtları önüne çıkıyorsa bir insanın, orada doğru gitmeyen bir şeylerinde varlığını peşinen kabul etmek gereklidir! Hukukun olmadığı bir alan yaratılmış ve bu alanda karanlıktır. Kara paranın nasıl hareket alanı içinde sonuçlar önceden tam olarak tespit edilemez ise, bu karanlık noktada kimlerin hangi rolü oynayacağı tam olarak tespit edilemez!

Ülkemizde dinlemeler belirli bir merkezden olmadığı ama belirli hedeflere hizmet ettiğini olayların sonuçlarına bakarak söyleyebiliriz. Kim kimi dinliyor? Dinleyende dinleniyor durumu mevcut bu sonuçlara göre.

Amerika’da belki Pentagon, belki de başka bir yer bu dinleyenleri de dinliyordur. O sayede fazla emek sarf etmeden eline bir röntgen alıyor olabilir. Yakında yürürlüğe girecek olan IBAN ile paranın röntgeni her yerden alınırken, başka bir alandan başka yerlerinde röntgeni uzay araçlarına ihtiyaç duymadan alınabiliyordur! Hem de en küçük nüvenin hareketini kontrol edebilecek düzeyde!

Amerikan filmlerinde olan, hep hayal dünyası olarak gördüğümüz bazı fantezilerin aslında fantezi olmadığını yaşayarak görmekteyiz!

Denetimin öteki adı; kişiliksileştirme ve kimliksizleştirmektir. İnsanlara da paranın üzerinde bulunan rakamlar verilmekte ve o rakamlara göre piyasadaki değeri belirlenmektedir. Verimlilik kavramı burada gündeme gelir ve verimlikten ne anlaşıldığını ekonomistlerin anladığı yönde yorumlarsanız, denetim kimin için yapıldığı çıplak olarak ortaya çıkar!


* IBAN bankalardaki tüm müşteri hesap numaralarının Uluslararası standartlara göre belirli bir kodla ifade edilmesidir.

19 Kasım 2009 Perşembe

Yeniden…

Yeniden…



Bir arada yaşamı savunuyorduk, ayrılıkların birliği olduk!



Özgürlüğü, ayrılık olarak algıladık, yan yana geleceğimize sürekli parçalanır olduk. Her konu ayrılık için bir neden oldu!



Dayanışma dedik, tek yönlü dayanmaya döndü, bu da doğal olarak dayanan insanın sınırını zorladık ve teker teker dayananlar aramızdan ayrılır oldu!



Devrim hemen şimdi dedik, yaşantımızı değiştiremedik.



Yoldaşlıklarımız vardı, yoldaşlarımızı anımsamaz olduk! Sadece bir unutamasınlar diye albümde topladık, kaç kişi o albüme dönüp bakıyor? Eksik olanlar ve yoldaşları tarafından yazılacak anılara ne oldu? En iyi yoldaşları anlatır dedik, yoldaşları sessizliğin içinde kaldılar!



Dağlarda, şehirlerde, cezaevlerinde yoldaşlarımızı bıraktık, şimdi onların adlarını bile zor anımsar olduk!



Her şey özgürlük içindi, özgürlüğün ne olduğunu sorgulayamadık!



Eski yoldaşlarımızın büyük bir bölümü, toplumun dinamosu oldu! Onlar belki hala rüyalarında eskiden savunduğumuz ilişkileri, dostlukları ve yoldaşlıkların yaratmış olduğu ortamları görüyor olabilirler ama gerçek, onları bizden çok uzağa savurduğunu görüyoruz. Bizim eski yoldaşlarımız, düzenin devam etmesi gereken yerde konumlanmışlar ve şimdi o konumlanmayı savunuyorlar!



Devrim derken, muhafazakar olduk!



Yeniden yapılanmalı dedik, tartışalım dedik, tartışma süreci başlattık, diğer başlattıklarımız gibi yarım bıraktık, başka şeyler yaptık!



Netleşelim dedik, yan yana gelelim, düşüncelerimizi ortaya koyalım dedik, ortaya ayrılık çıktı!

Kafamızın içinde büyüttüklerimizin aslında büyük olmadıklarını gördük, bunun için mi dedik, o kadar acı ve işkence! Ayrılığın ya da kaçısın öteki adı oldu!



Küçümsedik, küçümsedikçe de küçüldük!



Yoldaşımın ne iş yaptığını bilemez olduk, işçi mi, işveren mi? Çünkü 12 Eylül sadece insanları hapishanelere tıkmadı, yaşamlarını ve duruşlarını da değiştirdi! Paraya ihtiyaç duyduğumuzda onların kapısını çaldık ama umduğumuzu bulmadan çoğu zaman geri döndük! Hayat koşulları ağırdı, o ağırlığın altında ancak rüyalarını verebildi bir çoğu!



12 Eylül mağduru olanların bir bölümü işçi oldu, bir bölümü patron! Bir bölümü de rüyalarını kendi içlerinde yaşatan yalnızlar oldu! Nereye giderseniz gidin aynı imgeleri kullanan bir çok yalnız insan ile karşılaşırsınız, eskiden diye söze başlar ve sonra gözde bir damla yaş olur! Yan yana gelmeye korkar, çünkü korku onun geçmişini tutsak etmiştir, özgürlüğü o bir iki kelime konuştuğu an kadardır!



Patron olanların bir bölümü eskinin dostluğunu yaşattı, yan yana geldik, onları sadece para olarak gördük, başımız sıkıştığında verdiğimiz yemek davetiyelerin daimi müşterisi oldular!

İşinden atılmayan memur arkadaşlarımız, sonradan memur olanları ise kamu emekçilerinin enerjisi olarak gördük ve gereğinden fazla roller biçtik! Sonuçta onlarında kaybedecekleri vardı ve o sınıra kadar yan yana olduk ve siyasi bir istem yaratamadan özgürlüklerini kullandılar ve uzaklaştılar. Onların mücadelesi, genelde ekonomik istemlerin ötesine çıkamadı! Ekonomik istemlerde diğerlerinden farklılığı ortaya koyamadı! Kaybedecekleri işleri vardı, özgürlüklerini ilerinden yana kullandılar! Çünkü dayanışma ağı kuramadık, işinden olacak birine sahip çıkacak ne yapımız var, ne de örgütlülüğümüz!



Küçüldük, küçüldükçe daha çok ayrılık sebebi yarattık!



Partiyi hedef yaptık, yan örgütlemeleri ise partiden ayrılık sebebi olarak gördük! O yüzden partinin yan örgütlenmelerini gerektiği gibi destek vermedik!



Toplumsal araştırmalar, kültür için sanat dedik, adı büyük olan bu çalışmadan sadece elde sanat kaldı! Bir iki festival ve toplantı ile adına uygun yerler olduğunu düşündük!



Arşivimiz yok, anmak istediklerimiz, tanımak istediklerimizi bile sağdan soldan topladığımız yarım bilgiler ile oluşturduk! Arşivi olmayan hiçbir hareketin gelecek yeteneği olamaz, çünkü her birey kendisine göre bir geçmiş yaratır ve kendisine göre yarattığı geçmiş üzerine gelecek belirler! Kendisine göre belirlenen gelecek ise, ayrılık demektir!



Hepimizin kafasında yarattığımız toplum ve ilişkiler var, bir de yaşananlar!



İşsizimizin bol olduğu, dayanışmanın az olduğu bir dönem yaşıyoruz!



Başkaların belirlediği günleri yaşıyoruz!



Başkalarının belirlediği günlerde, kendimizi korumaya özen gösteriyoruz!



Kirlenmeyelim derken, aç kalıyoruz, yalnız kalıyoruz!



Yan yana gelelim dedik, ayrılığı örgütledik!



Özgürlük dedik, ayrılığı teorileştirdik!



Dayanışma dedik, tek yönlü dayanışmaya doğal gördük!



Bir birimizi gördüğümüzde aman benden bir şey isteyecek mi diye kaçar olduk!



Parti dedik, parti gibi olmayacağız sözü kağıt üzerinde kaldı, belki de tarih sayfaları içinde toz tuttu!



Sözümüz eskiden güven verirdi, şimdi sesimizi duyurmak için, birlerin bize çatmasını bekler olduk! Eski bir davanın bir mahkemeden bozulmasını bekler olduk! O sayede gazetelerde en uzun süre dava olarak tarihe geçtik! Tarihe sadece haberler mi geçti? Yaşanlar, acılar, ölümler, ayrılıklar, sürgünler, yalnızlıklar…????



Gazete dedik, bağımsız, özgün, patronsuz, yerel olacak dedik, dedik.. dedik… son tirajlar bize ne anlatıyor dedik? Sessiz kaldık!



Emeğin mücadelesi yapıyoruz dedik, emekçi arkadaşlarımızın ücretlerini kendi kurumlarımızda ödeyemez konuma düştük! Emek en değerli varlıktır, emeğin özgürlüğünü savunduk, savunduklarımız ile yaptıklarımız arasında çelişki yaşanmaya başladı!



Örnek olalım dedik, geleceği şimdiden kurup içimizde nüve olarak yaşatalım dedik, nokta operasyonu ile yok olduğunu gördük!



Geleceği kurgulayalım dedik, gelecek hakkında elimizde bol bol bulanık düşünce kaldı! Bulanıklık, belki paradigma için uygun, gereğinde istenilen gibi değiştirilebilinir ama bu bulanık ilişkiler ve düşünceler ayrılığın öteki adı oldu!



Söz döndü dolaştı, ayrılığın teorisini yapar bulduk kendimizi!



Bir arada yaşam dedik, aramızdakiler ile kavga eder bulduk kendimizi!



Yeniden dedik, her seferinde yeniden derken inandırıcılığı ortadan kalktı! Hemen şimdi dedik bir zamanlar, şimdi anımsayan var mı?



Eskiden aramızda olan değerleri yoldaşlarımız, şimdi ne yapıyor dersiniz? Savunduğumuz ideallerin tam ters yönde çalıştıklarını, kritik noktalarda olduğunu gördüğümüzde ne düşünüyoruz?



Son söz olarak, yeniden ama başka bir ad ve düşünce ile yeniden demek gerektiğini söylemek isterim, çünkü adımızda olan özgürlük ve dayanışma ayrılığın öteki adı oldu!

Dünyada yerimizin olmasını istiyorsak, yeniden ama eskisi gibi ayrılıkları değil, birlikleri, bir arada yaşamı örgütleyen bir yeniden söylemi olmalıdır!



Birbirimizden haberimiz olduğu, yan yana geldiğimizde benden bir şey mi istiyor söylemi olmadan, bir birimizin yaşam kalitesini yükseltmek için dayanışma içinde olduğumuz bir gelecek nüvesini, şimdiden yaratmak elimizde!

domuz gribi!

domuz gribi adı değiştirilse de can almaya devam ediyor... ölümler karşısında çaresiz olunabiliniyor ama öyle bir ölüm var ki çare ortada duruyor ama görmezden geliniyor... yaşam kalitesi artılısın diye uğraşılırken, kar hırsı ile gözleri dönenler sosyal devleti ve sosyal yaşamı yok ettikleri gibi dayanışmayı da ortadan kaldırıyorlar!

milyonlarca ölüm var yanı başımızda, kaçımızın haberi var?

o ölümler için ne yaptınız?

ne yapabildik?

okullara ders malzemesi gönderdik!

gitmediğimiz köylere yol yapımı için destek verdik...

hatta TRT iki ünlü sanatçıyı ekrana çıkarsın diye vergi artırılmasına bile karşı koymadık! bizim vergilerimiz ile hükümet açılım yaptı orada!

ama öyle ölüm var ki, ne acısını duyuyoruz, ne de kendisini...

açlıktan ölen çocuk sayısı verilmiş, peki ölen insan sayısı?

ölen diğer hayvanlar ve bitkiler?

kaç canlı türünün nesli tükeniyor bugün!

doğal seleksiyon diyecek bazılarınız!

açlıktan ölüm doğal mı?

15 Kasım 2009 Pazar

Berlin duvarı yıkıldı mı?

Berlin duvarı yıkıldı mı?

Berlin duvarının Türkler üzerine yıkıldığını, bu kadar yaşanmışlıktan sonra söylemeye gerek yoktur diye düşünüyorum! Duvar dibinde, “organik” tarım yapan - ‘Türk köylüsü’ - oranın işçisinin üzerine duvar yıkılmıştır. Doğudan gelenler, özgürlüklerinin ilk gününden itibaren duvarlardan kopardıkları taşları orada yaşayan yabancılar özellikle Türkiye’den gelenler üzerine atmıştır.

Berlin’in batı tarafını çeviren duvar, aslında sadece Berlin’i çevirmediği yıkıldıktan sonra anlaşılmıştır. Duvar, hala varlığını korumaktadır. Sadece Berlin etrafında değil, İstanbul’daki sitelerin etrafında da görebilirsiniz!

Duvar denince akla gelen Çin setti, Meksika sınırında göçmenleri engelleyen duvar ve İsrail’in Filistinlileri kendisinden ayırma duvarları…! Duvar ayrılık demektir. Duvar olan yerde öteki vardır. Öteki ile kendin aranda sınır çekmektir. Sınırlar artık her yerde ve duvarlar ile pekiştirilmektedir!

İstanbul’da oluşturulan sitelerin duvarları, Berlin duvarı boyutu gibidir. Sitelerin kenarlarından yürürken, güneşin engellendiğini görürsünüz! Sitelerin yüksek binaları yanında, yüksek duvarları da oradaki yaşamdan ayrılır! Duvar ayrılık demektir, izole yaşamın öteki adıdır.

Duvarların olduğu yerde, doğal yaşam yoktur. Doğadan koğuşun öteki adıdır. İnsan, kendisini duvar arasında izole ederken, doğadan kopuşunu da başlatmıştır. Doğadan koparken, sosyal yaşamdan da kopuşu sembolize eder. Karmaşalıklaşan ilişkiler içinde duvar, ayrışmayı sembolize eder.

Modern yaşamın günlük yaşantımıza girmesi ile birlikte duvarlar, sınıf farklılığını da daha çıplak olarak ortaya sererler, çünkü burjuvazi, göz zevkinin kirlenmemesi için zevkine uygun duvarlar örerek, hem göz zevkini, hem de yaşam kalitesini kendisine göre koruma altına almış olduğunu ilan etti. Şehirlerin karmaşası içinde duvarlar içinde yaratılan yeni siteler, çevrenin gelişmişliğinden ayrı olarak bir hülya içinde yaşamı, yani sırça köşkte yaşamı ortaya çıkarmıştır. Bu sırça köşklerdeki yaşam, ülke gerçekliğinden uzak, kendi gerçekliği içinde yaşamı ve ilişkileri ortaya çıkarmıştır.

Duvarlar, sırça köşkte yaşayanlar tarafından oluşturulmakta ve toplumun her katmanına zorla kabul ettirilmektedir. Duvarlar, bizim için doğal olmuştur, kanıksamışız ve de alışmışız. Sorgulamıyoruz, doğal bir şey gibi kabul ediyor ve kendi kaderimiz içinde yaşamaktayız. Duvarlar, insanlar arasında ayırımı daha çıplak olarak ortaya koyarken, kimse bu çıplaklığın farkında değildir. ‘Anne bak kral çıplak!’ diyecek çocuk cesaretimiz bile ortadan kalkmıştır!

Sırça köşkün, inanılmaz yüksek olan duvarına atılacak bir kafatası ile paramparça olacağını aklımıza dahi getiremiyoruz, çünkü ‘büyük birader’in gözleri ve kulakları altında yaşamayı doğal olarak kabul etmektedir.

Berlin duvarı, simgesel olarak yıkıldı ama duvar hala yerli yerinde durmaya devam ediyor. Yıkılan parçalar ise, orada yaşayan Türkler üzerine yıkıldı, o yıkıntılar içinde ‘orada kimse yok mu?’ çığlığını duyan yok! Çünkü faşizm, yeni biçimi ile hayatta yerini bulurken, ayrımcılık ve dışlamacılık o kadar ince yapılmaktadır ki, kimse bir ayrımın ve ayrışmanın içinde yaşadığının farkında dahi değildir.

Duvar, gerçekten Berlin’de Brandenburger Tor (Brandenburg kapısı) önünde yıkılmıştır. Ama yaşamın her alanında varlığını dahada güçlendirerek devam etmektedir.